top of page

SAUL ARON’LA KUCAKLAŞAN DELİ- MECZUP GÖRÜNÜMLÜ RİCALÜL GAYP VELİLERİ…

“Müridime cefa eden, erken hazırlasın kefen

İnan bu sözüme kan, yücedir şanı Geylani Geylanî

Çağır sen sıdk ile yetişir ol silah ile

Muradın ne ise dile yücedir şanı Geylani Geylanî…”


Saul Aaron’la Mersin’e gezmeye gitmiştik. Bu, beş günlük bir tatil programıydı… Deniz sahilinde epeyi gezdik… Vakit öğlen sularıydı, acıkmıştık… Tarihi çarşıda; ünlü bir ciğerci vardı, ciğer yemek için oraya doğru yola koyulduk…


Yol trafiğe kapalı bir yoldu… Tarihi eski evler, dükkânlar, yol boyunca turistik eşya satan esnaflar, baharatçılar… Ne ararsanız bulacağınız bir mekân… Sokak tıklım tıklım insan dolu… Aileler, gençler, turistler… Herkes alışverişin tadını çıkarıyor…


Kalabalıklar içinde ilerlerken, yolun sağ tarafında, tarihi evlerin ana caddeye açılan dar sokağından, anayola çıkan bir adama gözüm ilişti… Üstü başı perişan, Hippi gibi saçı sakalı birbirine karışmış bir adam, ağır ağır yürüyerek bize doğru geliyordu… Ben, o adama bakarken içimden “Bu adam ya meczup ya da deli olmalı…” diye geçirdim. Çünkü hali tavrı, giydiği kıyafet; deli ya da meczup olduğunu gösteriyordu… Bir ara; adamın gözlerine dikkatlice baktım, bakışlarında çok korkunç bir enerji vardı… Gözlerine daha fazla bakmaya güç yetiremedim… Birdenbire; yolun sol tarafından da o deli adama benzer biri ana yola çıktı… O da bize doğru yürümeye başladı… Önceki deli adam gibi onun da saçı sakalı birbirine karışmıştı, hali tavrıysa sokak serserilerine benziyordu…


Her ikisinin de çevresinde, sanki yüksek voltajlı bir enerji kümesi hissettim… Deli veya meczup gibi, sağa sola aval aval bakarak ağır adımlarla bize doğru geliyorlardı. Yürüdüğümüz ana cadde tıklım tıklım insan doluydu… İğne atsan yere düşmez… Yerli yabancı, çocuk, genç, yaşlı binlerce insan sokakta iç içe yürüyorduk… Güzel bir yaz günüydü…


Ben; Saul Aaron’un solunda yürüyordum… Sağ taraftan bize doğru gelen meczup veya deli adam kalabalığı yara yara Saul Aaron’un tam karşısına geçip durdu… Hiçbir şey konuşmadan Saul Aaron’ a sımsıkı sarıldı ve kendisiyle kucaklaştı… Bir müddet öyle kaldılar… Sonra; yine hiçbir şey konuşmadan yanımızdan ayrılıp gitti… Ben, bu yaşıma kadar böylesine korkunç bakışlı bir insana rastlamadım… Bakışları; yıldırım gibi insanı çarpıyordu… Henüz olayın şokunu atlatamamışken bu defa da sol taraftan gelen deli ya da meczup adam kalabalığı yara yara yanımıza geldi ve Saul Aaron’un tam karşısında durdu… Sanki Saul Aaron’un kırk yıllık dostuymuş gibi kendisini sımsıkı kucakladı… Sonra bir tek kelime dahi etmeden yanımızdan ayrıldı… Bu hadiseler, benim gibi çevredeki insanların da dikkatini çekmişti… Halk işi gücü bırakmış Saul Aaron’ı ve kendisine sarılan adamları izliyorlardı…


Bir müddet sonra ciğerciye geldik… Ayran ciğer siparişi verdik… Yemeklerimizi yedikten sonra, yorgunluk çayı içtik… Bu olayları içimden alıp veriyordum : “Acaba bu adamlar meczup mu deli miydi? Dilencilerse neden para istemediler? Onca kalabalık içinde neden Saul Aaron’u kucakladılar? Beni veya bir başkasını niçin kucaklayan olmadı?” türünden sorular beynimde uçuşuyordu… Edep ve terbiye gereği Saul Aaron’a “O insanlar kimdi?” diye sormadım…


