top of page

RİCALÜL GAYP ADAMLARI ARASINDA…

Yeni evlenmişim… Bir köyde geçici olarak bulunuyorum… Tanımadığım görmediğim iki gıybetçi sürekli olarak evliliğim hakkında ileri geri konuşmakta… Cindarılıktan namussuzluğa kadar en acımasız iftiraları sıralamaktalar. O köyde yüz yıllar önce ölmüş bir Ricalül Gayp ereni var…Kırklardan biri… Köye her geldiğimde cennet kokularıyla çevremde olduğunu anlardım. Yalnız olmadığımı anlar Allaha şükrederdim..


“Evliliğim. Her nedense cehennem kıskançlığı ile hep birilerini kudurtup rüyalarını bölmüştür. Nedendir pek bilmiyorum. Sınav... Köyde ayyuka çıkan iftiralar ve acılar içinde kıvranan ben… Malatya’nın gizemli camisindeyim…Yeni Camii… Cuma namazı öncesi… Birden Ayakkabıcılar Çarşısından Boyu bir doksana yakın siyah sakallı iri gözlü eli bastonlu pehlivan yapılı bir dede çıkageldi… Gözlerim gözlerine takıldı… Sekir halinde arşı kürsüyü gören azametli biri olduğu zuhur etti. Heybetinden yerimde adeta çakılı kaldım. Kalabalığı yararak Cami Avlusuna girdi. Yanıma gelip selam verdi. Elimde olmadan eline kapandım. Elini vermedi. Gözlerimden öptü. Üzerimdeki bütün sıkıntılar uçtu gitti. Yerini cennet sevinci aldı. İri, heybetli cüssesine uygun düşmeyen yumuşak inci tanesi gibi ses tonuyla konuşmaya başladı:


“Biz seninle akrabayız. Köyde sana çatanlara karşı asla bir şey deme. Sus ve sabra çekilip bekle. Şükür senin arkan boş değil.” dedi ve gitti. Aradan birkaç ay geçti… O teyzeler amansız bir derde düştüler… Erim erim eridiler. Oysa tanısı konan bir hastalıkları yoktu… Arka arkaya selaları verildi… Öbür aleme göçtüler…


Annem mide kanamalı bir hastaydı. Doktorlar oruç tutarsan ölürsün derdi. Annem de “Ölürsem ölürüm.” Der orucunu tutardı. Kendine Gavsul Azam Seyyid Şah Abdulkadir Geylani Hazretlerinin yoluna vekaleten ders tarif ettim…Annem dersi alıp kabul etti…Gözyaşı içinde virdini yaparken beri yandan şöyle derdi; ”Tarikatsız geçen yıllarıma heba olmuş.”


Annem birgün ağabeyimle bizi yanına çağırdı…Bir hastalığı mı vardı diye endişelendik…Bize şunları söyledi:


“Yatsı namazını kıldım…Yatakta oturup tespih çekiyordum.. Birden kapı aralandı. Altı kişi kadar insan içeri girdi. Cübbeli sarıklıydılar. Hepsinin yüzü peçeliydi. İçlerinden biri yanıma geldi. Parmağıyla karnıma işaret etti. Sonra içinden bir şeyler çıkardılar. Altısı beraber dikkatlice ameliyat yaptılar. Sonra midemi kapatıp hiç konuşmadan çekip gittiler.”


O tarihten sonra annem perhizini bozdu. Mide kanamasından ve hastalığından tamamen kurtulmuştu…


Anladım ki bütün bunlar Allah’ın bir ikramıdır. Ve dünya biz boş sansak da boş değil. Yıllar sonra kalp gözü açık bir tanıdığımla bunları paylaştım. Bana şunları söyledi:


“O peçeli gelenler tarikat şeyhleri değil Kırklar denen Ricalül Gayp Erenleri…Peçeli olmalarının sırrı tanınmamak onların mesleği. Ve içlerinde biri var ki anneniz onu görseydi tanırdı. Başka bir şey demedi. 


“O gelen iri yarı pehlivan görsellikli dede kimdi?Acaba Yemen de şehit olan Seyit Ahmet Dedem mi? İçim içimi yese de bu sırrı hiç öğrenemedim.” 


Saul Aaron

bottom of page