OPR. DR. MÜNİR DERMAN’IN SIRLI SÖZLERİ ve ÇÖZÜMLEMELER
“Rüyada gördüğümüz şeylerde gölge yoktur… Dikkat etmediğimizden veya etmek imkânı olmadığından “Öyle şey olur mu?” demeyiniz… Rüyada, renk ile ses vardır, koku yoktur… Bir de gölge yoktur… Niçin bunlar yoktur?.. Merak etme!..” – Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman
Yaratılan evrenler, sen say ki iç içe dürülü birer gül katmanı… Her bir katmanda farklı farklı evrenler… Bu evrenler gerçekten var mı? Yoksa bir simülasyon (benzetim) mu? Rüyada görülen dağlar, denizler, bağlar, bahçeler, gökyüzü acaba hangi coğrafyada?..
Uyku halindeki bir insanın ruhu, içinde hapsolduğu cisimden sıkılıp âlemlerde seyahate başlar… Gül katmanı gibi iç içe dürülü evrenlerden geçip gider… Ruhun bu yolculuğunda, görülen evrenlerden pek çoğu “sınava tabii” olunmayan evrenlerdir… Birçoğu da gerçekte var olmayan simgesel rüya evrenleri…
Hiçbir insan, dünya hayatında, dışarıdan bir gözlemci olarak kendini göremez; ancak rüyalar ruh makamında olduğundan, rüya gören kişi dışarıdan biri olarak rüyada kendisinin ne yapıp ettiğini izleyebilmektedir. Bu da rüyalara özgü bir durum…
Küfür ve hakaret etmek ne kadar onur kırıcı ve kabaca değil mi? “Konuyla ne ilgisi var?” dediğinizi duyar gibiyim. İlgisi var tabii ki de… Çünkü küfür ve hakaret “sınava tabii” olunan evrenlerin bir gerçekliğidir, yani dünyada yaşam sürenlerin… Berzah âleminde, melekler âleminde, ruhaniler âleminde, ruhlar âleminde “küfür ve hakaret” kesinlikle yoktur… Çünkü bu âlemlerde “sınav” söz konusu değildir. Ya cinler âlemi? Cinler âleminde de kesinlikle küfür ve hakaret vardır; çünkü cinler de insanlar gibi sınava tabiidirler…
Ruhun âlemlerdeki yolculuğunda “çeşitli simgesel görsellerden” yansımalar olur… Buna, rüya diyorlar. Ruhun âlemlerdeki seyrinde çeşitli simgesel görseller ruha akseder… Bu simgeler tabire muhtaçtır… Rüya ilmini bilen peygamberler, veliler; dünya hayatının koşullarına uygun bir şekilde rüyaları tabir edebilirler… Gerisi? Dostlar alışverişte görsün…
Rüyada; küfür, hakaret, gölge, koku yoktur… Çünkü ruh, sınava tabii olunan bir âlemde değildir… Rüyada denizler, dağlar, bağlar, bahçeler, akarsular, gökyüzü, evler, insanlar görürsünüz… Acaba bu mekânlar, gerçekte hangi coğrafyadadır? Hangi galakside, hangi yıldızda, hangi evrendedir? Bu soruların tek yanıtı vardır: Hiçbir evrende. Rüyada görülen coğrafyada yaşam sürmek mümkün mü? Ölmek koşuluyla evet… Peki, bu yaşam sürülen evren neresi olur? Ya Berzah ya da şüheda hayat mertebesi… Ölümden sonra, bunlardan başka bir hayat mertebesinde yaşam sürmek olası mı? Kesinlikle değil…
Üzerine güneşin doğup battığı somut evrenler, sınava tabii olunan mekânlardır… Bu mekânlarda da gölge, küfür, hakaret, koku söz konusudur… Nerde, gölge, koku, küfür, hakaret varsa işte orada sınava tabii tutulmak söz konusudur ve bu mekânların tümü de hakikat noktasında birer simülasyondan ibarettir…
Uyuyan bir insanın ruhu, bedenden çıkarak âlemleri gezer… Sınava tabii olunan galaksilerden, evrenlerden çıkıp sınavın olmadığı evrenlere yolculuk yapar… Sınava tabii olunmayan soyut âlemlerde güller görür… Ancak bu güllerin kokusunu alamaz. Neden alamaz? Çünkü o güller, sınava tabii olunan dünya güllerinden değildir… Rüyada görülen güllerin kokusunu alabilmek için o evrendeki hayat mertebesinin kanunlarına uygun bir yaşam sürmek gerekir. Uykudaki bir insanın ruhu, dünya dışı evrenlerdeki hayat kanunlarına tabii değildir, bundan dolayı da gördüğü güllerin kokusunu alamaz…
Bir başka neden, rüyanın görüldüğü evrende, güneş yoktur, olsa dahi objelerin gölgesi olmaz… Neden? Çünkü rüyadaki kişi, ruhanidir, rüya mekânları dahi o evrene özgü birer simülasyondan ibarettir de ondan… Rüya görenin cismi yataktadır, ruhu, rüya âleminde dolanmakta ve o ruh, sınava tabii…
