top of page

OPR. DR. MÜNİR DERMAN’IN SIRLI SÖZLERİ ve ÇÖZÜMLEMELER

“Kırklar sofrasında bulundum… Bunlardan üç kişi ile halen haftada bir gece buluşurum… “Kırklardan mısın?” diye bana sorma… Ben, o üç ile dört yaparım… Hiç ile Kırk oluruz… Üç kişi bir de ben, bir de hiç bir taife teşkil ederiz. Gezeriz… Hem Kırkız, hem dördüz hem Hiçiz biz… Bulunduğumuz yerde Kırk oluruz biz… Çünki biz Kırklarız da ondan… Elini tutmak istediğimizde şükrün mukabili değil de bahane ararız biz… Birinde bahane bulduğumuzda ben ile üç kişi ve Hiç görünürüz… Elini tuttuğumuzu içimize alırız heman Kırk oluruz ve İki görünürüz… Ondan sonra ister görünür ister görünmeyiz biz… Biz her yerdeyiz, her yer bizdedir… Gündüz cismani, gece ruhani işlerimizle meşgulüz biz...


On üç senedir Kırklardanım… Kırkların yedinci, en genciyim… Türkiye’de üç kişi vardır Kırklardan… Üç Suriye, üç Mısır, dört Irak, yedi Medine, altı Mekke, iki İspanya, iki Hindistan, bir Kafkasya, bir Salamon adaları, bir Cava, bir Çin, bir Güney Afrika, bir Güney Amerika, dört tanesinin de yeri söylenemez… Bunların yerleri icabında derhal değişir. Hali hazıra göre söylüyoruz…


Kırklar da görünür dünya ile görünmez ruhani âlemi yekdiğerine rapteden köprü gibidirler… Yekdiğerleriyle Kırklar izni ilahi ile kendi telsizleriyle her an konuşabilirler… Yekdiğerlerini her an görebilirler… Mekân, Lamekânı setreden bir perdedir… Perdeyi kaldırdığın zaman mesafeler yok olur… Çok tuhaf söylüyoruz; cidden tuhaftır… Bu kelime gafletin ta kendisidir. Size tuhaftır, fakat asıl hakikat budur…


Kendi kendine sual: “Bu da Kırklardan olduğunu söylüyor doğru mu? Yok, canım…” Cevap: Kırkları sen boynuzlu, kuyruklu veya başka türlü mü zannediyorsun? O da kul; amma kul… Şüphe yolundan çıkmayana bir şey vermezler… Şüphe; inanmanın zelzelesidir. Hepsini yıkar yerle bir eder… Kırkları kaçırdın elinden. Allah’a ısmarladık… Hakikati herkes anlarsa dünyada kul kalmaz… Dünyada o kadar Veli’ye ihtiyaç yok… Sen yine bildiğine devam et… Bizim sözlerimiz başka mıntıkanın lakırdılarıdır…” (Opr. Dr. Münir Derman)


Rical’ül gayblar, tarikat sisteminden ayrı olan veliler topluluğudur, rical’ül gayb velileri için metafizik istihbarat elemanları da denebilir. Sahada onları gören, tanıyan, ayrımlarında olan çok az insan olur. Meğerki kendilerini tanıtmaya ruhsat verilmiş olsun, o da başka bir şey…


Ricâlü’l-gaypların şahısları değil, manevi halleri gizlidir. Yani onların velayeti, yaptıkları işler hep batındadır. Ricâlü’l-gaybdan olan velilerin halleri gizli olduğu için, yapıp ettikleri herkes tarafından anlaşılamaz. Maddî varlıkları bakımından insanlar arasında olsalar da manevi yönden insanların idrak edemeyecekleri manevi derinliğe sahiptirler. Rical’ül gayplar, görev yaptıkları grup içinde olan velileri tanırlar, başka grupta olan velileri tanımazlar. Örneğin kırklar, yedileri tanımaz… Yediler de evtadı tanımaz… Allah, dünyanın cismanî düzenini sağlamaları için bazı insanların çeşitli görevler üstlenmesini takdir ettiği gibi, aynen öyle de âlemdeki manevi ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesinde de sevdiği bazı veli kullarını istihdam etmiş. Herkes tarafından kolayca tanınmadıkları, gizli hakikatlere, sırlara vâkıf olduklarından ricâlü’l-gayb adı verilen bu seçkin kişiler arasında, bir düzen, bir hiyerarşi vardır...


