top of page

OPR. DR. HÜSEYİN MÜNİR DERMAN’IN SIRLI SÖZLERİ VE ÇÖZÜMLEMELER…

“İslam için ölümün görünüşü ölümdür, iç yüzü diridir. Ölümün içi de ölüm olsa bırakalım camiyi çıkalım dışarı… Bize sual yok bir şey yok ne yapacağız burada?!”  - Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman


İnsan; küçük kâinatın büyük sırrı... İnsan; sıfattan, zata; Allah’ın isimlerine ayna olan, bu isimleri yansıtan ve kutsal emaneti yüklenip taşıyan tek varlık… İnsanın hem zahiri hem de batını yönü mevcut… İnsanlardan çok azına, batınlarını bilmek nasip olur… Peygamberler, evliyalar, veliler hariç…


Her insanda, gül katmanı gibi iç içe dürülü üç hayat unsuru bulunur: Fiziksel beden, nefis ve ruh. Üç unsur bir arada olmaksızın insanların dünyada yaşam sürmeleri olanaksız… Anne karnında hayat bulan bebeğe, Allah tarafından, iç içe geçmiş üç unsur giydirilir… Ruh ve nefis, Emir âleminden anne karnındaki bebeğe gelip yerleşir, fiziksel beden de alt-üst soybağı genetiğiyle bebeğe geçer. Fiziksel soybağı genetiği bir kaderdir… Bebeğin yeteneği, zekâsı, fiziksel hastalıkları, siması vb. hep fiziksel soybağı kader genetiği aracılığıyla bebeğe geçer. Bu genetik aktarım; Âdemsel bir soybağı kaderidir. Anne karnındaki bebeğe, soybağı yoluyla; yalnızca fiziksel genetik aktarım olmaz, ruhsal genetikler de fiziksel soygelimine eşlik ederler. Korku, depresyon, fobi, anksiyete, sosyal fobi, kişilik bozukluğu, bipolar, obsesif kompulsif bozukluk, şizofren; içe kapanıklık, dışa dönüklük, küsmek, cesaret gibi ruhsal özellikler de, büyük oranda ruhani genetik kaderle bebeğe geçer… Soybağından bebeğe geçen fiziksel- ruhsal özellikler, hakikat noktasında birer genetik kaderden başka bir şey değil…


Ruh, Allah’tan bir nefestir… Fakat ruh, Allah değildir… Bir bilgisayarı hayal edin… İçinde her türden teknik bilgi donanımı var. Raflarda satılmayı bekleyen bir bilgisayar, enerji, güç bataryası olmaksızın kesinlikle çalışamaz. Ne zaman ki bilgisayarın fişi prize takılıp açma düğmesine basılır o zaman bilgisayar çalışmaya başlar… Güç bataryası olmaksızın, hiçbir bilgisayar çalışmaz. Emir âleminden gelen ve anne karnındaki bebeğe hayat veren Ruh, ruhani bir enerjidir… Ruh olmaksızın insan hayat bulamaz, tıpkı elektrik olmadan bilgisayarın çalışmadığı gibi…


Nefis nedir? Âlemi Emirde yaratılmış olan ruhani bir öz… Nefisler ne zaman yaratılmış? Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın “ol” emriyle Âlemi Emirde yaratılmış… Ne kadar nefis yaratılmış? Kıyamete kadar dünyaya gelecek olan insan sayısınca… Kıyamete kadar dünyaya gelecek olan her insanın nefsi Âlemi Emirdedir… Ne zaman ki bir erkek ve kadın evlenip cinsel ilişki yaşarlar, bebek, Allah’ın takdiriyle anne karnında büyümeye başlar, işte o zaman Emir Âleminden gelen ruh ve nefis bebeğe yerleşirler ve insanın hayat bulma hakikati ortaya çıkar…


Burada bazı sorular hatıra geliyor: Acaba, kadınlarla erkeklerin nefisleri aynı mıdır, ayrı mıdır? Kadınlar, evlenecekleri insanın Âlemi Emirdeki nefislerinden mi yaratılmışlardır? Pek çok İslam âliminin dillendirdiği gibi acaba kadınlar, eşlerinin kaburga kemiğinden mi yaratılmışlardır? Bu türden birçok soru hatıra geliyor.


