top of page

OPR. DR. HÜSEYİN MÜNİR DERMAN’IN SIRLI SÖZLERİ ve ÇÖZÜMLEMELER

“Necip Bey, Çok uzaklardan, mezarlıklardan, ihtiyarların oturduğu sapa yerlerden bir kır çiçeği safiyetiyle size sesleniyorum. Sizi bundan 41 sene evvel Galatasaray’ın karşısında Senyuan denilen garip bir pastahane vardı, orada görmüştüm. Başınızda bir bere vardı. Garip ve yabancı olarak yalnız dışını gösteren bir genç olarak orada tesadüfen oturuyordum. Bilmem neden size o zaman için acımıştım… Ve dua etmiştim, duam kabul oldu… Abdülhakim Efendi’yi Eyüp’te ziyarette bu duayı kendisine söylemiştim, “Oldu oğlum, bir gün inşallah olur.” demişlerdi. Geçenlerde bir işçide Esselam isimli kitabınızı gördüm. Vasiyet kısmını okudum. Gözlerim doldu. Benim 70 tane 70.000 benim vardır. Size ananızın sütü gibi 7 tanesini bağışladım, şimdiden sizin olsun… Size akıl vermek hayalimden geçmez bile… Yalnız şunu söylemekten kendimi dizginleyemedim. Dışınız ile görünen içinizi kimseye göstermeyin. Namsız nişansız yaşadım, yaşıyorum. Bu küçük mektubu Abdülhakim Efendi’yi geçenlerde rüyada gördüm. Size bu sebeple yazmak arzusu duydum… Bizden hakkın selamı üzerinize olsun” -Opr. Prof. Dr. Hüseyin Münir Derman.


İnsan yedi nefis mertebesi üzerine yaratılmıştır. Hakiki bir insanı kâmil eliyle velayet yollarına intisap edenler, hakikatte Allah’a intisap etmiş olurlar. Velayet yollarının usul ve esaslarına uygun bir şekilde Allah zikredilince seyri sülük (kalpte yolculuk) yapılarak Allah’a vuslat gerçekleşir.


“Allah’ın eli onların elleri üzerindedir” –Fetih Süresi, 10. Ayet.


İnsanda beşi halk, beşi de emir âlemine ait on latife vardır. Halk âlemine ait latifeler hava, su, toprak, ateş ve nefistir. Emir âlemine ait latifeleri de kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ şeklindedir. Kalp latifesinin yeri sol memenin iki parmak altında süveyda denilen bir noktadır. Ruhun yeri sağ memenin iki parmak altında, sırrın yeri sol memenin iki parmak üstünde, hafînin yeri sağ memenin iki parmak altında, ahfânın yeri de göğsün ortasıdır. Halk âlemine ait nefsin yeri alnın tam ortasındadır. Letâif-i hamse en dışta kalp, en içte ahfâ olmak üzere tasavvur edilir. Kalp latifesinin bedenle yani maddî âlemle, ahfâ latifesinin Cenâb-ı Hak’la irtibatı bulunduğunu, kalbin bir yanı maddî âleme, bir yanı da ulvî âleme dönüktür. Bu beş latife arasında zahir-bâtın ilişkisi vardır. Dıştaki içtekinin zahiri, içteki dıştakinin bâtını ve hakikatidir. Her latife bir diğerinden farklıdır, yani latifeler arasında farklılık özdedir...


Allah’a vuslat yedi adımdan ibarettir. Bu yedi adımdan her biri, on bin hicap perdesi açar ki bunlar nuranî de olabilir; zulmanî de… Bu manada bir hadis-i şerif:


“Allah-ü Teâlâ’nın, nurdan ve zulmetten yetmiş bin hicabı vardır.”


Velayet yolculuğunda, Emir Âlemine atılan adımın birincisinde “Fiiller tecellisi”, ikincisinde “Sıfatlar tecellisi”, üçüncüsünde de “ Zatî tecelliler” olur. Bundan sonra da kişinin velayet derecesine göre olanlar olur… Bu yedi adımdan her birinde: Salik, kendi nefsinden uzaklaşır; noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbine yakınlık bulur. Yedi adımın tümü geçilince de Allah’a vuslat gerçekleşir. Bundan sonra, velayetin fena ve beka halleriyle müşerref olunur ve hakiki velayet derecesine ulaşılır... Bu tecellilerin sınırı yoktur, sonsuzdur…


Ricalül gayp velileri sosyal hayatta insanlara, yalnızca dışlarıyla görünürler. Dışlarıysa, gaflet ve şüphe bulutlarıyla örtülüdür. Cübbeleri, sarıkları, sakalları yoktur. Çoğunlukla çağdaş, spor kıyafetler giyerler. Bu görsellikleriyle de hiç kimse kendilerinin veli olduğunun ayrımında olamaz. Onlar; sıradan, halkımın insanı sanılırlar… Ricalül gayp velileri, sosyal hayat içinde bazen veli, bazen meczup, bazen zibidi, bazen de zındık gibi görünürler… Ricalül gayp velileri, binbir renkte görünmeye mecburdurlar. Aksi takdirde sosyal hayattaki insanlar, başlarına toplanıp huzur ve sükûnlarını bozabilirler.


