top of page

Rical’ül-gayp Kırklar Evliyası Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman Notları

RİCALÜL GAYP KIRKLAR EVLİYASI OPR. DR. HÜSEYİN MÜNİR DERMAN’IN ESRARLI GAYP SOHBETİ…

Dindarların ekseriyetinin marazi bir arzu ve bilgisizlikle sarıldığı, bilgin diye geçinen birçok aydınların esasını bilmediği halde basit bir mantık ve insiyakla dudak büktüğü, filozofun modası geçmiş bir gelenek diye mırıldandığı, spritüalisin hissedip üzerinde fikir yürütmeyip, bocaladığı; materyalistin Allahsızlık bayrağı altında beşer kütlelerine saldırdığı bir mevzu olan ve insanoğlu ile doğan fıtri hasletlerin anası, din hakkında konuşacağım… Bilgim hududu içinde, heybemdeki hakiki temiz malzeme ile söyleyeceğim. Yalnız ricam şudur: Beni dikkatle dinleyiniz!.. Sözlerimde bilgisiz, din müdafilerinin saldırgan ve insanı hor görme tarzına tesadüf edemeyeceğiniz gibi dine hücum eden zavallı materyalist zihniyetin de izlerini bulamayacaksınız.. Bu iz bulmama onlara tenezzül etmeme keyfiyetinden ileri gelir. Yoksa acizden değil... Böylece, bakir bir ormanda tertemiz kelime ve fikirlerin toplanışı temiz ruhlarınıza sunulacak, mantıklarınıza akacak, sözlerim bittikten sonra hükmü siz vereceksiniz muhteremler!..

Âdem kıssası beşerin dününü, bugününü, yarınını temsil eden ve Kur’an’ı Kerimde bildirilen muazzam bir hakikatin ifadesidir. Âdem, beşerin akıl ve idrak sahibi bir varlık olarak doğuşunun timsalidir. İnsanın yeryüzünde peyda olması ile Allah’ı tanıması ve Allah’ın hidayetine ermesi bir olmuştur. İnsan maddi ve ruhi cevherlerin yekdiğerine ünsiyet peyda etmesiyle yeryüzünde görülmüştür.

İnsanın menşei hakkında birçok akli nazariyeler ve tahminler vardır. Bu tahmin ve nazariyelerin eriştiği, aklı ile uğraşanları doyuran nazariye, insan aslının maymundan geldiği iddiasındadır. Biliyorsunuz ki buna Darwin nazariyesi derler. Bu nazariye güya ilmi araştırmaların muhassalasıdır. Hakikatte maymunca bir iddia, süslü ve mutantan bir iftiradan başka bir şey değildir. Darwin’cilere göre gorillerin yakın akrabası sayılıyormuşuz... Acaba, gorillerin beşerin ceddi olduğunu gerçekten kabul ediyorlar mı? Onlar da, bu iddia edenleri torunluğa kabul edebiliyorlar mı? Hala ormanlarda goriller vardır. Bugün mesafeler çok kısalmıştır. Bir tayyare bir mektup kâfidir...

İnsan zekâ ve aklının durakladığı, adım atamaz hale geldiği nokta vardır. Bütün dünya sakinleri içinde... Bu nokta ruhani âlemdir. Bu âlemin usul ve kanunları vardır. Bu usuller ancak insan aklına en doğru mebdei bu malzeme ile verir.

