SAUL AARON’U KENDİ TARİKATINA ALMAK İSTEYEN KUTBUL AZAMIN ÖNÜNE GAVSUL AZAM SEYYİD ABDULKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNİN ÇIKMASI…
“Ey beni seven! Korkma hiçbir yerden ve yardan!
Beni Yaratan büyüktür, seçmiştir beni bütün vardan!
Ey beni seven! Şen ol, hoş ol, geniş ol, hikmetler söyle!
İstediğini yap! İsmim büyüktür her yerde…”
-Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani (KS)
Güzel bir yaz akşamıydı… Saul Aaron’la oturmuş sohbet ediyorduk… Saul Aaron; bana, “Kutbul Azam” mertebesindeki evliyaların manevi sırlarını anlatıyordu…
“Bir evliyanın Kutbul Azam mertebesinde olduğunun en güçlü kanıtı şudur: Allah’ın izniyle, kaza, bela anında; cismen erişip kurtarma sırrı… Ayrıca Kutbul Azam, kalpten sorulan bütün sorulara cevap verir… Eşsiz ledün ilmiyle de kalplere mutasarrıftır; yani kalplerden geçenleri bilirler… Kendisinde bu velayet sırları bulunmayan bir evliya; Kutbul Azam olarak nitelendirilemez… Kutbul Azam; bidatlere girmez, Kuran ve sünnete sımsıkı bağlıdır… Haftaya; seninle, gerçek bir Kutbul Azamın ziyaretine gidelim… Bu Kutbul Azam; ölüm riski olan birçok insanın imdadına yetişip kendilerini kurtarmış… Bunu da yüzlerce insan görüp tanık olmuş… Bu Kutbul Azam, kalplere de mutasarrıf… Kalpten sorulan suallere cevap verebiliyor… Kendisi bu devrin Kutbul Azamı… (….) Efendi Hazretleri; Nakşibendi tarikatının Halidiye kolundandır… Akdeniz Bölgesinde (….) ilinde yaşıyor…” Dedi…
Bir hafta sonra Kutbul Azamı ziyaret için yola koyulduk… Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Saul’un bahsettiği ile geldik… Deniz sahilindeki bir kafeye oturduk… Martılar; balıkçı teknelerinin üzerinde çığlık çığlığa bağrışarak uçuşuyorlardı… Portakal sularımızı içip bir müddet dinlendikten sonra kafeden ayrılıp şehri gezdik… Akşam yemeğini yiyip namazımızı kıldık… Bir taksiye binip Kutbul Azamın yaşadığı mekâna doğru yola koyulduk… Kayın, defne, çam ağaçlarıyla kaplı orman yolunda, dergâha doğru ilerliyorduk… Yollar; çok zikzaklı ve dönemeçliydi... Yolculuğumuz neredeyse bir saat sürmesine karşın; hâlâ Kutbul Azamın dergâhına gelememiştik…
Benim bir şey hep dikkatimi çekmiştir… O da şu: Saul Aaron; hangi mertebede olursa olsunlar, hiçbir evliyanın kesinlikle elini öpmüyordu… Söz konusu evliyalara sevgi, saygı, hürmet gösterip selam veriyor ve buyur etikleri yere edep ve vakarla oturuyordu… Kesinlikle de hiçbir evliyaya manen boyun eğmiyordu… Saul Aaron’a bir gün “Neden evliyaların elini öpmüyorsunuz?” diye sormayı çok istemişimdir. Ancak; aldığım manevi terbiye ve edep gereği bunu kendisine hiçbir zaman sormadım… Bir gün Saul Aaron; neden hiçbir evliyanın elini öpmediğini; kendilerine neden manen boyun eğmediğini şöyle açıkladı…
“Âlemlerin Rabbi olan Allah; bize, mürşit olarak aracısız bir şekilde Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerini vermiş… Biz, doğrudan doğruya Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerine bağlıyız ve Gavsul Azamın talebesiyiz. Dünyada ne kadar gavs, kutup, kutbul azam, üçler, yediler, kırklar vb. varsa tümü de Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin birer askeri hükmündeler ve Gavsul Azamın emrindeler… Bu sırdan dolayıdır ki bize, evliyaların ellerini öpmek, manen kendilerine boyun eğmek haramdır…” dedi. Aradığım sorunun yanıtını bulmuştum…
Saul Aaron; kahır çoğunlukla kot pantolon, spor tişört, spor ayakkabı giyiyordu, kışın da spor mont… Yaz mevsiminde; koyu siyah güneş gözlüğü taktığına da çok tanık oldum… Saul Aaron; Kutbul Azamı ziyarete giderken de o güne özgü herhangi bir kıyafet giymemişti… Kot pantolon, spor tişört, spor ayakkabı… Sol kolunda deri takı... Omuzlarına kadar dökülen haleli uzun saçlarıysa aslan yelesi gibi rüzgârda salınıyordu… Söz konusu kıyafetlerine karşın; Saul Aaron’un üzerinden heybet hali hiç de eksik olmuyordu… Böylesi anlarda kendisine bir şey sormaktan hep çekinir ve ürperirdim…