Münir Derman, âlem-i emirden ve âlem-i halktan olan bütün nefis menzillerini geçip fena ve bekanın sırrına ulaşarak Allah’a vasıl olmuş. Yedi nefis mertebesinin her birinin kendi içinde on mertebesi olur. Toplamda yetmiş perde yapar. Her nefis menzilinin kendi içinde on binlerce mertebesi var. Toplamda yetmiş bin hicap perdesi yapar.


“Benim 70 tane 70.000 benim vardır” –Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman.


Yetmiş bin hicap perdesini geçen bir velinin, yetmiş bin “ben’i” olur. Yetmiş bin “ben” mertebesinde; gayp âlemindeki olay ve olgular ve dünya hayatı, hakikat penceresinden görülüp tefekkür edilir. Nefsin “ben” sıfatından çıkıp “biz” sırrına ulaşan velilerin, yetmiş bin “bizli beni” olur. Bu “bizli ben”, nuranidir, ulvidir, velayete aittir. Böylesi bir velinin gayp âlemini, dünya hayatını görüp algılamasında yetmiş bin “bizli ben” mertebesi olur…


Velayet caddesinde, kul ile Allah’ı perdeleyen yetmiş bin perde vardır, sözü bir kinayedir. Çünkü velayet dairesinde; fiil, sıfat, zat tecellileri sonsuzluğa açılır… Yani Allah’a vuslat yetmiş bin perdeyle sınırlı değildir. Münir Derman, “Benim 70 tane 70.000 benim var.” sözüyle bu hakikate işaret ediyor. Münir Derman, velayet konağında 70x70.000 = 490.000 , “bizli bene” ulaşmış bir velidir. Gerek gayp âlemindeki olay ve olguları gerekse dünya hayatının hakikatlerini dört yüz doksan bin mertebede tefekkür ettiğini belirtmek istiyor. Bir “beni” olan Münir Derman değil, dört yüz doksan bin “bizli beni” olan bir Münir Derman… Bu sırdan dolayıdır ki Münir Derman’ın, ruh makamında, bir anda dünyanın dört yüz doksan bin farklı noktasında, aynı anda bulunma sırrına sahip olduğu, rahatlıkla söylenebilir… Bu manada bir söz:


“Biz her yerdeyiz, her yer bizdedir” – Opr. Dr. Münir Derman.


Derman, söz konusu mektubu, 1975 yılında Necip Fazıl Kısakürek’e yazmış… O yıllarda, dışını gösteren bir genç olarak ıssız yerlerde, mezarlıklarda, yaşlıların oturduğu sapa yerlerde gezinirken mektubu kaleme almış. Mektupta bildirildiğine göre, Necip Fazıl Kısakürek’i, 41 sene önce Galatasaray’ın karşısındaki Senyuan denilen bir pastanede görmüş. Necip Fazıl Kısakürek’e, nedenini bilmediği bir acıma hissiyle, dua etmiş… Ricalül gayp velilerinin kendilerine ettikleri dua bir işe yaramazken, başkalarına ettikleri dua seri bir şekilde karşılık bulur, Münir Derman’ın Necip Fazıl Kısakürek’e ettiği dua, Hak katında kabul olmuş. Buradan bakıldığında, Necip Fazıl Kısakürek’in hidayete ermesinde, Münir Derman’ın duasının çok büyük bir rolü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri de Münir Derman’ın duasının kabul olduğunu açıkça belirtmiş. Şayet Münir Derman’ın söz konusu duası olmasaydı Necip Fazıl Kısakürek, bohem hayatından, içkiden, zinadan kurtulup hidayete erer miydi? Bu, pek de olası değil… Tarih, bunu bir kenara kaydetsin, Necip Fazıl Kısakürek; hidayet yolunu bulmayı, Münir Derman’ın duasına borçlu… Ricalül gayp Kırklar evliyası Münir Derman’ın Necip Fazıl Kısakürek’e ettiği dua olmasaydı, Necip Fazıl Kısakürek bohem hayatından kurtulamazdı, batıp giderdi… Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretlerini dahi bulamazdı…