Kadınların ve erkeklerin nefisleri, olanca gücüyle kötülüğü emretme özelliği bakımından birebir aynıdır. Ancak dünyaya meyletme; cinsel tutkular, cinsel yönelim şekli bakımından kadın-erkek nefisleri tümüyle birbirinden farklıdır… Şehvet ve cinsel istek; kadın ve erkeklerin her ikisinde de var; ancak cinsel yönelim duygu durumları, erkeklerde erkeksi, kadınlarda ise kadınsıdır… Yani birbirlerinden tamamen faklılar… Dünya nimetlerini sevme elde etme istekleri de çok farklı… Kıyafet seçkileri de öyle…


Kadınlar, kimi İslam âlimlerinin ön gördükleri gibi evlenecekleri erkeklerin nefislerinden yaratılmamışlardır. Ayrıca, pek çok İslam âliminin ön gördüğü gibi kadınlar, evlenecekleri eşlerinin kaburga kemiğinden de yaratılmamışlardır. Bu düşünce, tahrif edilmiş Tevrat ve İncil’de geçen, Âdem ve Havva’nın yaratılışıyla ilgili hurafe bir öyküden dayanağını almakta…


Kadınlar, yaratılıştan narin ve hassastırlar… Ruhsal yaratılışları gereği Kaburga kemiğine benzerler, düzeltmeye çalışırsanız kırılırlar, mealindeki hadisi şerifi, kimi İslam âlimleri kadınlar eşlerinin kaburga kemiğinden yaratılmıştır, şeklinde anlayıp Kuran hakikatinin dışına çıkmışlardır… 


Kuranı Kerinde, kadınların, eşlerinin kaburga kemiğinden yaratıldığına dair bir tek ayet gösteremezsiniz… Dünya var olalı beri, milyarlarca kadın evlenemeden bu dünyadan göçüp gitmiş… Hani eşlerinin kaburga kemiğinden yaratılmışlardı, eşleri nerede? Yok! Öyleyse nasıl oluyor da bu kadınlar eşlerinin kaburga kemiğinden yaratılmış oluyorlar? Ergenliğe adım atmadan ölen milyonlarca kız çocuğu var… Onlar acaba hangi erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmışlar? Eşinden boşanıp başka biri ile evlenen milyonlarca bayan var, acaba hangi eşlerinin kaburga kemiğinden yaratılmışlar? Bu soruların mantıklı, gerçekçi, tutarlı hiçbir yanıtı maalesef ortada yok…


Medreselerde, tarikat dergâhlarında kimi hurafeler maalesef din şeklini alıyor, sonra da bu hurafeler kalıcı bir şekilde toplumda kökleşerek dal budak salıyor. Günümüzde; kadınların, eşlerinin kaburga kemiğinden yaratıldığını ön görmeyen kaç medrese âlimi, kaç dergâh şeyhi çıkar? Azlardan da daha az… Ortada iki İslam var: Birincisi Allah’ın indirdiği İslam; bir diğeri de mollaların, sözde şeyhlerin uydurdukları İslam…

Nefis, olanca gücüyle kötülüğü emreden ruhani bir özdür… Nefis; fiziksel bedende yer alan insan organlarından herhangi biri değildir. İnsanın fiziksel bedeninde; olanca gücüyle kötülüğü emreden, kaburga kemiği, böbrek, ciğer, kalp, bağırsak, mide, göğüs kafesi vb. yoktur; çünkü fiziksel bedendeki organlardan hiçbiri “nefis” değildir. Nokta!


Nefis; fiziksel beden organlarından herhangi biri olmadığına göre, nasıl oluyor da kadınların nefsi eşlerinin kaburga kemiğinden yaratılıyor? Akıllara ziyan… Böylesi durumlarda, medrese mollaları, sözde dergâh şeyhleri hemen koşup Sahihi Buhari ve benzeri hadis kitaplarına bakıyorlar… Kurana bakmazlar, çünkü bu işlerine gelmez… Tahrif edilmiş, uydurma hadisleri okuyup hemen yaygarayı koparmaya başlarlar: Molla Seyda, falan şeyh hadisi şerifte okumuş ki “Kadınlar erkeklerin kaburga kemiğinden yaratılmıştır!” Böylesi mollalar, şeyh efendiler, acaba Kuranı kerim ayetlerine bakmayı hiç akletmezler mi? Etmezler efendim; çünkü onlar, çoğunlukla düşünüp anlama erdeminden yoksunlar…


