top of page

Bir rical’ül gayp adamı, Mele Yakup’u, ziyaret…

Bir Nakşibendi tarikatına bağlı yoksul bir dede vardı. Kendisiyle bir vesileyle tanışmıştık. Sarık sarardı, beyaz fistan giyerdi, elinde eksik olmayan bir de asası vardı. Meczup Evliya Merhum Süleyman dayı ile de orta ölçekli bir merhabaları vardı. İkisi de aynı ilçede yaşıyorlardı. Ancak Meczup Evliya Süleyman dayı kendisinden pek de haz almazdı. Süleyman Dayıyla oturup sohbet ettiğimiz zamanlarda o da gelip yanımıza otururdu. Çaya eşlik ederdi… Doğrusu benim de Süleyman Dayı gibi fistanlı amcayla pek fazla samimiyetim yoktu. Merhaba, merhabadan ibaret ayaküstü söyleşi… Hepsi bu kadar… Fistanlı amca kendi halinde, kendi dünyasında bir sufiydi. Yaşı seksene yakın olmasına karşın oldukça dinç ve çevik biriydi. Bir gün şöyle bir sohbet geçti aramızda:


“…İlinde yaşayan emekli bir imam var. Kendisini kimseye pek tanıtmaz. O Kırklardan olan bir velidir. Kendisini ziyaret edip duasını almanız sizler için iyi olur.” dedi. Kendisinden o zatın adresini aldım. Doktor bir öğrencimize konuyu açtım. Bizi, istediğimiz zaman kendisine götürebileceğini söyledi…


Bir sonbahar mevsimiydi, doktor arkadaşın arabasıyla yola koyulduk. Biz, arabanın arka tarafında oturuyorduk. Zikir halindeydik… Çisil çisil yağmur başladı. Kâh asfalt yolda kâh topraklı taşlı dar patika yollarda ağır ağır gidiyorduk. Bir vakit sonra söz konusu ile gelmiştik. Benzin istasyonlarına, Emekli İmam Mele Yakup’un evinin adresini sorduk. Heyhat, kendisini tanıyan eden pek çıkmadı… Ön görülen güzergâhta birkaç tur attık… Dönüp dolaşıp yine aynı yere geldik… Son bir ümit, doktor arkadaş bir bakkalın önündeki yaşlı bir amcaya adresi sordu… O amca, kendisini tanıyormuş… Yolu doktor arkadaşa tarif etti… Bu duruma oldukça sevinmiştik…


Mele Yakup’un evinin olduğu sokağa geldik… Dar bir sokakta, briketlerle çevrili sokak duvarları arasında yürüye yürüye tarif edilen eve geldik… Sakin bir şekilde kapı zilini çaldık. Biraz sonra kapıyı aksakallı, yaşlıca bir amca açtı… Selam verdik kendisine… Selamımızı aldı mı almadı mı pek emin değilim; ancak Mele Yakup, bizi görünce ansızın şoka girmişti. Dikkatlice bize bakarak olduğu yerde çakılı kaldı… Ne içeri buyur ediyor ne de kapıyı kapatıyordu… Hipnoza girmişti sanki… Doktor arkadaş bu duruma oldukça hayret etmişti. Bir dakikayı aşkın öylece kalakaldık. Ben, daha fazla dayanamadım:


“… dedenin size selamı var. Adresinizi ondan aldık. Sizleri ziyarete geldik.” dedim. Daldığı şok halinden birdenbire kendine gelip bizi, şaşkınlıkla içeri buyur etti… Hal hatır sordu. Sonra da Anadolu insanının misafirperverliğine uygun bir tutumla bizlere, eşiyle kahvaltı hazırlamaya koyuldular... Eşinin çeşitli hastalığı olduğundan ve ilaç kullandığından söz etti. Eşi de kendisi gibi yaşlı biriydi… Diz ağrısından, rahat yürüyememekten, mide yanmasından dert yandı doktor öğrencime.. O haliyle bizlere kahvaltı hazırlamasına gönlümüz razı olmadı, tok olduğumuzu söyledik. Ama bizi dinlemediler… Doktor arkadaş teyzeye kullanacağı ilaçlarla ilgili bilgi verdi… Hangi ilacı günde ne kadar alacağını, ne kadar süre kullanacağını kendilerine izah etti… Bu duruma çok sevindiler…


Kahvaltı sonrasında çaylarımızı yudumlarken Kırklardan olduğu söylenen emekli imam Mele Yakup kapıdaki o halle ilgili özür beyan eden bir sohbete koyuldu:


“Öğlen namazını kılmıştım… Gözlerim kapalı manevi âleme dalmıştım… Rabıta âleminde bir genç gördüm… Üzerinde uzun lacivert bir pardesü… Kendisine dikkatlice bakıyordum… Bana manevi âlemden şöyle söylediler: “Zamanın Bedüzzamanı olan bir genç seni ziyarete geliyor…” Kapıyı açınca birden sizi görünce şoka girdim… Çünkü rabıta âleminde gördüğüm genç sizdiniz. Kapıda sizi beklettiğim için kusura bakmayın… Bu durum karşısında şok oldum. Manevi âlemde bana gösterilen, üzerinizde lacivert pardesü olan genci kapıda görünce ne yapacağımı bilemedim, şoka girdim…”


Mele Yakup’tan destur alıp tekrar yola koyulduk… Sicim gibi yağmur altında sessizce yol alıyorduk… Biz, zikir halindeydik yol boyunca… Bir ara zikri bıraktım… Doktor öğrencime dikkatlice odaklandım… Kendisini sınama isteği doğdu içimden… Eşi de kendi gibi doktordu, birbirlerini çok seviyorlardı…


“… Hocam, size eşinizle boşanın deseydik. Bu durumda tutumunuz ne olurdu?”


Doktor öğrencim oldukça zekiydi. Yüzü kızardı, öylece biraz kaldıktan sonra “Boşanırdım.” diye yanıt verdi…


Biz, doktor öğrencimize şöyle dedik:


“% 70 oranında atıyorsun… Bu cevabın kalpten değil, samimilikten uzak… Dilin böyle söylüyor, kalbin başka…”


Birlikte gülümsedik… Epeyi uzun bir yolculuktan sonra şehre gelmiştik. Mevsim sonbahardı, gökyüzünde gri bulutlar, tanımsız bir güzellikte yağmur yağıyordu…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

bottom of page