İnsan topraktan, kudreti suphaniye ile yaratıldı ve bu muazzam hamurun içine ruh nefholundu deyip, düşünmeden kabul etmek ve ecsat âleminde görülmüş insan neslini bundan sonra tetkik ve mütalaaya almak iktiza eder. İnsan, bu iki taraflı, madde ve ruhtan teşekkül ettiğine göre, maddesini devam ettirmesi için gıda, su alması, tesiratı hariciyeden korunması, hava gibi esaslı unsurları alması, hayat denilen canlılığını temin eder. Bu arada, hayatı tehdit eden birçok hastalıklardan ve mikroplardan korunması da lazımdır. Ruhi tarafı için de devamlı olarak ahlak, doğruluk, adalet, temizlik... gibi manevi ve içtimai hayatın idamesi için lüzumlu unsurlara riayet etmesi gerekir. Bu hasletleri muhafaza için de, canlılığını nasıl harici tesirlerden korumak için telebbüs, ısınmak, dinlenmek gibi mefhumların şümulü dâhilinde bir usule riayet etmesi elzemse, ruh için de bir telebbüs ve bu kıymetli, ruhi hamuleyi muhafaza için bazı inanmaların vehleten akla garip gelen usullerini yapmak lazımdır. Maddi ve ruhi malzeme tesisi için hayat ve canlılığı bu muhafaza eder. Bu hakikatler ile din denilen ruhi kompleksimizi terbiye eden ve ona kuvvet veren müesseselerin mevcudiyeti bilbedahe ortaya çıkar.

Maddeye lazım olan unsurları almadan canlılığın devamını düşünmek ne kadar saçma ise, dinsiz yaşamanın olabileceğini tahmin ve münakaşa etmek de o kadar saçma ve düşünce noksanlığının ifadesi olur. Bu bakımdan, din dünya insanlarına muhakkak lazımdır. Bunu inkâr veya lüzumiyetini reddeden insana insanlığın haricinde isim verilmesi iktiza eder ki buna ad bulunamaz.

Nabızları din düşmanlığı ile atan birçok bedbahtlar vardır bu yeryüzünde. Bu gibi mahlûkların derecelerini kelimelerle belirtmek ve bu hallerine bir kıymet ölçüsü takdir etmek mümkün değildir. Dini dünyadan atmak isteyenler, niçin dünyadan dini ayıramıyorlar? İnanmayan adamda hiç bir devlet, hiçbir ululuk yoktur. Her inanmışta günah kelimesi altında toplanan ve bütün beşeriyet dinlerinde bulunan bir mefhum vardır. Günah, cisimler arasında mevcut nizama karşı gelmektir. Beşerde hayat tezahürlerini bozmağa parçalamağa yahut azaltmağa meyleden her düşünce, her hakikat din mihenginde bir günahtır. Kin, hırsızlık, haksızlık, adam öldürme, eziyet yapmak, yalan söylemek... hep günahtır. Zira bu fiil ve hareketler hem vücudu, hem ruhu yıpratır. Asıl kusur günaha alışmaktır, günah yapmak değil... Fazilet yalnız iyilik demek değildir. İrade ile meydana gelen fiil hayatın kıymetini artıran bir alışkanlıktır. Şahsiyetini meydana getirir, kuvvet ve canlılık verir. Ümit, iman ve heyecanla kuvvetlenme arzusu doğurur. Tıpkı su buharının türbini harekete getirdiği gibi... Kötü huylar şahsiyeti parçalar. Benlik, şüphe, keder, zihni gelişmeyi sekteye uğratır. Cinsi ifrat, alkol, fizyolojik teşevvüşler husule getirir, ruhi gelişmeyi durdurur. Cem’i faziletler, nezaket, temizlik, ataların yaptıklarına hürmet, dini hisleri kuvvetlendirir. Aksi ise mahveder.

İnsan hayatına mana veren dededen kalma ananeler, modern hayatın iradeyi gevşeten sakatlığı içinde, bir nehrin güneşte çözülen buzları gibi parçalandı; bu parçalanma fertte olduğu gibi aile ve cemiyette de görüldü. Fen, günlük hayat mücadelesinin şiddetini, mucize denilecek kadar azaltmıştır. Buna mukabil, itidal, şeref, doğru sözlülük, mesuliyet, safiyet, komşu sevgisi... gençlerimizin tebessümle karşıladıkları bir takım manasız tabirler haline gelmiştir. Bu ise göz yaşartıcı bir haldir. Herkes yengeç gibi hodbinlik kabuğuna çekilerek komşusunu mahvetmeğe çalışıyor. Bugün hak, felsefi bir prensip, ihtiyaç ise ilmi bir mefhum halinde kütüphane köşelerindedir. İnsan, akıl sahibi olarak yaşamağa başladığı günden beri vicdanında ve şuurunda din duygusunun çalkalandığını hissetmiştir. Çünkü Allah’a tapmak beşer fıtratının icabıdır; İnsan bu hissin hidayetiyle, Allah’ın vahiy ve ilhamıyla tapmış sonra bu dünya yaşayışı sırasında, onun içindeki bu şuur soysuzlaşmış ve insan Allah’ı bırakarak başka şeylere tapmış ve türlü türlü sapıklıklar içinde yaşamıştır.