Çaylarımızı içerken Saul Aaron o adamlarla ilgili bana şunları söyledi…


“O gördüğün kimseler ne meczup ne deli ne de sokak serserileri… Onlar; yeryüzünde yürüyen “kutup yıldızları”; esrarlı ricalül gayp velileri… Allah’a hamdolsun ki yeryüzünde, ricalül gayp velileri eksik değiller… Onlar olmasaydı şu gökkubbe başımıza çökerdi… O gördüğün zatlar; ilahi aşk sarhoşu; aşkın, dostluğun, içtenliğin yeryüzü yıldızları… Öylesine candan, öylesine büyük bir aşkla, öylesine içten bir coşkuyla bizi kucakladılar ki… O aşk, o sevgi, o candanlık; ancak Peygamberlerde olur… Şayet; benim başıma bu ilde herhangi bir felaket gelecek olsa gördüğün o zatlar bana bir zarar dokunmasın diye gözlerini kırpmadan kendilerini feda ederler… İşte şanlı ricalül gayp velilerinin eşsiz sevgisi… Bunun içindir ki Âlemlerin Rabbi olan Allah; yeryüzünde ne kadar ricalül gayp velisi varsa çok büyük bir aşkla tümünü bize sevdirmiş… Kalbimizde ricalül gayp velilerinin sevgisi olmasa bu hayat çekilmez olur… Dünyada kimi candan sevsen, bir konaktan sonra seni satarlar… Ama ricalül gayp velileri öyle değiller…” Dedi ve ricalül gayp velileriyle tarikat velilerini kıyaslayıp sözlerini şöyle sürdürdü…


“Ne zaman İstanbul’a gitmişsem, daha otogardan inmeden yeraltı- yerüstündeki bazı tarikat velileri sürüler halinde bize manen saldırmışlardır… Sorun nedir? “Burası bize ait, sana burada yer yok!” Sanki İstanbul’un tapusunu üzerimize almaya gelmişiz… İstanbul’daki bazı tarikat velilerinin şerrinden; işi gücü yarıda bırakıp eve döndüğümü bilirim… Doğudaki tarikat evliyaları İstanbul’daki gibi değiller…


Bir gün; kuzenimi ziyaret için beş günlüğüne İstanbul’a gitmiştim… Daha otogara iner inmez kimi İstanbul evliyaları sürüler halinde saldırmaya başladılar… Ölecek hale geldim… Valizimi hemen kaldırım kenarına bıraktım… Ve içimden “ Bizi sahipsiz mi sandınız?” diyerek evliyaların Şahı, Namlı Alacadoğan, Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinden “medet” istedim… O anda; İstanbul evliyalarının manevi saldırısı “şak” diye kesildi… 


Öğlen vaktiydi, hava güneşli mi güneşliydi… Beş dakika geçti geçmedi, gökyüzünde simsiyah bulut kümeleri toplanmaya başladı… Allah’a kasem ederim ki her yer geceye döndü… Ardı ardına öylesine şiddetli şimşekler çakıyor, öyle yağmur yağıyordu ki akıl alır gibi değil… Siyah bulutlar tümüyle yere inmişti… Göz gözü görmüyor… Arabalar farlarını yaktılar ve her yeri sel götürüyordu. Hemen bir taksiye binip İstanbul Çamlıcaya doğru yola koyuldum… Şoför “Ben kırk senedir İstanbul’da yaşıyorum… Bu yaşıma kadar kesinlikle böyle bir doğa felaketi ne gördüm ne de duydum… Sanki kıyamet kopuyor…” dedi…


İstanbul’da bir hafta kaldıktan sonra eve döndüm… İstanbul’da içkiler içilir, diskoteklerde dans edilir, açık gizli her köşe başında zina pazarlığı yapılır, zina edilir… Allah’ın helak edip yere batırdığı Sodom ve Gomore halkının yaptığı gibi İstanbul’da eşcinsel ilişkiler yaşanır, her köşe başında uyuşturucu satılır, kimi İstanbul evliyaları her ne hikmetse onlara hiçbir şey yapmazlar… Bizim gibi nerede bir gariban adam İstanbul’a gelmişse kimi İstanbul evliyaları hemen sürüler halinde onlara saldırırlar… Bunu, çok iyi beceriyorlar… Üstelik de teke tek gelmezler; hep sürüler halinde saldırırlar. İstanbul’da bu durumu defaten yaşadım… İstanbul velilerine içimden şöyle dediğim çok olmuştur: “Alın İstanbul’unuzu başınıza çalın! Evliyalık velilik bu mu?”


İstanbul’un kimi evliyaları sayesinde; neredeyse İstanbul’u sevemez olduk… Bursa öyle değil, Siirt, Bingöl, Bitlis öyle değil… Her ne oluyorsa İstanbul’da oluyor… Bu cidden çok tuhaf… Ya ricalül gayp velileri? Onlar öyleler mi? Âdem aleyhi selamdan bu yana; birbirini kıskanan, birbirine saldıran bir tek ricalül gayp velisi gösteremezsiniz… Tam aksine; ricalül gayp velileri birbirlerini Leyla- Meczun gibi büyük bir aşkla severler ve kollarlar… Allah; “sakallı bebekler” hükmünde olan kimi tarikat velilerinin şerrinden bizleri korusun! Bu “sakallı bebeklerin” bütün işleri güçleri; çocuklar gibi birbirlerini kıskanmak, birbirlerinin kuyusunu kazmak ve birbirlerini ortadan kaldırmaya çalışmaktır…” dedi…


A, SILA

KANADA

bottom of page