top of page

SAUL AARON VE KIR YÜRÜYÜŞÜNDE İLAHİ AŞK FIRTINASI…

“Birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş
Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe
Hep aynı yerde karşılaşırdık, tesadüf bu
Birer tomurcuktuk hayatın kollarında

Birer çiğ damlasıydık bahar sabahında, gül yaprağında…

- Yusuf Hayaloğlu


Baharın yavaş yavaş geldiği bir mevsimde, karlar erimeye yüz tutuğunda, börtü böcekler kış uykularından uyandığında, kardelen çiçeklerinin kar altından nazlı nazlı gün yüzüne çıktığı zamanlarda, Saul Aaron genellikle yalnız başına kır yürüyüşüne çıkıyordu. Dağlara çıkıp saatlerce dönmediği oluyordu…


Sonbaharda; sararıp solan yaprakların rüzgârla savrulduğu zaman diliminde, ıssız kırlarda saatlerce gezindiği oluyordu.


Kış mevsiminde, karların lapa lapa yağdığı zamanlarda, bazen dondurucu soğuklarda, gece yarısı evden çıkıp ıssız yerlerde yalnız başına saatlerce gezindiğine çok tanık oldum…


Gezindiği yerler, yerleşim bölgelerinden çok uzak mekânlar… Her zaman aklıma şöyle bir sual takılmıştır: “Bu ıssız yerlerde yılanlar, kurtlar vahşi hayvanlar var. Acaba Saul bu hayvanlarla hiç mi karşılaşmıyor? Üç dört saat boyunca yalnız başına dağlarda ne yapıyor?” Beni ziyadesiyle sevdiğinden, bir gün bunu kendisine sordum. Bana şöyle bir yanıt verdi:


“Âlemlerin Rabbi olan Allah, dağlarda, kırlarda, ıssız yerlerde kendini zikrederek gezerken, bir kez olsun akrep, yılan, kurt ve vahşi hayvanlarla bizi karşılaştırmadı… Yalnızca bir defa dağlarda vahşi bir köpekle karşılaştım. Issız bir mekânda, dağın tepesinde geziniyordum. Ansızın dağ yamaçlarından, vahşi bir köpek havlayarak bana doğru koşmaya başladı… Bu köpek, bildiğiniz köpeklerden değil; kurtlardan daha iri kıyım, vahşi bir köpek… Yürümeyi bıraktım, öfkeli bir şekilde, beni parçalamak için havlayarak koşan vahşi köpeğe sakince bakmaya başladım... Bana yüz metre kala, o kızgın vahşi köpek, ansızın olduğu yerde mıh gibi çakılı kaldı… Havlamayı kesti, utangaç mahcup bir insan gibi başını önüne eğdi, kuyruğunu yere indirdi ve mahcup bir insan edasıyla da çekip gitti… Âlemlerin Rabbi olan Allah, şayet o köpeği durdurmasaydı, bizi parça parça etmesi kaçınılmaz bir son olurdu…”


Saul Aaron, bahar, sonbahar, kış mevsimlerinde ıssız yerlerde, bahçe aralarında, dağlarda yürürken Allah’ı zikrederdi. Eve döndüğündeyse üzerinde yorgunluktan eser kalmamış, oldukça dinç görünürdü…


“Saul; kır yürüyüşü yaparken, kırlarda, ıssız dağlarda yalnız başına gezerken, acaba ne türden hisler yaşıyor?” Bunu, hep merak ederdim. Aldığım manevi terbiye ve edep gereği bunları Saul’a hiçbir zaman sormadım… Ama benim gibi; kırlara, dağlara, ağaçlara boş gözle bakarak gezinmediğinden de oldukça emindim.


Baharın geldiği mevsimlerden birinde, Saul Aaron “Haydi, seninle kır yürüyüşüne gidelim… Yalnız benimle yan yana yürüme… Benden yirmi otuz metre kadar arkada yürü… Allah’ı zikrederek, tefekkür ederek yürü…” dedi… Buna çok sevinmiştim, dünyalar benim olmuştu… Nasıl mutlu oldum, anlatamam…


Saul Aaron’la yürümeye başladık, evlerden epeyce uzaklaşmıştık… Dağ yamaçlarından tepeye doğru yürüyorduk… Badem ağaçları çiçek açmıştı… Ben; Allah’ı zikrederek Saul Aaron’un yirmi, otuz metre kadar gerisinde yürüyordum. Bu halde yürürken ansızın, tanımlayamayacağım bir sekine, bir ruhani enerji bütün bedenimi kuşattı… Hücreden bütüne bütün bedenimde ilahi aşk fırtınası esmeye başladı… Dünya dertleri, musibet ağırlıkları üzerimden uçup gitti… İlahi aşkla gözlerim dolu dolu oldu ve üzerimde Allah aşkının elli tonu esmeye başladı… Kalbim, ilahi aşktan alev alev yanıp çarpıyordu… Kuş gibi hafiflemiştim. İlahi aşkın zevkinden kendimden geçmeye başladım… Gökyüzü, açan çiçekler, yerdeki börtü böcekler, sanki ilahi aşka bir ayna olup bana yansıyor gibiydi… Tanımsız o ilahi aşk hazlarıyla kendimden geçtim. O an; bende egemen olan tek duygu vardı: Cennet aşkının rüzgârları ve bahar aydınlığında güzel hislerin meltemi…


İlahi aşkın esintisiyle kendimden geçip soluk soluğa kaldım… Benim bu aşkı kaldıracak gücüm, takatim kalmamıştı… Olduğum yerde biraz oturdum… Saul Aaron’dan epeyi uzaklarda kalarak bu hali atlatmaya çalıştım… Bir müddet sonra o hal üzerimden kalkınca Saul Aaron’un yanına gittim. Kendisi de zikri bırakmıştı… Yol boyunca Saul Aaron’la sohbet ettik. Birkaç saat sonra da eve vardık…


Şunu çok iyi anladım ki Saul, kendisine sormak istediğim “Acaba Saul, kır yürüyüşünde ne yapıyor?” sualine beni bu yürüyüşe götürerek yanıt verdi… “Benden yirmi otuz metre geride yürü…” demesinin hikmeti de yanında, ilahi aşkı kaldıramayacağımı düşündüğü içindi… Yaşadığım ilahi aşk fırtınalarını ve bu ilahi aşkın rahmet esintisini, hazzını tarif edecek dünyada kelime yok… Bambaşka bir duygu… Ne dünya derdi, ne keder… İnsan o aşk hisleri içinde ıssız dağ başlarında resmen yok olup gitmek istiyor…


Saul Aaron’la tekrar dağlarda yürümeyi çok istememe karşın, bu gerçekleşmedi…


Saul’a “Seninle yürüyüşe çıkınca böyle böyle haller yaşadım…” Demedim. Kendisi; yaşadığı ruhani hallerden, duygulardan zerre kadar olsun bize kesinlikle bahsetmiyordu… Saul’a yakın olup kendisini tanıdıkça, aslında hiçbir zaman onu tanıyamayacağımı kavradım…


Saul, son derce ketumdu… Hayatta pek çok sırlı, manevi arkadaş çevrem oldu; ancak Saul Aaron gibi ketum ve sırlı biriyle kesinlikle karşılaşmadım… Saul’un ketum ve sırlı duruşu; kendisine olan bağlılığımı daha da artırmakta…


Umarım bir gün Saul’la, yeniden kır yürüyüşüne çıkma fırsatı bulurum… O ilahi aşkın rahmet esintisiyle kuşatılmak için insan neleri feda etmez ki…


A, SILA

Hizirla Yolculuk

bottom of page