Kırklardan hiçbir veliyi gösteremezsiniz ki “ne türden manevi işler yapıp ettiğini” anlatıyor olsun. Bu, mümkün değil… Toplantılarında ne yaptıklarını, neler konuştuklarını, gayb âlemlerinde ne türden tasarrufta bulunduklarını söylemezler, bu, kırkların en belirgin özelliğidir, daha doğrusu bütün rical’ül gayb adamlarının… Eşleri, çocukları, aile yakınları, talebeleri, arkadaşları, dostları kısaca hiç kimse kırkların manevi olarak ne yapıp ettiklerini bilemez, kendileri de anlatmaz.


Bazıları, “Ben üç ile dört yaparım da ne demek? Zaten bir kişi üç kişi ile yan yana gelince toplamda dört kişi eder, bunu bilmeye ne var?” diyebilir. Derman’ın söylediği dört, nicelikten ayrı, anlam derinliği olan manevi bir metafordur. Dikkat ettiyseniz Derman’ın bir araya geldiği üç kişi ve hiç, kırklardan olan veliler. Derman, bu sözleri, kendi başına bulunduğu düzlemde söylemiyor, bir araya gelmenin velayet sırrına bağlı olarak söylüyor.


Rical’ül gayb grupları içinde adlarına “evtad” denen, dört büyük veli vardır. Bunlara, evtad-ı erbaa yani dört sütun direk denir. Bunlar, Allah’ın izniyle yeryüzünün dört bir yanını yöneten rical’ül gayb velileridir. Evtadlardan her birinin kalbi, bir peygamberin kalbi üzerinedir ve dört büyük meleğin ruhaniyetinden yardım gördükleri söylenir.


Velilerde kimi zaman, kendi velayet makamlarının çok üzerinde manevi haller açığa çıkabilir. Bir bakarsınız bir veli kırk olur, bir bakarsınız aynı veli yedi olur, bir bakarsınız kutup olur, bir bakarsınız evtad olur… Oysa o veli, ne kırktır ne yedi ne kutup ne de evtad… Bunlar o velinin makamı değildir, o an için kendi üzerinde açığa çıkan manevi hallerdir, yani gelip geçici… Derman, “Ben üç ile dört yaparım.” sözüyle, bazen o üç kişiyle bir araya geldiklerinde “evtad” mertebesinde olan bir velinin manevi hallerinden kendilerine yansımaların olduğuna, bunun bir adım ötesinde de bir evtad gibi bazen üç kişiyle gayb âleminde tasarruf ettikleri zaman dilimine atıf yapıyor.


Bazıları, hiç ile kırk oluruz da ne demek? diye bir sual sorabilir. Hiç kim? Öz geçelim… Hiç, zahiren ve batınen kendisinde bir fazilet görmeyen, kıyafet seçkisi olarak halkın kıyafetini giyen, kendisinde açığa çıkan velayet hallerini asla sahiplenmeyen ve bunları hep Allah’a veren, kendisine asla veliliği layık görmeyen, Allah’ın bütün kullarını kendinden üstün gören, günahkâr bomboş bir kul olduğuna inan, kusur görmeyen, hiç kimsenin ayıbını araştırmayan, bütün insanları Allah’ın kulu olarak görüp seven, veli olarak bilinmekten sakınan, diğer insanlardan ayrıcalıklı hiçbir özelliğinin olmadığına inanan, öldükten sonra cehenneme gideceğine; günahkâr, berbat bir insan olduğuna yürekten inanan, tanınmayan, bilinmeyen, parmakla gösterilmeyen veli… Hiç, rical’ül gayb velisidir, kırklardandır. Yukarıda saydığımız özelliklerinden dolayı Hiç, tek başına manevi olarak kırk hükmündedir ve Hiçin bu özelliği, kırkların velayetini tek başına kendinde cem etme sırrını açığa çıkarır. Derman, bundan dolayı Hiç ile bir araya geldiklerinde kırk yaptıklarını söylüyor. Yani Derman; o üç kişi ve hiçle, hem dört hem kırk hem de hiç oluyor. Bu, çok özel bir durum…


Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir? Hiç olan bir velinin kırklardan olması şart mı? Hayır. Kırkların dışında da hiç meşrebinde olan rical’ül gayb velileri de var. Ya tarikatlardaki veliler içinde? Pek ender…


Derman’ın, “Bulunduğumuz yerde Kırk oluruz biz; çünkü biz Kırklarız da ondan…” sözü; söz konusu üç veliyle bir araya geldiklerinde kırklar hükmünde olduklarına yönelik bir metafordur. Bir adım ötesinde de bulundukları yerde kırk olma sırrına sahip olduklarını açıklıyor. Biraz açalım… Kırkların tümü, ayrıcalıklı ve çok özel ledün ilmine sahiplerdir. Bu ledün ilmiyle birbirlerini görürler, dünyanın hangi coğrafyasında olurlarsa olsunlar, kalp gözüyle birbirlerini görüp bir aradaymış gibi toplantı yapabilirler. Yani, fiziksel olarak bir araya gelmeye gereksinim duymazlar. Tayyı zamanla bir araya gelmeyi mi kastediyoruz? Hayır… Tayyı zaman, başka bir coğrafyaya bir anda cismiyle gitme sırrıdır. Kırklar, tayyı zaman yapmazlar; çünkü kalp gözüyle istedikleri zaman bir arada olurlar… Öyleyse birbirleriyle nasıl konuşurlar? Kırklarda, esrarlı ve çok özel ledün ilmi var. Kırkların manevi telefonları var… Bulundukları yerde bir birleriyle konuşabiliyorlar.


Bazı meraklı okurlar şöyle bir sual sorabilirler: “Derman, dünyanın değişik coğrafyasındaki kırklardan söz ediyor… Cava, Çin, Güney Afrika, İspanya, Salamon Adaları, Hindistan… Bu coğrafyada, farklı diller konuşulduğuna göre, bir birleriyle nasıl anlaşabiliyorlar? Kırklarda, manevi bir telefon olduğunu söylemiştik. Kırklardan olan veliler, kendi ana dilleriyle konuşurlar. Allah, söz konusu konuşmayı karşısındakilerinin ana dilinde işittirir. Aynı durum, Yedilerde de var… Örneğin Derman, ana diliyle Türkçe konuşuyor. Kendisini dinleyen ve farklı ana dilleri olan diğer kırklar; kendi ana dillerinde konuşmayı anlıyorlar. Bu durum, Allah’ın yüce bir kudreti ve mucizesidir.


Peygamberlerin bazı mucizeleri, velilerin kerametleri bilime gösterilen bir ufuk… Bilim insanları, bir gün gelecek peygamberlerin bazı mucizelerini, velilerin kerametlerini bilimsel olarak gerçekleştirecekler.


Bir örnek verelim. İsa Mesih ölüleri Allah’ın izniyle diriltti. Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri de ölüleri Allah’ın izniyle diriltti… Bu mucize ve kerametler bilime nasıl ufuk gösterebilir? Bu mucizeler ve kerametler bilime tabii ki ufuk gösteriyor, gün gelecek ölenlerin DNA’larından kopyalamalar yapılabilecektir. Ve kopyalanan kişiler, Allah’ın izniyle yeniden hayat bulabilecekler… Şimdilik bu, deneme aşamasında, bilim insanları bunun üzerinde çalışıyorlar… Burada, neye hayran olmak gerekiyor, bilim insanlarına mı? Hayır. Tabii ki Allah’ın Âlim esmasının bilimsel araştırmalarda açığa çıkan tecellisine, dolayısıyla Allah’ın sonsuz kudretine hayran olmak gerekiyor.


Derman’ın, “Elini tutmak istediğimizde, şükrün mukabili değil de bahane ararız biz… Birinde bahane bulduğumuzda ben ile üç kişi ve Hiç görünürüz… Elini tuttuğumuzu içimize alırız, hemen Kırk oluruz ve İki görünürüz…” sözünden ne anlamalıyız?