Kuran ayetlerine aykırı düşen bir hadisi şerif olamaz, şayet oluyorsa ya söz konusu hadis tahrif edilmiştir ya da tümüyle uydurmadır. Hiçbir hadisi şerif Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın indirdiği Kuranı Kerime, kesinlikle aykırı olamaz…


Nisa süresinin 1. Ayetinde bütün insanların tek bir nefisten yaratıldığı açıkça zikrediliyor… Aynı nefis özünden kadınların da yaratıldığı vurgulanıyor. Suphan Allah kimi İslam âlimleri de “Sizleri tek bir nefisten yaratan ondan da eşini yaratan…” ayetini şu şekilde anlıyorlar, “ Sizleri Âdemden yaratan, ondan da eşini yaratan…” Bu İslam âlimleri; sanırım, nefis, ruh ve fiziksel bedenden tümüyle habersizler… Allah, kendilerine akıl fikir versin…


“Ey insanlar! Sizleri tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve o ikisinden de birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının. Kendisiyle istediğiniz Allah’tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” -Nisâ suresi,1. Ayet.


Nefsi; Âdem aleyhi selam olarak anlayan mollalar mı dersiniz, kadınların eşlerinin kaburga kemiğinden yaratıldığını ön gören şeyh efendiler mi dersiniz… Sağanak halinde her yerden cehalet yağıyor… Bir molla ya da şeyh efendi ki “nefsi” Âdem aleyhi selam ya da erkeğin kaburga kemiği olarak anlıyor, böylelerinin Allah katındaki unvanları: Düşünüp anlama erdeminden yoksun cahildir!


Kuranı Kerimde, nefse bütüncül olarak yüklenen anlam: “Olanca gücüyle kötülüğü emreden” manevi bir öz olması…


Yusuf suresi 53. Ayette nefsin, olanca gücüyle kötülüğü emreden bir öz olduğu açıkça dillendiriliyor. Yani kimi mollaların, şeyh efendilerin ön gördükleri gibi nefis Âdem aleyhi selam da kaburga kemiği, böbrek, ciğer de kesinlikle değil…


“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir, dedi.” - Yusuf suresi, 53. Ayet.


İslam’da ölümün görünüşü ölümdür, ne demek? Yazı başında dillendirmiştik. Her insan üç bileşenden meydana gelir: Fiziksel beden, ruh, nefis… Bu üç unsur bir arada olmaksızın hiçbir insan dünyada hayat süremez.


Âlemlerin Rabbi olan Allah, her varlığa bir ecel vakti tayin etmiştir… Buna yıldızlar da dâhil… Her insanın, ne zaman, nerede, ne şekilde öleceği Allah katında kesinleşmiş ve hükme bağlanmıştır. Bu hükümde hiçbir değişim söz konusu olmaz…


Dünya hayatı gelip geçicidir ve aldatıcı bir oyundan ibarettir; çünkü dünyadaki her şey yeniden, eskiye; hayattan, ölüme doğru akıp gitmektedir ve her yaratılan fanidir. Baki kalan yalnızca Allah’tır. On altı yaşındaki bir gencin güzelliği, çekiciliği, enerjisi; seksenli yaşlarda hani nerede? Her şey yokluğa doğru gidiyor…


Ruh, insanı canlı tutan ilahi bir nefes; ancak ruh, Allah değil… Nefisse, olanca gücüyle kötülüğü emreden ruhani bir özdür ve fiziksel bedenle varlığını sürdürmektedir. Ruh ve nefis olmaksızın yaşam sürmek olanaksız…


Acaba ecel vakti neler olup bitiyor? Ölüm anında, her insanın kesinlikle kalp gözü açılıyor, ölüm meleklerini ve şeytanı görüyor. Şeytan; Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın emriyle ölen kimselere, annesi, babası, kardeşi, sevdiği bir dostu şeklinde geliyor… Kalp gözü açılan ve ölmekte olan kimse, artık buut değiştirmiştir. Zahiri gözle tavana, şuraya buraya donuk donuk bakıp durur. Ölüm melekleri tarafından dili alınır, beden tutulur… Şeytan bu haldeyken ölmekte olan insanla diyaloga geçer… İmanını vermesine mukabil, kendisine yardım sözü verir ve buna benzer daha pek çok şey… Bu, çok korkunç bir fitnedir… Molla, veli, evliya, şeyh bilinen ve parmakla gösterilen nice insan, ölüm anında imansız olarak gitmişlerdir… Bunların içinde tayyı zaman yapan veliler de var… Tarih bunun binlerce örneğiyle dolu…


