top of page

Gelirdi küme küme gaybın bulutları…

“gayp burçlarında gezeyim istiyorsun

kuşkuların eline düşüyorsun

biliyor musun?

doğuştan sufi olanlar çilelerden dert yanmazlar

duvar mısın, sur musun?

küçük bir rüzgârla yıkılıyorsun…”


Henüz Kanada’ya göç etmediğim yıllardı… Türkiye’de genç sufilerle bir kentte, bir araya gelip sohbet ediyor, hatimler yapıyorduk. Ne zaman bir araya gelsek Âlemlerin Rabbi olan Allah, katından bir rahmet olarak bulutları yollar, yağmur yağdırırdı. Bu durum, arkadaşların da fazlasıyla dikkatini çekmişti. İçlerinden bazıları bunu kendi aralarında tartışıyorlardı. Acaba bu bir tesadüf müydü? En az, otuz defa aynı durumla karşı karşıya kalınması bunun bir tesadüf olmadığı kanaatini iyice pekiştirmişti. Kalbinde maraz bulunanlar için ise bu durum, rastlantısal bir doğa olayı olabilirdi…


Bir gün güneşli bir havada, bir kır evinde sohbet ve hatim için toplanmaya karar vermiştik. Genç sufilerle, ön görülen bahçeye geldik, birlikte yemek yedik. Ansızın Batı tarafından simsiyah, küme küme gayp bulutları toplanmaya başladı. Yedilerin reisi Lâdikli Ahmet Ağa’yı çoğunuz duymuşsunuzdur. Tayyı zamanla herhangi bir yere vazife için gitmemişse Konya Ladikteki evinin karşısındaki dağın tepesinde siyah siyah gaybın bulut kümeleri toplanırmış. Bu durum, Lâdikli Ahmet Ağa’nın evde olduğunun, herhangi bir görev için tayyı zamanla bir yerlere gitmediğinin izi ve işareti olarak ön görülürmüş. (Gerçek de böyle...)


Lâdikli Ahmet Ağa’ya gelen o siyah gayp bulut kümeleri, çoğunlukla toplantı yaptığımız yere de gelmekteydi… O gün de öyle olmuştu. Çok hareketli, simsiyah bulutlar üzerimizde toplanmaya başladı. Huzur ve rabıta halindeydik. Âlemlerin Rabbi olan Allah üzerimize bir sekine indirmişti. Sükût içinde o manevi havayı teneffüs ediyorduk. Sanki ruhani bir dünyadan esen ilahi aşk rüzgârlarıyla salınıyordu ruhumuz. Derin bir sessizlik… Genç sufileri sınama fikri doğdu içimizde… Acaba kim sadık ve salih? Onlara şöyle seslendim:


-İçinizde yıldırım çarpmasıyla şehit olmayı kimler ister?! Şehit olmak isteyenler el kaldırsın!


Derin bir sessizlik oldu… Hiç kimse el kaldırmadı… Teker teker genç sufilerin gözlerine baktım. Bir kişi el kaldırdı, bir kişi daha, sonra bir kişi daha… Yirmiye yakın genç sufiden yalnızca üç kişi… Diğer sufiler, mahcup ve ürkek bir halde, başları öne doğru eğik, bir suçlu gibi yere bakıyorlardı… Neden böyleydi? Bilemiyorum…


El kaldıranlara şöyle bir dua ettim:


-Allah sizlere hayırlı bir ömür versin. Sizleri yalnızca sınadık…


Herkes derin bir nefes almıştı… Ama Âlemlerin Rabbi olan Allah sözümüzü yerde koymamıştı. Otuz saniye geçmemişti ki simsiyah gayp bulut kümeleri üzerimizde toplandı ve üst üste dehşetli gök gürlemeleri patlak verdi. Bir anda tam üzerimizde, çok dehşetli ve korkunç bir patlama meydana geldi. Yıldırım, bir alev topu gibi elli metre kadar üzerimizden geçip yanı başımızdaki ağaca düştü… Ağacın dalı ikiye yarılıp yere düştü… Bu hadise karşısında arkadaşlar, şoka girdiler… Renkleri kül gibi oldu… Bir dakika geçti geçmedi, şiddetli bir yağmur başladı… Şiddetli yağmurdan dolayı bahçe evine sığındık… Saatler boyunca bereketli yağmurlar yağdı… Bu olayın şokunu arkadaşlar yıllarca yaşadılar... İlginç bir hatıraydı…


Çakma sufiler, yol dönekleri hariç; son nefeslerine kadar, bu üstün yolun sadık bir sufisi olarak kalabilmeyi başaran kardeş ve bacılarımıza selam olsun… Âlemlerin Rabbi olan Allah, yolun sadıklarını iki cihanda da mahzun etmesin… Âmin…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

bottom of page