Biz insanı en güzel kıvam üzere yarattık, sonra esfele yuvarladık.” 


İnsan ta başlangıçta en doğru din üzere iken yeryüzündeki yaşayışının icaplarına kapılmış, maneviyatını takviye edeceğine, ulvi hislerden tecerrüt ile uzaklaşarak alçaldıkça alçalmış ve bu alçalışı putperestliğin çeşit çeşit şekillerine sapmakla tezahür eylemiştir. Beşerin ilk dini en doğru Tevhit dini idi.

Medeniyet insanın korkuya galebe çalmasının ifadesidir. Bu galebe çalmanın ilk safhaları din sayesinde olmuştur. Din sayesinde vahşilikten kurtulmuştur beşer oğlu. Din, iptidai insanların çıplaklığını yığın yığın güzelliklerle süslemiştir.

Heykeltıraşlık ve resmin esası put yapmaktır. Mimarlığın temeli mabet kurmaktır. Şiirin temeli dua okumaktır. Musikinin menşei İlâhiler, nefesler terennüm etmektir. Raksın esası İlâhların şerefine ayin yapmaktır... İptidai diye dudak bükülen bu kaba saba şeyler, korkular, ümitler, atışmalar, kakışmalar, dövüşmeler ve savaşlar bu gün bize cidden tuhaf görünürler. Fakat bütün bunlarda da hakikat vardır. Çünkü insanlık bu sayede kurtuldu...

Allah ve ahlak fikri insanda fıtridir, dedik. Bunun aleyhinde bulunmak, bunu bilememektir. Cehlin ta kendisidir. İnsanlar dinsiz yaşayamazlar. İlahi vahyi tanımayan din de, din değildir. Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, nihâyet İslâm’a yanaşacaktır.

İbadet, Allah'ın mabut olduğunu, insanın kul olduğunu fiilen itiraf demektir. Şimdi bir an için bundan 5000 sene evvelki Yunanistan’a gidelim. O zamanın mütefekkirleri Aristo’lar, Sokrat’lar... Hepsi Allah'ın vahdaniyetine inanmış insanlardır. Eski Delfes mabedinin önüne gidelim bugün. O harabeyi 5000 sene evvelki haşmetiyle temaşa edelim, kapısında altın yazılarla şu sözler yazılıydı, “Adet kâinatın, tekâmül hayatın, birlik Allah'ın kanunudur.”. Beş bin sene evvel yazılmıştı bu... İşte bu ananeler asırlarca yuvarlana yuvarlana zamanımıza kadar gelmiştir.

Bilirsiniz, Türk diyarında atasözü diğer milletlere nazaran çoktur. Cemiyetler fazilet içinde yaşadığı sıralarda kaideler beşer tarafında itikale uğraya uğraya küçülmüş, artık gayri kabili tecezzi bir hale gelmiş misket tanesi halindedir, atasözü bu demektir. Atasözünü deşerseniz bir cemiyeti kurtaracak fazilet kaideleri ortaya çıkar.

İnsanlık hayatında görülmeyen fakat el ile tutulur maddi delillerle hissedilen faziletler, güzellikler, iyilikler ırmağı velilerin adesesinden aksederek kalp perdesinde seyredilir. Bu perdede seyredilen filmler, bize dilden dile, kulaktan kulağa, gönülden gönüle nakledilerek atalardan gelmiş, inanmayanlar lügatinde bu gün ismine “menkıbe” ismi verilmiştir. Bu menkıbeler üzerinde yenileme yapılamaz. Bozulur, kelebek kanadı gibidir, dokunulamaz. Onları olduğu gibi kabul edersin yahut etmezsin, örseleme yok... Halk zihniyeti onları örselemeden muhafaza etmiştir. Onların güzellikleri kendilerindedir. Sun’i kalıba dökmeye çalışmamalıdır. Artık asırlardır, onlar klasikleşmiş bir inanış tomarı halindedir, halka bir zararı yok... İyiliği, güzelliği, fazileti temsil ederler.