Bunu bir örnekle somutlayalım:
İsa Mesih peygamberimizi Yahudiler öldürmek istediler. Âlemlerin Rabbi olan Allah, İsa Mesih’i öldürmek isteyenlerin liderini, bir anda İsa Mesih’e dönüştürdü… Yahudiler İsa Mesih diye onu yakaladılar, çarmıha gerip feci bir şekilde öldürdüler. İsa Mesih de Âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından 3. Hayat mertebesine yükseltildi. İdris Aleyhi selam dahi aynı hayat mertebesinde yaşam sürmekte… 3. Hayat mertebesinde dağlar, denizler, vadiler, gökyüzü var mı? Evet… Dünya hayatında olduğu gibi yeme içme söz konusu mu? Hayır… Çünkü 3. hayat mertebesinde gıdalar ruhanidir… Bildiğiniz gibi melekler ruhani gıdalarla beslenirler… İsa Mesih peygamberimiz dahi 3. Hayat mertebesinde melekler gibi ruhani olarak gıdalanmaktadır; ancak İsa Mesih peygamberimiz, melek değildir... İsa Mesih peygamberimiz tekrar yeryüzüne gelecek mi? Evet... Peki, bizler gibi yiyip içecek mi? Evet… Çünkü artık dünya hayatının kanunları tabii… Görevini yaptıktan sonra, İsa Mesih peygamberimiz de her canlı gibi bir gün ölümü tadacaktır… Bu örneği niçin verdik? Âlemlerin Rabbi olan Allah, sonsuz âlemler yaratmış… O âlemlere uygun düşen hayat kanunları ortaya koymuş… Herhangi bir âlem; diğer bütün âlemler için soyut ve yalnızca birer simülasyondan ibaret... Âlemlerde yaşam sürenler için kendi âlemleri dahi birer simülasyon… Kıyametle birlikte gök yarılır, âlemler arasındaki simülasyonlar ortadan kalkar. Bütün âlemler birleşir, kızaran yağ gibi eriyip kıpkırmızı bir gül haline dönüşerek akar... Kıyametle birlikte, alemlerdeki simülasyon hayat kanunları ortadan kalkar, hepsi yok olur… Artık âlemler için tek hakikat vardır: Kızgın yağ gibi eriyip bir gül haline dönüşerek yok olmak…
“Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman…”(1)
Duymuşumdunuz, vefatlarından yıllar sonra, dünya hayatında görülen nice evliyalar var… Cisimleriyle, çarşıda pazarda gezerlerken görülüyorlar. Herkesin güneş altında gölgeleri yere düşerken onların gölgesi yere düşmez... Neden böyle oluyor? Çünkü o veliler Berzah âleminden dünyaya gelmişler, o görseller ise yalnızca birer simülasyon… Şayet, güneş altında gölgesi yere düşmeyen herhangi birini görürseniz anlayın ki o kimse yıllar önce vefat etmiş bir velidir; bildiğiniz manada dünya hayatında yaşam sürmemektedir…
Rüyada görülen simgeler, dünya hayatına uyarlanmaya muhtaçtır. Rüyalardaki görsellerin kodlarını çözmek için de velayet ilmine gereksinim var. “Hayırdır inşallah...” diyerek rüya tabir edilemez… Aynı rüyayı gören kimseler için dahi rüya tabiri farklı farklı olur… Bunu kimi rüya simgeleri üzerinden örnekleyelim…
Bir insan rüyasında tuvalette girer ve burada bolca insan dışkısı görür… Her yer pislik içindedir… Ayakları pislik içinde kalır, midesi bulanır… Rüyada gördüklerinden iğrenip tiksinir; ancak o pisliklerin kokusunu alamaz… Çünkü hakikatte bu rüya mekânı ortada yoktur; o rüya, yalnızca simgesel bir simülasyondur… Böylesi rüyalar; dünya nimetine, servete, bol rızka işarettir… Rüyayı gören kişinin miras ve ticaret yoluyla ileride çok zengin biri olacağını simgeler… Oldukça hayırlı ve müjdeli bir rüyadır…
Velayet yolunda velilere özgü rüyalar olur… Bu rüyaları, velayet yolunun yolcusu olmayanlar göremezler. Örneğin, velayet yolculuğunda “ölmeden önce ölmenin” sırrına ulaşan, iki defa doğan (Birinci doğum anne karnında, ikinci doğum ruhta) velilerden bazıları, rüyalarında anneleriyle cinsel ilişkiye girdiklerini görürler. Bu rüya, zahirde çok utanç vericidir. Çok ahlaksızca ve çok iğrençtir… Oysa durum hiç de öyle değildir. Çünkü bu rüya simgesi, çok büyük bir velayet mertebesini elde etmenin ilahi bir müjdesidir. Bu rüya, ruh ve nefsin evlenmesine ve bu yolla da en büyük velayet mertebesini elde etmeye işaret etmektedir. Bu velayet mertebesine, otuz bin veli içinden ya bir ya da iki kişi gelebilir. Hem de on yıllar içinde… Böylesi bir rüyayı görmek benim diyen bir velinin harcı değildir… İsterse o kimseler şeyh olsunlar… Aynı rüya, velayetle ilgisi olmayan kimseler için haram yollarla rızk elde etmeye, ahlaksızca bir hayat yaşamaya, kul hakkı yemeye yönelik ilahi bir ikazdır…
