top of page

Ladikli Ahmet Ağa’nın Manevi İzleri

Malatya’dayız… İstanbul’dan gelen Seyit Murat ve Dr. Ali Bey’le beraberiz. Arabada Saul Aaron da bize eşlik ediyor.


Malatya, Seyit Battalgazi’nin memleketi, kışa hazırlanmakta… Yağmur yağmış her yere, güneş bulutların arasından çıkmak üzere...


Amacımız, Battalgazi ilçesine gidip oradaki şehitleri ziyaret etmek. Fakat yolda aniden Aslantepe Höyüğü’nü gezmeye karar veriyoruz. Dr. Ali Bey’le sora sora Orduzu’ya varıyoruz.


Parke taşlarla kaplı sokaklardan geçerek, eski ve yıkık dökük kerpiç evlerin arasından Höyükler’e ulaşmayı hedefliyoruz. Bir tepede durup, burada açık hava müzesine dönüştürülmek üzere yapılan çalışmaları izliyoruz.


Bekçiyle beraber tepede gezip Höyük hakkında bilgi alıyoruz. Bekçinin anlattığına göre, ilk kazılar 1930'larda Fransız arkeologlar tarafından başlatılmış. Kazılarda geç Hitit dönemine ait, taş kabartmalarla dekore edilmiş bir avlu, giriş kapısında iki aslan heykeli, ve devrilmiş bir kral heykeliyle birlikte bir saray ortaya çıkarılmış. Bu eserler hâlâ Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyormuş.


Yine de burası bizi pek sarmıyor… 38 yıl boyunca kazı yapılan ve daha 100 yıl sürecek olan bu çalışmayı izlemek sıkıcı geliyor… Kazı alanında Romalılara ait olduğu söylenen kafatası ve uyluk kemiği görüyoruz. Saul Aaron, "Kim bilir nasıl bir komutandı bu kafatasının sahibi… Gün gelecek, biz de bu hale geleceğiz," diyor.


Bekçiye teşekkür edip, taksiyle oradan ayrılıyoruz. Orduzu bahçelerinde daha önce hiçbir yerde görmediğimiz büyüklükte, yaklaşık elli kilo ağırlığında lahana sıralarını fark ediyoruz… Allı morlu renkleriyle, batan güneşin ışıklarını bize yansıtıyorlar. Öğrendiğimize göre, bu lahanalar yalnızca Orduzu’da yetişiyormuş.


Orduzu Belediyesi’nin ana caddesine geldiğimizde ise tuhaf bir durum yaşanıyor… Sanki aracımızı manevi bir hava sarıyor. Çok ileride, uzun boylu, beyaz sakallı, bastonlu bir dede bize el sallıyor. Önceleri pek aldırmıyoruz, ama Saul Aaron, "Durun, o yaşlı dedeye gidelim," diyor. Yanına yaklaşıyoruz. Yüzü dolunay gibi aydınlık; dünyaya dair en ufak bir keder izi yok. Saul Aaron, pencereyi açıp selam veriyor. Dede, “Seni yaratan Allah’a kurban olayım,” diyerek dua ediyor ve içeriye dönüp Seyit Murat ve Dr. Ali Bey’e de dua ediyor. Saul Aaron, “Taksiye bin, seni dilediğin yere bırakabiliriz,” diyor. Dede, çok az bilinen bir köy ismi veriyor. Saul Aaron, onu köye kadar bırakabileceğimizi söylüyor, dede ise teşekkür ederek vedalaşıyor.


Biraz yol aldıktan sonra Saul Aaron, “O gördüğünüz zat, Hızır Aleyhisselam’ın bölüğünde çalışan bir veliyullahtı,” diyor. Hepimiz şaşkınlık içindeyiz. Daha önce Ladikli Ahmet Ağa hakkında bilgi sahibi değildik. Bir videonun 2:04’üncü saniyesindeki resmi gördüğümüzde adeta yıldırım çarpmışa dönüyoruz… Evet, gördüğümüz dedenin ta kendisi!


İstanbul’daki Dr. Ali Bey’i hemen arayıp resme bakmasını istiyoruz. O da aynı şaşkınlıkla Orduzu’da gördüğümüz dedenin o olduğunu söylüyor ve Seyit Murat’a durumu aktarıyoruz. Seyit Murat da aynı resmi görünce, şaşkınlığını gizleyemiyor.


Durumu Saul Aaron’a anlattığımızda tebessümle, “Evet, dostlar; o gördüğümüz dede Ladikli Ahmet Ağa’ydı… Kıyamete dek bir daha onu göremeyeceğiz,” diyor.


Bu olay, Allah’ın büyük bir sırrı ve mucizesiydi… Konya velîlerinden Ladikli Hacı Ahmed Ağa, 1888 yılında Konya’ya bağlı Ladik kasabasında doğmuş, 1969 yılında vefat etmiş. Kırklardan bir evliya, Hızır Aleyhisselam’ın bölüğünden… Hepimiz, onun şanına ve kerametlerine tanıklık ediyoruz. Onu anmak ve Ladik’teki türbesini ziyaret etmek için aramızda karar alıyoruz. Ladikli Ahmet Ağa ve Hızır Aleyhisselam’ın ruhu için bir Fatiha…


Kemal Balaban

bottom of page