Filan muhterem zat su üzerinde yürürmüş. Demek ki insanda ne kadar güzel ve kuvvetli hasletler var ki, onların kıymetini son haddine çıkarmıştır. Su üzerinde yürünür mü, yürünmez mi? onu münakaşa etme! Güzelliği zaten oradadır. Kabul et geç veyahut da sus... Kabulü ile bir zarar vermez sana, birçok şaheser romanlar, kitaplar var, hakikatle hiç bir ilgisi yok. Fakat insanlar okuyor, zevk alıyorlar. Onların güzellikleri, kokuları, olduğu gibidir. Manolya örselenirse sararır, kurur ve kokusunu kaybeder. Niçin solar, kurur ve kokusunu kaybeder? Acaba senin elin mi onu kuruttu? Hayır.. Kıymet bilmeyenlere karşı Haliki tarafından Manolyaya “onunla küs, darıl” emri çıkar da ondan, “Yazıklar olsun! o senin kıymetini bilmiyor, kahrından öl, gel bana...” emridir bu. Bunlar cemiyetlerin bunalan ruhlarını, ıstıraplarını teskin eden ve frenleyen olgunluk tezahürleridir. Manolya hikâyesi nasılsa, işte beşer cinsi de kendi ananelerine, güzel fazilet çiçeklerine dokunmuş ve Allah tarafından “Gel, onlar kadir bilmiyorlar, geri gel!” emri çıkmıştır.

Dinde bir şeytan vardır, bilirsiniz... Şeytan Allah’tan uzak kalmışların sırrıdır. Allah kendine isyan edilmesini istemeseydi şeytanı yaratmazdı. Bu çok ince bir noktadır. O halde bu iki noktanın arasındaki hattı fasıl fazilet; ahlak ve adalet köprüsünden ayrılmamaktadır.

Bu menkıbelerin sahipleri veliler, Allah dostları hep iyi hislerle insanlara sabır, fazilet, iyilik, doğruluk aşılamışlardır; kabahat bu mu?..

Hayır, kabahat yok... Akıl ile halledilemeyecek şeyleri akılla halletmeğe yeltenmekten ileri geliyor bu bocalama. Dokunmayın bu inanışlara. Eski bir sandukanın altında yatan, dünyaya gözlerini yummuş, göçmüş bir insan çok şeyler fısıldar insana. Bu fısıltıyı duymaya çalışmalıdır. Mezarlığa madde ile gitmemelidir. İnsan aynı zamanda bir duygu jeneratörüdür, duygularla, hislerle görünmeyen güzel hasletler ile gizlidir. Ölülere tazim, er geç insanın gideceği ülkeye karşı, tazim ve hürmetidir. Ölülere tazim etmesini bilen milletler daima yükselmişler, içlerinde büyük insanlar yetişmiştir. Ölülerine tazim etmeyen milletler ise perişan olmuşlardır. Görünmeyen bir diyara hürmetsizliğin, bilinen bir perişanlık ortaya getirmesi, çok büyük bir ibret verici olay, hakikatin bağırışıdır; bunu anlamak gerek.

Öyle mezarlar gördüm ki, gül kokuyor. Öyle mezarlar gördüm ki dikenle dolu... Öyle mezarlar gördüm ki yerle bir olmuş. Öyle milletler gördüm ki, fazilet, doğruluk, iyilik diyarı, öyle milletler gördüm ki, rezalet, pis kokularla dolu. Öyle milletler biliyorum ki, can çekişiyor. Öyle milletler biliyorum ki, hak ile yeksan olmuşlardır. Öyle milletler görüyorum ki, mahvolacaklardır. Öyle bir mezar biliyorum ki, Cennetten bir bahçe. Bu söylediklerimi anlamak, akla koymak, gönle sindirmek için bir şart vardır, gönülden kibri söküp çıkarmak. Bunu yapmak ise dağları iğne ile kazıp silmekten daha zor...

