top of page

SAUL AARON’A MANEVİ EMANETLERİ DEVRETMEK İÇİN GELEN KUTUP MERTEBESİNDE BİR EVLİYA…

“Anlarsa bizi uzağımız, yakınımızdır

Anlamazsa yakınımız uzağımızdır…”

- İsmail Fakirullah Hazretleri


Geçmiş yıllardan birinde; Saul Aaron’la, çocukluğunun geçtiği yerleri görmek için, rahmetli annesinin evini ziyarete gitmiştik… Bu ev; üç dört metre eninde, zemini toprak olan çıkmaz bir sokaktaydı… Sokak boyunca, birbirine bitişik, sağlı sollu eski kerpiç evler gördüm… Evlerin bazıları iki, bazıları da tek katlıydı… Evlerin önünde; şırıl şırıl akan küçük bir dere vardı… Bu evler, en az yüz yıllık bir maziye sahip…


Sokakta yürürken, bir evin önündeki içi oyuk büyükçe bir taşa gözüm ilişti… Şehir kültüründe büyüdüğüm için bu taşla ne yapıldığına yönelik hiçbir fikre sahip değildim… Evin önündeki içi oyuk büyük taşın ne olduğunu Saul Aaron’a sordum… Saul Aaron;


“O taşta; benim ele avuca sığmayan çocukluk anılarım var… Ben burada dünyaya geldim, çocukluğum, gençliğim hep burada geçti… İçi oyuk o taşa, buralarda “soku” diyorlar… Mahallenin yaşlı kadınları; bu soku taşının en az yüz yirmi yıllık bir geçmişinin olduğunu söylerlerdi… Kadim bir taş… Bu taş; komşu kadınların, kızların, gelinlerin; kısaca burada hayat süren insanların nice yaşanmışlıklarının tanığı, benim çocukluğumun da…


Mahalleli kadınlar; haşlayıp kuruttukları buğdayları, torbayla bu taşa boşaltır, ağaçtan yapılma büyük bir kütükle bu buğdayı saatlerce döverlerdi… Sokuda dövülen buğdayla da tarhana yapıp kuruması için damlara sererlerdi… O tarhanadan yapılan tarhana çorbasının tadı anlatılır gibi değil… Çocukken hastalandığımızda; naneli, tereyağlı o tarhana çorbasından bir tas içince ayağa kalkardık… Şifalı, lezzetli harika bir çorba… Kadınlar; soku taşına aktarılan buğdayı sırayla döverlerken bazen mola verip çay, pestil, çerez ikramları yaparlardı… Bu mola anında; koyu, keyifli sohbetler yapılırdı… Küçük dünyası bu sokaktan ibaret olan biz çocuklar; teyzelerin bu ikramlarını hiç kaçırmazdık.” Deyip tebessüm etti…


Saul Aaron’un rahmetli annesinin yaşadığı eve gelmiştik… Anahtarla kapıyı açıp içeri girdik… Kerpiçten yapılma tek katlı bir ev… Eve girer girmez sanki buut değişti… Evde bir manevi atmosferi var ki inanılır gibi değil… Üzerimden tüm ağırlıklar, vesveseler uçup gitti… Evin eşsiz manevi havası bütün bedenimi kuşattı…


Saul Aaron’la kahve yaptık… Tam; kahvemizi keyifle içip sohbete başlamışken kapının kanarya sesli zili çaldı… Saul Aaron’la birlikte kapıyı açtık… Yetmiş yedili yaşlarda, aksakallı, ağaç bastonu sağ koluna takılı, yeşile çalan çakır gözlü, ruhani bir zatla göz göze geldik… Dünya insanına benzemiyordu, çok büyüleyici bir maneviyatı vardı… O zat bize selam verdikten sonra “Ben Allah misafiriyim… Misafir kabul eder misiniz?” dedi… Saul Aaron, büyük bir sevgiyle misafiri içeri buyur etti… Gelen misafire de kahve ikram ettik… Kahvelerimizi içerken o zat söze başladı.