Kırklar bazen veli, bazen meczup, bazen günahkâr bir zındık olarak görünürler. Burada, elinden tutulmak istenen kişi, kırklar içine alınacak olan, üzerinde sınama yapılan kişidir. Bu kişiye bazen veli, bazen meczup, bazen de zındık yani, günahkâr berbat biri olarak görünür, kendisini uzun süre sınarlar. O kişi, meczup ve zındık görünen kırklar hakkında kalbini bozmazsa, saygısını, sevgisini kaybetmezse Derman ile birlikte üç veli ve Hiç kendisine görünürler. Onun elinden tutarlar ve onu aralarına alırlar. Bu, herkes için mi geçerli? Tabii ki değil… Yalnızca kırklar içine alınacak olan, sınanan kişiler için geçerli… O dönemde, kırklar içine alınacak kişileri sınayan veliler içinde şunlar var: Derman, üç veli ve Hiç… Kırklardan olan veliler, la-mekân (mekânız) âleme geçerek görünmez olurlar. La-mekândan, mekâna geçerek de görünürler. La-mekâna geçen bir kırklar velisi, bize göre somut olan bir nesne içinden geçebilir mi? Evet, Allah’ın izniyle geçebilir… Bu, yüce Allah’ın kırklara bahşettiği bir sır… Aynı durum, yediler için de söz konusu…


Bazıları şöyle bir sual sorabilir: “Kırklar kırk kişi midir? Kırklardan ölenler olsa ve yerlerine de herhangi biri getirilmezse ne olur? Örneğin, kırklardan yedisi ölse ve hiç kimse de yerlerine alınmazsa kırklar otuz üç kişi mi kalırlar?”


Kırklar, kırk kişidirler… Bu sayı ilahi bir sır, “mim” harfinin sırrı… Şayet, kırklardan herhangi biri ölse, yerine de hiç kimse alınmazsa ölen kırklardan biri o boşluğu doldurur… Kırklardan yedi kişi ölse, yerlerine hiç kimse alınmazsa, ölen kırklardan yedi kişi o boşluğu doldurur, böylece kırk olurlar. Ölenlerden kırklara katılan veliler, soyut âlemde mi kalırlar? Hayır, işleri olduğu zaman cisimleriyle dünya hayatına gelebilirler. İsterlerse görünürler, istemezlerse görünmezler… Toplantılara katılırlar… Onlar, nasıl tanınırlar? Söz konusu veliler, cisimleşip görünseler dahi güneş altındayken gölgeleri olmaz, yani gölgeleri toprağa düşmez… Şayet, güneş altında gölgesi toprağa düşmeyen birini görürseniz bilin ki o, ölmüş bir velidir… O dönemde, Derman, üç veli ve Hiç, birlikte kırklar içine bazı kişileri almışlar, böyle bir görev yapmışlar. Yani ellerini tuttukları kişiyi kırklar içine almışlar, kırk olmuşlar ve İki görünmüşler.


Burada şöylesi bir sual sorulabilir: “İki görünmek de ne demek?” İki görünmek, la-mekâna geçiş anında iki velinin görünen somut evrende kaldığını, diğerlerinin soyut evrene geçmesini vurgulamakta. Yani toplam altı veliden ikisi, o an için görünür âlemde kalmış; diğerleri, soyut evrene geçip görünmez olmuşlar. Görünür âlemdeyse –dünyada- iki kişi kalmış… Yalnızca, o an için… Kırklar, gayb âlemiyle dünya arasında köprüdürler. İki âlem arasındaki her türden geçişler, ilişkiler kırkların tasarrufu, dahliyle gerçekleşir. Kırklar, isterlerse görünürler; istemezlerse görünmezler… Onlar, cisimleri ve ruhlarıyla her yerdeler… Her yer onlardadır… Gündüzleri işlerine güçlerine bakarlar, geceleri de ruhani işlerini yaparlar… Gecede, çok büyük bir sır var.