Bazıları itiraz ederler, bu sözler ne biçim sözler, bu adam bir şey mi olmak istiyor? Ben mürai bir insan değilim. Mütevazı bir hayatım vardır. Alayiş ve gösterişi sevmem. Bir şey oldum iddiasında da değilim. Bazen inanmanın ehemmiyet ve kıymetini anlatırken mübalağa, inanmaya ehemmiyet vermenin bir tarifi suretinde tecelli eder. Ben evliya veya ermiş bir insan da değilim. Basit bir mümin olmağa çalışan bir insanım, ben dünya nimetlerinin şükrünü eda için çalışıyorum, vakit bulursam istiğfar ile uğraşacağım. Hayat-ı hususiyemi bilmeyenler hırpalayıcı sözler söyleyebilirler; bunlara bir mana veremedim. Her şeyden el çektikten sonra, meşgul olanlardan değilim ben. Meşgul iken her şeyden el çekmeğe çalışanlardanım…

Biz, bunları anlatmakla da muhteremlere giyim kuşam ve zahir alayişi öğretmiyoruz. Yalnız, iç ve batın mamurluğunu dilimize müsaade edildiği derecede öğretiyoruz.

Bir iki sual soracağım muhteremlerden:

İnsan yaşlandıkça saçları sakalları beyazlaşır, niçin, hiç düşündünüz mü? Bunu halletmeye savaşın…

İkinci bir sual: deliden niçin şeriat hükümleri sakıt olmuştur? Bu muammanın denizinde kulaç atmak, ıslanmış damlayan suları ile abdest almak lazımdır. İnsanın önünde tevfiki Rabbani lambası yanarsa Allah korkusu başlar. Bu lamba yanmazsa, böyle kimsenin önüne ciltler dolusu kitaplar, haberler ve hadiseler koysalar faydasızdır. Bu halde yalnız Haktan uzaklığı artar ve doğrulara nefreti çoğalır. Onun önüne yığılan kitaplarla binek hayvanına yüklenen kitapların hiç farkı yoktur.

Cahil, ilimsiz demek değildir. Doğru histen mahrum demektir. Öyle olan âlim de cahildir. Yalan gürültü eder. Hakikat daima sakindir. Yıldırım gök gürültüsünden evvel düşmüştür. Kudret âlemine cehalet ayağı ile vurmak, edep dışı bir iştir.

İnsanın ruhu gülün yaprağı içindeki suya, şebneme değil, elmastaki lemaya benzer. Güneşli çiçekli yollar vardır ki mühlik çöllere çıkar. Dikenli, ormanlı sarp yollar vardır ki, nihâyetleri, bir cennet bahçesidir.

Eski bir veli kadının sözü geldi hatırıma, Ümmi Hasan; Hasan’ın anası... Çok fakirdi, akrabaları zengindi. Aç yatar bir şey istemezmiş. Kendisine, “akrabalarına söyle sana yardım ederler” demişler. Bu mübarek Hatun: “Ben Kâinata malik olan Kadiri Mutlak ’tan bir şey istemeye utanıyorum. Zayıf ve aciz kullardan mı isteyeceğim?” demiştir.

Herkes midem ağrıyor, başım ağrıyor, karnım ağrıyor, şuram ağrıyor, buram ağrıyor... Deyip, hastanelere doluyorlar... Hiç biri şimdiye kadar bana gelip de “Gönlüm ağrıyor dermanı nedir?” Diye sormadı.

Ney kendinden çıkan sesleri ne bilsin... İnsanın inanma hissini akla kâlbetmek, çevirmek; inanma mevzuunu aklın hâkimiyeti altına almağa çalışmak her şeyden evvel insana kastetmektir. İnsan, muhakkak düşünecektir, inanacaktır, sevecektir, korkacaktır... Düşünmek kadar inanması, gülmek kadar korkması da olacaktır.