“Ben, (……) ilçesinden geliyorum… (O ilçeyle bizim bulunduğumuz yer arası 72 kilometre… Söz konusu ilçeden bulunduğumuz yere gelmek bir saati bulur.) İsmim (….) Silsilemiz; Nakşi-Kadiri… Benim şeyhimin adı (…..) Şeyhim; İstiklal savaşında, Ruslarla savaşırken esir düşmüş… Rus General; askerlere, şeyhimizin kurşuna dizilmesini emretmiş… Şeyhimize kurşun işlemeyince, general askerlere; şeyhimizin idam edilmesini emretmiş… Askerler; idam sehpasını kurup şeyhimizin boynuna ilmeği geçirip altındaki tabureyi tekmelemişler… İp kopmuş, şeyhimiz yere düşmüş… Rus General; motorlu testereyle kendisini parçalamalarını emretmiş… Bu defa da testere paramparça olmuş… Rus General ve askerler, bu tablo karşısında şoka girmişler… Rus General “Bu zat, mucize sahibi azizlerden biri olmalı… Başımıza felaket gelir… Kendisini hemen serbest bırakın!” diye askerlere emir vermiş. Şeyhimizi serbest bırakmışlar… Şeyhimiz uzunca bir yolculuktan sonra Türkiye’ye gelmiş… Sonra da Türkiye’de rahmeti Rahmana kavuşmuş… Ben o şeyhin halifesiyim ve tarikatını yürütüyorum…


Rabıta âleminde sizi görüp geldim… Sizin baba tarafından nesliniz, âlemlere rahmet olan Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhi Selatu Vesselama (sav) uzanıyor… Baba tarafından soy bağınız, Hazreti İmam Hasan’a (ra) oradan da Peygamber Efendimize (sav) ulaşıyor. Siz; baba tarafından hakiki seyyid-i şeriflerdensiniz…


Şeyhimden aldığım manevi emaneti size devretmek istiyorum… Bu vazifeyi siz yürütün… Manevi âlemden iz sürerek sizin yanınıza geldim… Benim günlerim sayılı… Bu manevi emanetleri size bırakayım siz yürütün…” Dedi…


Saul Aaron dikkatlice evliyayı dinliyordu… Saul Aaron’un odaklanarak bir kimseyi dinlemesi son derece tehlikeliydi… Çünkü böylesi anlarda; âlemlerin Rabbi olan Allah’ın ikramıyla, karşıdaki insanın samimi olup olmadığı, yalan söyleyip söylemediği, içten olup olmadığı vb. hakkında pek çok bilgiyi aldığına defaten tanık oldum…


Saul Aaron o evliyaya “ Bu evde; gaybi zatları görenler oluyor… Bu gaybi zatlardan biri; her sabah namazı kapı zilini çalıyor… Şayet; zil sesiyle sabah namazına kalkılmamışsa bu defa da pencerenin camını dövüyor… Kapıyı çalıp pencereyi döverek sabah namazına kaldıran bu zat kim?” diye sordu…


O evliya elindeki kahve fincanını bir kenara bıraktı… Kıbleye dönüp gözlerini kapattı… Kısa bir müddet sonra gözlerini açıp pencereden bir evi işaret etti ve şöyle dedi:


“Orada, genç bir evliya kabri var… Kendisi hem evliya hem de şehid… Sizin aileyi sevdiği için her sabah namazında kapı zilini çalıp pencereyi dövüyormuş... Ev ahalisi evi temiz tutsunlar…” dedi… (Saul Aaron, evliyanın söylediği bilgilerin doğru olduğunu, işaret ettiği yerde bir yatır olduğunu sonradan bana anlattı…)


Saul Aaron o evliyaya “Şayet sizdeki emanetleri almayı kabul edersem bizde ne gibi manevi fetihler olacak?” diye bir sual sordu… Evliya; gayp âlemlerini, cennet yurdunu net bir şekilde göreceğini söyledi…


Saul Aaron o evliyaya “Halvete girmek; yalnızca Allah rızası içindir… Kalp gözüm açılsın; ruhani âlemle irtibata geçeyim… Manevi âlemleri göreyim, diyerek halvete girilmez… Sen; neden gayp âlemlerini görmek için halvete girdin?” diye sordu…