Burada şöylesi bir sual hatıra gelebilir: “Adama araba çarpıyor ve anında ölüyor ya da adamın kalbi duruyor bir saniyede “küt” diye gidiyor… Şeytan bunların imanını almak için nasıl gelsin ki? Yatakta ölmüyorlar ki…” Bu, doğru değil… Bir kimse nasıl ölürse ölsün, ister yatakta, ister kazada, ister kalp sektesinden, manevi âlemde şeytan kesinlikle karşılarına dikilir ve imanlarını almak için kendileriyle pazarlığa başlar…


Ölüm meleğini, korkunç ya da olağanüstü güzellikte getiren şey insanın kendi amelidir… Allah ile olan irtibatıdır...


Pek çok insan, tarikata intisap etmenin ne anlama geldiğinin maalesef idrakinde değil… Hakiki bir insanı kâmilin eliyle tarikata giren bir kimse, hakikat noktasında Allah’a intisap etmiş hükmündedir. Şeriatın sınırları içinde kalıp Allah’ı zikreden sufilere, Âlemlerin Rabbi olan Allah, silsiledeki evliyaların ruhlarını ölüm anlarında yardıma gönderir. İmanlarını şeytana kaptırmaz. Kabir sorgusunda da Mahşerde de o nurani silsiledeki evliyaların ruhaniyetleri sufilere yardım ederler. Bu yardımı da Âlemlerin Rabbi olan Allah yaptırır. Tarikata intisap etmiş sufilerin ölüm anında, kabirde, mahşerde şansları çok büyük…


Şayet insanlar tarikata intisap etmenin faziletini bilselerdi, hakiki bir mürşit bulmak için yollara düşerlerdi…


“Her nefis ölümü tadıcıdır. Hiç şüphe yok ki sizlere ecirleriniz Kıyamet gününde ödenecektir. Artık kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete girdirilirse necat bulmuş olur. Ve dünya hayatı ise bir aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” -Al-i İmran suresi, 185. Ayet.


Ölüm melekleri; ruhu ve nefsi, cesetten söküp çıkarırlar. Bu yolla da ölüm gerçekleşir… Ölüm azabı ya da ölümün bir hazza dönüşmesi kişinin; Allah katındaki yeriyle ilgili bir durum... Bir şehit ölüm anında, ilahi aşkın neşesiyle çıldırırken; Cehennem ehli olarak ölen bir kimsenin yaşadığı acıyı dünyada tarif edecek kelime yok…


Ruh ve nefis fiziksel bedenden çıkınca geriye; yalnızca “ölü” olarak nitelendirilen fiziksel bir beden kalır… Hocalar onu yıkarlar, beyaz kefene sararlar, tabuta koyup sonra da torağın bağrına gömerler. Ölen her insanı, ilk önce toprak sorguya çeker… Çünkü ilk önce toprağın onu kabul etmesi gerekmektedir…


İnsan topraktan yaratılmıştır, yolun sonunda da yine toprağa döner… Peki, ölen insanın ruhu ve nefsi nereye gitti? Ruh, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, nefis de kabir denen berzaha gider…


İslam’da ölümün görünüşü ölümdür… Ölen her insan, öldüğü yaşıyla, fiziksel beden görseliyle ruhani bir öz olan nefsiyle Berzah ’ta hayatını sürdürür… Ölmeden önce, bir insanı insan yapan beyindeki her düşünce, nefis görseliyle Berzah ‘ta yaşamaya devam eder… Berzah ‘ta nefissel bir yaşam söz konusudur, yani ruhani… Berzah ‘ta yeme-içme, evlenme, ibadet yoktur… Öyleyse ölümün içi, ölüm değildir… Ölümün içi ölüm değildir, şayet ölümün içi ölüm olsaydı; ibadet yapmaya kesinlikle gerek kalmazdı… Ölümün içi ölüm olsaydı, Cennet ve Cehennem de yok hükmünde olurdu ve dolayısıyla sorgu-sual de olmazdı. Ölümün içi ölüm olsaydı insanın ruhu ve nefsi de ölürdü… Berzah ‘ta hayat sürmezdi… Oysa durum hiç de öyle değil… Ruh, Allah’a yükseliyor, nefis Berzah'ta yaşamaya devam ediyor, cisim toprak oluyor… Yani ölümün iç yüzünde insanlar, sonsuza kadar hep diri kalıyor…