Gayp görünmeyen değil görülemeyendir. Ölümden sonrasını şimdi göremeyiz. Bunu görebilmek için ölmek lazımdır. İstikbali bu gün göremeyiz, yarın görürüz. Gayba inanmada bir acayiplik yoktur. Bir şey ya vardır, ya da yoktur. Yahut da bir şey ya kendisidir veya başka bir şeydir. Bu iki ihtimal arasında üçüncü bir ihtimal olamaz. Mantık prensiplerine uygun olan her düşünme hakikat değildir. Dünya fikir tarihi biri birine zıt, biri birine dirsek çevirmiş doktrinlerle doludur. Bu çeşit doktrinler nedir? O halde, her mantıki olan gerçek değildir.

Bilgi zihnin fiilidir. İnanç fiili bir zihin fiilinden başka şeydir. İnanmayan insan yoktur. Muhakkak bir sahada inanması vardır. Aklın bittiği yerde kalp faaliyete geçecek ve iman bu sınırları devam ettirecektir. İman düşünceden sonra gelir. Akıl insana Allah tarafından doğru yanlış terazisi ve hayru şer ölçüsü olarak verilmiştir. Allah korkusu, iman sahibinin ilim derecesine göredir. Hangi iş Allah için yapılmazsa o mutlaka yoktur. At yükünü hafifletirse, daha çok menzil alır.

Vücudun her an eriyip gidiyor, farkında değilsin. O halde, sen neden, nasıl beden olabilirsin? Derinlik kelimesi aklın batıni kısmının remzidir. Beden zayıfladıkça, ruhun cevheri ruhani faziletlerle dolar ve ara sıra kutsi âleme yol bulabilir.

Kalbini kıskançlıktan, dilini yalandan, gidişini riyadan, karnını haram lokmadan kurtaran şerefli insan, ancak inanan insandır.

Lütfunu gösterince İbrahim’e, ateşi gül bahçesi yaptı. Kendine ok atan Nemrut’u bir küçük sinek ile helak etti. Davud’un elinde demiri mum gibi yumuşattı. Sultanlık O’na aittir.

Birine 20 kese altın ihsan eder, berikine ekmek hasreti ile can verdirir. Birine samur kürk giydirir, öteki tandırda çıplak yatar. Öyle işlerde söz söylemeye kimsenin gücü yetmez. İyiliğe gücün yetmezse kötülük yapma bari.

Allah azabından korkusuz yaşayanlar mutlak kâfirlerdir. Yarın yatacağın karanlık toprağa şimdiden bir kandil yak, uyuma... Kimin mayasında üç haslet varsa O cennetliktir buyurmuş, Resul-i Ekrem: Nimet zamanında şükür, bela vaktinde sabır, daima günaha tövbe eden Mümini Allah Cehennem azabından korur.

Hayatta iken verdiğin bir hurma, senden sonra ruhun için verilecek 100 miskal altından daha makbuldür. Mihnet ve gama alış. Mert ol. Günleri yemek ve uyku ile geçirme. Sabah akşam Allah’ı an. Sabah aydınlığında katiyen uyuma, sebebini de sorma. Nefsini oburluğa alıştırma. Gün batarken uyuma; akşam olmadan yatma haramdır. Elini yüzüne koyma; uğursuzluktur. Elini çenenin altına koyma. Gece aynaya bakma, lüzum olursa gündüz bak. Bunlar çok ince meselelerdir. İtiraz etme, saçmalığa saparsın. Gizli gizli iyilik yap. Rızık yalancılık yüzünden eksilir. Çok uyku yoksulluk getirir. Geceleri çıplak yatanların kısmeti kesilir. Ayakta su dökmek fakirlik, keder ve ihtiyarlık getirir. Gusletmeden bir şey yemek çirkin düşer. Ekmek kırıntılarını ayakaltına dökme, gece evini süpürme, süprüntüleri kapı önüne bırakma. Babanı ananı adları ile çağırma, Allah nimeti sana haram olur. Elini daima temiz su ile yıka. Bu sözlere çok dikkat et; çok mühimdir, sebebini sorma, çok uzundur.