O evliya şok oldu ve şöyle dedi:


“Yetmiş günlük halvete girdim… Halvette sürekli zikir ve ibadetle meşgul oldum… Halvetin yirminci gününde cin kızları geldiler… Onların güzelliklerini anlatmak imkânsız… Cin kızları bana “Bizden dilediğini eş olarak seçip evlenebilirsin.” Dediler… Ben de “Hayır!” diyerek zikre devam ettim… Halvetimin kırkıncı günde cinni gençler geldiler… Benim önüme desteyle para; mücevher, altın, gümüş koydular… Bana “Bunlardan canının istediği kadar alabilirsin…” dediler… Ben o an gaflette bulundum… İçimden “Parayı alayım, bir kısmını ihtiyaçlarım için harcarım, diğer kısmını da fakire fukaraya, camii inşaatına veririm…” Diye içimden geçirdim… Elimi paraya uzatınca “şın” diye bir sille yedim… Kalp gözüm gitti… Altı ay boyunca, dağlarda kırlarda gezip “Allah’ım beni affet…” diye yalvardım… Allah; altı ay sonra tövbemi kabul etti, tekrar ilmi ledün bahşetti…” dedi…


Saul Aaron o evliyaya “Biz, hiçbir evliyadan el alamayız… Teklifin için sizlere minnettarız, çok teşekkür ederim…” dedi… Biraz sohbet ettikten sonra evliya müsaade isteyip kalktı…


Ama o evliya; Saul Aaron’a sevgiyle büyülenmiş gibiydi… Kendisinin peşini bırakacakmış gibi de gözükmüyordu… Bana göre o evliya; manevi emanetleri Saul Aaron’a bırakma düşüncesiyle çok isabetli bir karar vermişti; ama Saul Aaron farklı bir dünyanın insanıydı…


Aradan birkaç hafta geçmişti… Sosyete semtlerinin birinde bir kafede Saul Aaron’la kahve içiyorduk… Ansızın, şaşırtıcı bir şey odu… O evliya bir gölge gibi süzülüp yanımıza gelip bizi selamladı… Saul Aaron, kendisini büyük bir sevgiyle karşıladı, o evliyaya da bir kahve ısmarladı… Biz o evliyayla sohbet ederken bir ara Saul Aaron; gözlerini kapadı… Bir dakika sonra da gözlerini açtı… Tam o anda çok tuhaf bir şey oldu… O evliya elindeki kahve fincanını masaya bırakıp ayağa fırladı… Arka arkaya tekbir getirmeye başladı ve şöyle dedi:


“Bir evliyanın ruhaniyatı geldi… Nuru; yakıp kül eden bir güneş gibi… Burada biraz daha kalırsam, o evliyanın nuruyla cansız giderim… O nuru kaldıramıyorum!..” dedi…. Saul Aaron “Lütfen gitmeyip oturun… Bakın biz nasıl o nuru kaldırıyoruz?!” deyip gülümsedi… O evliya, Saul Aaron’u duymadı bile… Tekbir getire getire hızla kafeyi terk etti… O evliya gittikten sonra Saul Aaron bana şöyle dedi:


“Siz, evliyayla sohbet ederken Batmayan Güneş, Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerini çağırdım… Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri (ra) geldi… O evliya, Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin güneş gibi zatının nurlarını kaldıramadı…” diyerek gülümsedi… (Birkaç ay sonra da söz konusu o evliya rahmetli oldu.)


Saul Aaron; o zatın; kutup mertebesinde hakiki ve gizli bir evliya olduğunu, eşsiz bir ledün ilmine sahip olduğunu, silsilesinin, şeyhinin, kendisinin hak olduğunu söyledi… O kutup evliyanın kabir âlemini, gayp âlemlerini, Cenneti gördüğünü, ricalül gayplar içinde yer almadığını, tarikat berzahındaki evliyalardan biri olduğunu söyledi…


A, SILA

Hızırla Yolculuk

bottom of page