Peki, Mahşer günü ne oluyor insan denen meçhule? Âlemlerin Rabbi olan Allah, ölen insanları, kuyruk sokumlarındaki bir atomdan tekrar diriltiyor. Dirilen bu bedene ölen insanların Berzahtaki nefisleri yerleşiyor. Mahşer günü, her insan dünyadaki yaşıyla, anadan doğma, çırılçıplak bir vaziyette Allah’a hesap vermek için bekletiliyorlar. Burada şöylesi bir sual hatıra gelebilir… “Dünyada oldukça albenili, güzel, çekici bir fizikle yaratılmış olan Cehennemlik bir insan, Kıyamet günü de aynı güzellikte mi olacak?


Hayır! Cehenneme gidecek insanlar, Dünyadaki fiziksel görünümleriyle yaratılmayacaklar. Örneğin; görmek, konuşmak, işitmek, yürümek Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın insanlara bahşettiği çok yüce ihsanlardır. Görmek, konuşmak, işitmek, yürümek Cennet hayatının en büyük hazları arasındadır. Dünyada da öyle değil mi? Bir an sağır, kör, dilsiz olduğunuzu, yürüyemediğinizi hayal edin… Hayatınız bir anda Cehenneme döner ve çekilmez olur… Âlemlerin Rabbi olan Allah, ister Müslüman isterse kâfir olsunlar Cehenneme girecek olan kimseleri, Kıyamet günü; kör, sağır, dilsiz ve yürüyemez bir halde, çirkin bir surette yaratır. Bu hüküm kesindir ve Allah vadinden asla dönmez… Cehennemlik Müslümanlar ve kâfirler Kıyamet günü kesinlikle yürüme nimetinden mahrum olacaklar; bir yılan gibi, yüzüstü sürünerek Mahşer yerinde kör, sağır ve dilsiz olarak toplanacaklar. Bu hüküm kesindir ve Allah asla vadinden dönmez…


“Allah kimi doğru yola iletirse, doğru yolda olan işte odur. Kimi de yoldan saptırırsa artık bunları Allah’tan başka koruyacak kimseler bulamazsın. Kıyamet günü onları kör, dilsiz, sağır olarak yüzüstü haşrederiz. Sonunda varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi dindikçe, onlar için her defasında çılgın alevi yeniden körükleriz.” -İsra suresi, 97. Ayet.


Ölümün bir zahiri yüzü vardır, bir de batıni yüzü… İslam’da fiziksel ölümün görünüşü, ölümdür... Ölümün batıni yüzünde ise ölen kimselerin Berzah ‘ta yaşam sürdükleri görülür. Yani, dünyada ölenler, nefisleriyle ruhani olarak yaşarlar, yani ölümün iç yüzünde ölmeyip diri olurlar… Şayet ölümün içi de ölüm olsaydı, Berzah ‘ta hayatın devam etmemesi icap ederdi… Berzah ‘ta hayat olmasaydı, ibadete gerek olmazdı; çünkü sorgu-sual ortadan kalkardı… Ölümün içi de ölüm olsaydı, ibadete ne gerek olurdu? Nasıl olsa sorgu yok, sual yok insanların camilerde ne işi olurdu?


Cennetlik Müminler için ölüm; çileli, yorucu, keder dolu fani dünyadan, sonsuz güzellikteki Ahiret yurduna, kalpte sızı sonsuz aşkı yaşamaya bir göçtür; belki ebedi bir istirahate ve huzura açılan bir kapıdır… Ölüm, Cehenneme gidecek olan Müslümanlar ve kâfirler için sonsuz bir azabın, işkencenin başlangıç zamanıdır. Allah, Müminleri ve bizleri, böylesi bir akıbetten korusun, âmin…


Anlattıklarımızın en doğrusunu; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

bottom of page