Ayakyolunda yıkanma. Elbisen üzerinde iken dikiş dikme. Yüzünü eteğinle temizleme rızkın kesilir. Başkasına ait tarakla saçını tarama. Evdeki örümcek ağlarını temizle. Bu ağlar evdeki bereketi kaçırır. Kömür ocağı civarında dolaşanın üstüne kara bulaşır. Dala yapışan kökü ile buluşur. Dine sarıl.

Misafir rızkını beraber getirir, sonra ev sahibinin günahını da götürür. Misafir kâfir bile olsa kapını aç, kapama... Allah’tan korkmayanda din yoktur, inanmayanda insaf, ihsan olamaz…

Dört şey Allah vergisidir: Doğru sözlülük, Cömertlik, Güler Yüzlülük, Emaneti korumak. Böylelikle takva ehli olur insan. Bunlar para ile tahsil ile alınmaz. Kendini beğendirmek lazımdır Allah’a.

İşte bunlar dinin yapılabilen en basit şeyleridir. Basit deyip geçme, yapması güçtür. Ney kendinden çıkan sesleri ne bilsin? Ney kuru bir kamıştır. Boş bir boru; üflemekte hüner var. Ben ney çalamam, fakat hünerli üfleyene hürmet ederim. Dikkat buyurun çalgıcıdan bahsetmiyorum..

Görünmede hüner yok, görünmeyi görmede hüner var. Kamış görülür, çıkan ses görünmez, duyulur. Kulak gözden eftaldir. Onun için “Essemiül basir” buyurulmuştur. Resuller içinde gözden mahrum olanları vardı, fakat sağır olanı yoktu. Görmede ışığa ihtiyaç vardır, duymada ihtiyaç yoktur. Görme tek taraflıdır. Gönlün konuşması her yerde itilir geriye, kabul edilmez. Onun için insan kendi sesini katiyen tanıyamaz; utanmasın diye. Gönülden konuşan dünyanın neresinde konuşursa konuşsun hep aynıdır. Gönlün konuşmasını anlamayanlar doğruluk, fazilet nedir bilmeyenlerdir. Onlar hakkında ayeti kerime vardır. “Biz onların kalplerini, gönüllerini kapadık.”

Nabızları İslâmiyet düşmanlığı ile atan birçok bedbahtlar vardır dünya yüzünde. Bu gibi mahlûkların derecelerini kelimelerle belirtmek ve bu gibilerine bir kıymet ölçüsü bulmak mümkün değildir. Dini dünyadan atmak isteyenler niçin dünyayı dinden ayıramıyorlar? Dini siyasete alet etmek suçtur cemiyetlerde. Evet doğrudur. Siyaseti dinsizliğe alet etmek acaba nedir? İnanmayanda, hiç bir devlet, hiç bir ululuk yoktur. Ölümden kurtulmak çaresiz, kimse senin için ölmeyecek. O halde ölümüne hazırlan. Gafletle kılınan namaza karşılık bir yufka ekmeği bile elde edemezsin. Gelip geçici yüzlerce iş yaparsın hepsi de ancak namaz kılarken akla gelir. Namazın böyle mecazi olduktan sonra ha kıl ha kılma...

Sır denilen bir kelime vardır lügat kitabında, cem’i esrar. Gönlün iç yüzü demektir.

Allah kulundan iki şey ister. Zahirde hakkın emrini yerine getirmek, batında kalbini Allah’a, bağlamaktır. Allah bu iki şeyi ihsan ederse, zahir ve batın nimetlerini o kulun üzerine yaymış demektir. O halde Allah’ın istediği ubudiyet yolunda istikamet üzere ol. Göreceğin bir iş olursa, bu işten nefsin hoşlanacağı bir hal olmamak şartıyla işini doğrudan doğruya Allah’a bırak; şeytan ortadan kaybolur. Amelsiz Cennet istemek günahtır. Sebepsiz şefaat dileği gururun bir nev’idir.