Rüyada genç bir kızla çok ateşli bir şekilde seviştiğini görmek, çoğu rüya tabircilerinin sandığının aksine hiç de güzel bir şey değildir… Böylesi bir rüya; rüya görenin dünya malına âşık olduğunu, dünyanın peşine düştüğünü, kalbinde dünya sevgisinin egemen olduğunu, Allah’ı unutup dünyaya daldığını simgeler ve bu rüya, aslında ilahi bir ikazdır…
Hak bir tarikata intisap edip de düzenli olarak Allah’ı zikreden sufilerden bazıları; rüyalarında içki, şarap, esrar ve eroin içtiklerini görürler ve uyandıklarında bu rüyadan ürpererek Allah’a sığınırlar… Oysa böylesi rüyalar, ilahi aşka yanmanın birer simgesidir ve oldukça da hayırlıdır… Ama aynı rüya, sufi olmayan kimseler için harama girmeye, serseri, sorumsuz, malayani, başıboş bir hayat sürmeye yönelik dair ilahi bir ikazdır...
Rüyada bir havaalanına gittiniz. Büyükçe bir uçağa bindiniz… Uçakta generaller var. ABD’ye yolculuk yapacaksınız… Uçak hareket eder ve bir süre sonra ABD’ye inersiniz… Bu rüya; velayete adım atmış kimseler için çok büyük bir velayet mertebesini müjdeler. Aynı rüya; velayete adım atmamış sufiler için “Allah’ı çokça zikredersen ileride velayet konağına adım atmaya nasibin var...” demektir… Yine aynı rüya; sufi olmayan kimseler için, zorluklarla karşılaşmaya, dost ve ahbapları kaybedip çevresiz kalmaya, ayakları yere basmayan, içi boş hayallerin peşinden koşarak ömür tüketmeye dair ilahi bir ikazdır…
Âlemlerin Rabbi olan Allah, sayısız âlemler yaratmış. Yarattığı âlemlere uygun düşen hayat kanunları ortaya koymuş. Örneğin meleklerin âlemi… Melekler ruhani varlıklardır. Sınava tabii değiller. Dünyadaki dağlar, denizler, yeryüzü, ormanlar melekler için “yok” hükmündedir… Dağın, denizin, yeryüzünün içinden geçip giderler… Çünkü bu objeler, melekler için yalnızca birer soyuttur simülasyondur…
Aslında, yaratılan âlemlerin tümü fani oldukları için yalnızca birer simülasyondan ibarettir. Dünyadaki nesnelerin, objelerin tümü; hakikat noktasında sadece bir rüya… Ortada ne dağ, ne deniz ne de başka bir şey var… Hepsi birer simülasyon…
Rüyada uçağa binip havalimanına gidiyorsunuz. İnsanları, yolları, evleri, dağları, denizleri görüyorsunuz… Ama bütün bunlar birer simülasyon... Çünkü mevcut dünya evreninde böyle bir şey yok…
Hasta bir yakınınızı hayal edin… Yatağına uzanmış yatıyor ve bir müddet sonra da hayata gözlerini yumuyor. Cismi yatakta duruyor. Acaba kendisi nereye gitti? Simülasyon olan evinden çıkıp gitti… Üstelik de kapıyı açmadan… Oysa hayattayken kapıdan çıkıp giderdi… Vefat eden yakınınızın ruhu, Allah’a, nefsi de Berzaha gitti… Yataktaki bedeni ise yıkanıp kefenlenerek mezara gitmeyi bekliyor…
Ölüm anındaki her insanın kalp gözü açılır… Tam o anda bakar ki eyvah dünya gerçek değilmiş ve meğerse her şey bir simülasyonmuş… Ölen kimseler, son nefeslerinde; ömür boyu simülasyon olan dünyanın peşine düştükleri için çok pişman olurlar; ama iş işten çoktan geçmiştir artık…
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz s.a.v dünya hayatını bir rüya olarak nitelendiriyor. Çünkü insanlar simülasyon olan bu dünyayı gerçek ve baki sanıyorlar. Oysa yaratılan alemlerde simülasyon olmayan iki yurt vardır: Cennet ve Cehennem. Peygamber Efendimiz s.a.v bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor.