Nihayet; ormanlarla kaplı dağın zirvesine gelmiştik… Saat 22.00 suları… Taksiden indik… Sebil bir çeşmeden birkaç yudum su içip temiz orman havasını içimize çektik… Bize doğru, orta yaşlarda üç kişi geliyordu… Yanımıza gelip selam verdiler ve bize niçin geldiğimizi sordular… Saul Aaron “Nakşibendi şeyhi Kutbul Azam (…) Efendi Hazretlerini ziyarete geldik.” Dedi. Yanımıza gelenler; Kutbul Azamın sufileriymiş… İçlerinden biri eliyle ışıkları yanan büyük bir binayı işaret etti ve şöyle dedi:
“Efendi Hazretleri, sizin ziyarete geleceğinizi bize önceden haber verdi… Kendisi aşağıya indi, sizi bekliyor, buyurun.” Dedi… Sufiler önde biz arkada elli metre kadar yürüyüp yürümedik ki gözüme kalabalık bir topluluk ilişti… Otuz kırk kadar sufi; saygıyla el pençe divan durmuşlardı… Ortalarında, orta boylu, seksen yaşına yakın aksakallı, oldukça nurani ve dinç bir zat duruyordu… Bu, Kutbul Azam olmalı, diye içimden geçirdim. Saul Aaron; şeyhi saygı ve edeple selamladı… Şeyhin elini öpmek için uzanmadı… Bu durum, sufilerde şaşkınlık yaratmıştı… Yüz ifadelerinden öyle anlaşılıyordu… Şeyh Efendi; saygıyla bizleri içeriye buyur etti… Ahşap merdivenlerden yukarıya çıktık, genişçe bir salona geçtik… Bize gösterilen yer minderine diz çöküp edeple oturduk… İçeride tanımı olanaksız bir manevi hava esiyordu… Şeyhin göz işaretiyle sufiler yere sofra bezi serdiler… Büyükçe bakır bir tepsiyi sofraya koydular. Tepsi içinde yağ, bal, çörek, zeytin, zeytinyağı, peynir, köy ekmeği vardı… Kahvaltıdan sonra bize çay servisi yaptılar… Bir ara, Şeyh Efendinin göz işaretiyle sufiler salonu terk ettiler. Saul Aaron; saygılı ve edepli bir şekilde Kutbul Azama; kendisini ziyaret için geldiğimizi söyledi… Şeyh Efendi “Hoş geldiniz, safa geldiniz…” dedi… Şeyh; kudretli ve ışıltılı gözleriyle çok dikkatli bir şekilde Saul Aaron’a odaklanıp kendisini iğneden ipliğe süzmeye başladı… Bir müddet sonra da gözlerini kapatıp rabıta âlemine daldı… Benim bu işlere pek aklım ermez; ama şu kadarını söyleyebilirim ki Kutbul Azamın cismi oradaydı; ruhuysa başka bir âlemde… Cismi; hareketsiz bir halde öylece duruyordu… Üç dört dakika sonra Kutbul Azam gözlerini açtı… Yüzündeki ifade şok yaşamış insanlara özgüydü… Ben, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum ki Kutbul Azam, Saul Aaron’a bakarak konuşmaya başladı…
“Seni, kendi yolumuza almak istedim… Manevi yolculuk yaparken ansızın Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri benim önümü kesiti ve bana şöyle dedi:
“Sen çekil aradan! Ona ben bakıyorum!” dedi. “Yoksa sana kurban olurduk.” Deyip tebessüm etti… Saul Aaron; gayet sakin bir şekilde oturduğu yerden tebessüm etti, şeyhe hiçbir şey söylemedi… Bu hadiseden sonra Kutbul Azam; Saul Aaron’a haddinden fazla ilgi göstermeye başladı… Yaptıkları camii inşaatını, Kuran kursunu gezdirdi… Adeta bir mihmandar gibi yapılan işleri Saul Aaron’a anlatıyordu…
“40 yıl önce manevi âlemden buraya camii yapmamız istendi… Bu camiye Peygamber Efendimizin (sav) hilyeyi şerifinin (sakalı şerif) verileceği müjdelendi… Hamdolsun hilyeyi şerif geçen hafta bize ulaştı…” dedi… Vakit çok geç olmuştu… Kutbul Azamdan destur isteyip kendisi ve sufileriyle vedalaştık… Gökyüzünde yıldızların pırıl pırıl parladığı, ormanda serin gece rüzgârlarının estiği güzel bir geceydi... Taksiye binip otele doğru yola koyulduk…
A,SILA
KANADA