Bu işlerde Besmele her işin Allah adıyla, fethedilmesi için elimize verilmiş bir anahtardır. O anahtarı kullanabilmek için evvela Allah adını kalbinde tut.

Allah kuluna tam bir hürriyet vermiştir, ama izni olmaksızın bir toz zerresinin yerinden kalkmasını imkânsız kılmıştır. Her türlü fenalıkların kökü nefsinden razı olmaktır. Kendi varlığını görmesi ve nefsin isteklerine uymuş olması insanı vücut zindanına sokar.

Fani olmayacak bir izzetle şeref ister isen; fani olacak bir izzet ile aziz olmak isteme. Allah ile baki olacak bir izzeti ihtiyar edersen, hiç bir kimse, seni zelil edemez. Harun’u Reşit devrinde bir salih zat Harun’u Reşit’e adaletle hareket etmesini söylemiş. Adil hükümdar fena halde hiddetlenip, gazaba gelerek o zatı azgın bir katıra bağlatmış. Fakat katır hiç bir azgınlık göstermemiş. Bunun üzerine kilitli bir odaya hapsettirmiş. Adamı hariçte, bahçede gezerken görüyor ve hükümdara haber veriyorlar. Harun’u Reşit huzuruna tekrar çağırtarak o zata soruyor:

- Seni odadan kim çıkardı?
- Beni bahçeye koyan çıkardı.
- Bahçeye kim koydu?
- Odadan çıkaran koydu...


Bunun üzerine Harun’u Reşit bu zatı bir ata bindiriyor bütün memleketi gezdiriyor. Yanındaki tellallara da şöyle bağırıp ilan etmelerini emrediyor:

Allah’ın aziz eylediği bir kulunu Harun’u Reşit zelil etmek istedi fakat gücü yetmedi…”

Muhteremler! Allah’ın meşgul olduğu kimseyi ne cin taifesi, ne yırtıcı hayvan, ne kimse korkutamaz. Toprağa verildiği zaman ne yer haşeresi, ne çıyan cesedine yanaşamaz. Korkudan değil, edepten... Toprak bile hürmeten, kendine temiz geldiği için o cesede dokunamaz. Topraktan, temiz yaratılan insan aynı temizlikle toprağa giderse, toprak ona kıyam eder ve kabrine nur inmeye başlar. Böyle kimselerden ne denizdeki balık, ne gökteki kuş kaçar.. Sokulurlar yanına kırk yıllık dostmuş gibi... Böylesi de bulunur mu? diye sorma. Dünyada herkes gaflette değildir. Gönlü, kalbi feyzi İlahi ve Nuru Resul ile dolmuşlar vardır, dünya yüzünde.. Onların bir tanesinin hürmetine binlerce kişi her türlü bela ve afetten korunmuş olur. İş ki, biz, böyle insanların her devirde, her zaman bulunduğuna imanımızı sarsmayalım.

Altın dirhem, miskal ile elmas kırat, öküz kilo ile İslâm’ın ölçüsü gözle görülemeyecek kadar hassas bir ölçü ile ölçülür.

Vesveseyi defet, ne kadar işin varsa kaza, kadere teslim et. Sıkıntıda olanı Allah’ın lütfu, felaha ulaştırır. Allah’ın kahrı, fezayı bile daraltır. Ne dilerse öyle iş gören Allah’a kendini teslim et, o anda rıza yoluna girersin…

Cahilin kalbi diline tabidir, dili kalbine müracaat etmeden rastgele konuşur. Arifin dili kalbini takip eder, bir şey söylemek istediği zaman kalbine dalar, söyleyeceği şey lehine ise konuşur, yoksa susar. Dünya binek taşıdır, binebilirsen seni taşır, o sana yüklenecek olursa öldürür. Allah’a itaat eden kimseyi sevmek zorundasın. İyi kimseyi seven Allah’ı sevmiş olur…


OPR. DR. HÜSEYİN MÜNİR DERMAN

Hızırla Yolculuk

bottom of page