“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar."(2)
Uykuda olanlar; simülasyon olan evreni gerçek sanan bizleriz… Uykudan uyananlarsa ölüm anında bu dünyanın simülasyon olduğunu anlayanlar... Hadisi şerifte buna işaret ediliyor…
İnsan uykusunda güzel rüyalar görür, çeşitli beldeleri gezer, muhtelif yemekler yer. Ama bunların hepsi dünyadaki gerçek şehirlere, hakikî yemeklere nispetle birer simülasyondan ibarettir ve yok hükmündedir. Rüyadan uyandığınızda gerçek sermayeniz, gerçek gıdanız ne ise onlarla baş başa kalırsınız...
Bu olayı, farklı buutlarda yaşam süren insanlar ve cinler üzerinden somutlayalım… Dünyada yaşam süren biri, hayvan tezeğini, kemiğini nasıl görür? “Bu da soru mu Allah aşkına? Nasıl görecek bayağı tezek ve kemik olarak görür tabii ki de…” dediğinizi duyar gibiyim… Aslında söz konusu tezek ve kemik; birer simülasyondur… İnsanlar, kendi görme kanunlarına göre bunları tezek ve kemik olarak görürler… Peki, cinler bunu nasıl görürler? Kendi simülasyon dünyalarının algısına göre muhteşem, çok lezzetli bir yiyecek olarak görürler… Ne kadar tuhaf değil mi? Aynı objeyi insanlar iğrenç bir şey olarak görürken, cinler bunu harika bir yiyecek olarak görüyorlar… Cinler; söz konusu tezeği ve kemiği bizim anladığımız manada yerler mi? Hayır. Çünkü yeme simülasyonu insanlar için farklı, cinler için daha da farklı… Cinler, tezeği ve kemiği bizim anladığımız manada yemezler… Kendi simülasyon dünyalarında enerjisel, kokusal bir yiyecek olarak bunlarla karınlarını doyururlar… Bu manada bir hadis…
“Allah Resulü -s.a.v- ihtiyacını giderdikten sonra Ebû Hüreyre- r.a- taharette “Kemik ile tezeği kullanmayışınızın hikmeti nedir?” diye sormuştur. Rasûlullah Efendimiz de “Onlar cinlerin yiyeceğidir.” buyurmuşlardır.” (3)
Yaratılan âlemler; farklı farklı simülasyonlardan ibarettir. Bir âlem, bir diğer âleme benzemez… Rüya gören insanların ruhları simülasyon evrenlerde dolanır... Bazen de hiç ortada olmayan sanal rüya mekânlarında… Her iki mekânda da hakaret, sövgü, gölge, koku yoktur… Çünkü bütün bunlar, sınav yeri olan dünya hayatına özgüdür…
Dünya bir simülasyondur; dünyada hayat sürenlerse gözleri açık uyuyanlar… İnsanlar, ölüm anında dünyanın bir simülasyon olduğunu anlayıp rüyadan uyanırlar… Bu defa da başka bir simülasyon olan Berzah ’ta yaşam sürerler. Kıyametle birlikte, Berzah’ın da bir simülasyon olduğunu anlarlar… Berzahta yaşayanlar; Mahşerden sonra, simülasyon olmayan ya Cennete ya da Cehenneme giderler… Araf mı dediniz? Tabii ki Araf da bir simülasyon…
Anlattıklarımızın en doğrusunu; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir.
Ferhat Saul Aaron
Hizirlayolculuk.com
Kaynaklar
1. Rahmân Suresi 37. Ayet
2. Aclunî, Keşfu'l-hafa, 2/312
3. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 32