Derman’ın, “…dört tanesinin de yeri söylenemez… Bunların yerleri icabında derhal değişir. Hali hazıra göre söylüyoruz…” dediği dört veli kim? Neden bunların yeri söylenemez? türünden sorular hatıra gelebilir. Derman’ın yerini söyleyemediği, dört veli sürekli koordinat değiştirmekte… Yani diğerleri gibi sabit bir coğrafyada yaşam sürmüyorlar. Bunlar, cinlerden olan kırklardır, kırklar içinde cinlerden de veliler var... Cinlerden olan kırkların sabit konumları olmaz…


Rical’ül gayb velileri inkâr perdeleriyle örtülüdür. Kıyafetleri, ketumlukları, oturup kalkmaları genellikle velayetlerini inkâra kapı aralamaktadır. Derman’a bir bakın. Sakal yok, bıyık yok, saçları uzun. Pantolon ve tişört giymekte… Ortalama bir doktor gibi oturup kalmakta, manevi derinliğini hiç kimseye yansıtmamakta, ortalama bir insan gibi konuşmakta, işine gücüne bakmakta… Yaşadığı dönemde de ve daha sonraları da Derman’ın dış görünüşüne bakıp buna göre kendisini değerlendiren, veliliğini inkâr eden yığınla insan olmuş. Bu haliyle, kırklardan olduğunu söyleyince de “Yok canım” diyerek kendisine burun kıvırmışlar. Onların nasipleri bu… Yakınında bulunan, sohbetini dinleyenlerden pek çokları da Derman’ın kıyafetine; sakalsız ve bıyıksız olmasına bakarak kendisine kuşkuyla bakmışlar. Acaba?! Velayetinden kuşku edilen bir tek Derman mıdır? Değil tabii ki de… Velinin veli olduğuna iman etmek herkese nasip olmaz. Allah, layık olmayanlara böylesi bir ihsanı nasip etmez… İkiyüzlü, kuşkucu, samimiyetsiz, iyi niyet yoksunu, anlayışsız, bön, cahil, kibirli, kendini beğenmiş kişilerin nasipleri, boş kuruntularıdır, söz konusu velinin dostluğundan mahrum kalmaktır… Derman, böylesi zümrelere şöyle sesleniyor:


“Kendi kendine sual: “Bu da Kırklardan olduğunu söylüyor doğru mu? Yok, canım…”Cevap: Kırkları sen boynuzlu, kuyruklu veya başka türlü mü zannediyorsun? O da kul; amma kul… Şüphe yolundan çıkmayana bir şey vermezler… Şüphe; inanmanın zelzelesidir. Hepsini yıkar yerle bir eder… Kırkları kaçırdın elinden. Allah’a ısmarladık… Hakikati herkes anlarsa dünyada kul kalmaz… Dünyada o kadar Veli’ye ihtiyaç yok… Sen yine bildiğine devam et… Bizim sözlerimiz başka mıntıkanın lakırdılarıdır…”


Allah’ın velilerine, gizli ya da açık bir şekilde düşman olanlara yazıklar olmuş… Allah, velilerin yanında olan, içi bozuk, ikiyüzlü böylesi kimseleri, bir fitne çıkarıp önünde sonunda o veliyle karşı karşıya getirir… Bu, kaçınılmaz bir sondur… Sonra da bir sille vurup söz konusu sahteleri velinin yanından uzaklaştırır. Helak olup gitmeleri için de Allah, velilerini kötülemeleri, karalamaları için kendilerine fırsat verir… Böylesi kimselerim çocukları dahi veliye düşman olmanın lanetinden uğursuzluk taşırlar... Şeyh’ül İslam Herevî Hazretleri böylesi kimseler için şöyle der:


"Allah dostlarına gizli ve aşikâr buğzetmek öldürücü zehirdir. Onları kötülemek, yermek, ayıplamak ebedî nimetten mahrumiyeti gerektirir. Allah, her kimin perişan olmasını dilerse, onu aleyhimize düşürür. Bizi ayıplamaya ve gıybetimizi etmeye başlar…"


Derman, yeryüzünde Kırkların yüzakıdır, “Allah Dostu Der ki” eserinin bir benzerini yazmak hiçbir Kırka nasip olmamış. Derman’ın eserleri, herkesin eline geçmez, geçse de okuyamaz, okusa da hiçbir şey anlayamaz… Kendisi bunu söylemekte… Gerçek de böyle…


Derman’a, rical’ül gayb adamlarına; velilere, evliyalara; onları gönülden seven bütün Müminlere selam olsun…


Yukarıda söylediklerimizin en doğrusunu yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

bottom of page