Münir Derman, Necip Fazıl Kısakürek’in Esselam şiir kitabını, bir işçinin elinde görmüştür. Kitabın Vasiyet kısmını okuyunca gözleri dolup ağlamıştır. Necip Fazıl Kısakürek’in Esselam şiir kitabının sonunda yer alan Vasiyet kısmını okuduktan sonra Münir Derman, 490.000 velayet beni sırrından 7 sırrı, Necip Fazıl Kısakürek’e verdiğini bildirmek için söz konusu mektubu kaleme almış. Mektup içeriği, oldukça anlamlı ve müjdeli… Âlemlerin Rabbi olan Allah, her kula böylesine müjdeli bir mektup almayı nasip etmez… Bizce, Necip Fazıl Kısakürek çok şanslı biri…


Münir Derman’ın gözlerini doldurup ağlatan, Necip Fazıl Kısakürek’in Esselam şiir kitabının sonunda yer alan Vasiyet:


“Bu vasiyet, çoluk-çocuğumun ve şahsî yakınlarımın dar ve hususî kadrosundan ziyade, onların da içinde olduğu geniş ve umumî zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Türkün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes... Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerlerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslâm dâvasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese...


Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekûn ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz “Allah ve Resulü; başka her şey hiç ve bâtıl” demekten ibarettir.


Büyük Doğu Yayınları, kitabem kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali, dikkatsiz ve ciddiyetsiz, hürmet ve haşyetten mahrum ne varsa —isterse nokta veya virgül olsun— onları reddediyor, malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu, bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlıyorum. İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir, arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslam’a pazarlıksız ve sımsıkı bağlamadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise, çoktan beri eser çerçevemin dışına çıkarıldığı, her birinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için, nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir— şu cevap verilmelidir: “Koca Hazret-i Ömer bile Allah'ın Resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabîlerin, derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir. Hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuş mudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır.”


Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil; sonrakiler de, en dakik şeriat mihengine vurulduktan, yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim... Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise, mirasçılarımın ve manevî mirasçım gençliğin... Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerim üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse, tezgâhını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.


Beni, ayrıca hususî vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslâmî usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada, umumî vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım: 1935 yılında, Mürşidim ve Kurtarıcım Es-seyyid Abdülhakîm Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum. Bu yazı, kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türkün tarih muhasebesini İslâmî tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar, kalem istediler ve üstüne öz elleriyle “altın ile yazılacak yazı” buyurdular. İşte hususî zarfında duran bu kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler...


Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. Fakat imkân âleminde en küçük pay bulundukça, biricik dileğim, Ankara'da, Bağlum Nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, Şeyhimin civarına defnedilmektir. Elden gelen yapılsın...


Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malûm... Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malûm... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...


Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Ne de, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! ... Ve “bidat” belirtici hiçbir şey! Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur’an...


Mezarımda ilâhî ve ulvî isim ve sıfatlardan ve benim beşerî ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak... Mevlit de istemem! Onu, uhrevî rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur’an...

Şimdi sıra en büyük dileğimde... Müslümanlardan, eğer bu dâvada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: Her ferdin, herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için “Necip Fazıl'ın kaza borcuna karşılık” niyetiyle bir günlük (5 vakit) namaz kılması ve yine bir gün oruç tutması... Mevtanın ardından, onun için kaza namazı Şafiî içtihadınca caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir.


Her ferdin, en aşağı 100 Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi... 70 bine dolması lâzım... Bir de, üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helâl etmeleri...


Ölünceye dek, üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı Müslümanlardan bekliyorum. “Şey'en lillâh” tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz! Yardımınızı esirgemeyiniz!


Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını! ... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!


Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!”


Vasiyet bu şekilde sona eriyor… Cenabı Allah; kendisine rahmetiyle muamele etsin, makamı âli, mekânı Cennet olsun…


Münir Derman; mektubu Seyyid Abdühakim Arvasi Efendiyi rüyada gördüğü için kaleme aldığını Necip Fazıl Kısakürek’e bildiriyor. Ona; dışıyla görünen içini kimseye göstermemesini tavsiye ediyor ve Necip Fazıl Kısakürek’e “Dışınız ile görünen içinizi kimseye göstermeyin…” diyor. Hakkın selamıyla da mektubunu sonlandırıyor…


Anlattıklarımızın en doğrusunu; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir, der; şayet anlattıklarımızda herhangi bir hatamız olmuşsa; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan bağışlanma dileriz.


Ricalül gayp Kırklar evliyası Münir Derman’a ve bütün ricalül gayp velilerine selam olsun…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

bottom of page