top of page

NAKŞİBENDİ KUTBU ŞEYH ÖMER ZİYAEDDİN BÖLÜKBAŞI (KS) İLE İLGİLİ ESRARLI HATIRA…

Üniversite yaşamımda, sufism sahasını incelerken karşı konulmaz bir aşkla Gavsul Azam’ı çok sevmeye başladım. Bu elimde olmadan gelişen bir histi. Sufism sahasını bilimsel bir bakış açısıyla çok üst düzeyde enine boyuna inceledim…

 

Sonsuz bir aşk rüzgarı esiyordu içimde. Ruhumun gelgitlerini orada sezmeye başladım. Bir insan-ı kamil bulmalı ve onun eliyle Allah’a bağlanmalıydım. Allah’a bağlanmalı onu çok anmalı cezbelere adım atmalı ve velayet konaklarını çokça zikrederek geçmeliydim…

 

Yollara düştüm gerçek bir mürşit bulabilmek için Nakşibendilik, Kadirilik, Rufailik, Mevlevilik bütün hak tarikatları incelemiş o sahada yazılan tüm eserleri akademik düzeyde tetkik etmiştim…

 

Bu niyetle büyük bir tutku ile Türkiye’nin değişik illerinde mürşit aramaya başladım. Heyhat ki mürşit hatta gavs denen kişilerin hiçbirinde mürşitlik vasfı bulamadım. Bunlardan çoğu dergahı bekleyen ve ilmi ledünü olmayan el verme yetkileri bulunan kişilerdi. Temiz insanlardı, salihlerdi ama evliya olmadıkları apaçık ortadaydı. 

 

1990 yılı, İskenderun’da görev yapıyorum. Kader saati yavaş yavaş işlemeye başlamıştı. Öğretmenler odasında oturuyorum. Müdür yardımcısı Azize Hanım çevresine toplanmış birkaç bayan öğretmenle konuşuyor. 

 

Azize Hanım “Duydunuz mu? Şeyh Ömer Ziya Efendi gece yarısı balık tutmak için denize açılan ve alabora olup batan teknedeki balıkçıları ellerinden tutup sahile çıkarmış.”

 

İçlerinden bir başka bayan öğretmen “Evet ben o balıkçıları tanıyorum. Bize de anlattılar bu olayı.”

 

Bir başka bayan öğretmen “Ayol ben de duydum o zatın kerametini…İskenderun Dörtyol’da bir kız çocuğu, hızla gelen bir kamyonun önüne fırlamış…Kamyon tam kıza çarpacakken Şeyh Ziya Efendi ansızın belirmiş ve halkın şaşkın bakışları arasında o kızı alıp kenara koymuş ve kaybolmuş.”

 

Aman Allah’ım işte aradığım gerçek bir mürşit! Bu tasarruf şekli sanlarına “Kutup” denen yüce evliyalara özel bir sır. Nihayet gerçek bir kutup buldum… İçim sevinçle doluyor…Aradığım şeyh bu…Ben artık bu yüce Kutbun ruhani eliyle seve seve Allah’a bağlanabilirdim…

 

Öğretmenlerin sohbetine katılıyorum: 

 

“Azize Hanım…Bu zat nerededir?”

 

“İskenderun Dörtyol’da.”

 

Fizik öğretmeni söze karışıyor:

 

“Ben tanıyorum o zatı . İstersen yarın akşam gidebiliriz seninle.  Allah her şeyi ayarlamış…Hangi insanların eliyle olursa olsun niyet samimi olunca bir yol açmakta eni sonu…

 

Anlaşıyoruz. Ahmet Öğretmen bir mühendis arkadaşı ile gelip bizi alıyor ve İskenderun Dörtyol’a bir kutbu ziyarete gidiyoruz. Akşam olmuş… Yemek için bir lokantanın yolunu tutuyoruz. Ben tüm ısrarlarına karşın yemek yemiyorum…Çünkü Şeyhi denemeliyim…Göz kapalı olarak bir yola bağlanılmaz…İlmi ledünü var mı yok mu?Test etmeli sonra bağlanıp bağlanmayacağıma karar vermeliyim…Arkadaşlar yemek yerken ben içimden Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretlerine

 

“Ya Şeyh Ziya Efendi!Ben sana biat için geliyorum…Gerçek bir evliya isen bana yemek yedir. Böylece senin evliya olduğuna kanaat edeyim ve sana talebe olayım, bağlanayım” Diyerek susuyorum…

 

Araba ile Dörtyol’da çevresi ormanlarla çevrili bir dağ yamacına çıkıyoruz. Geride kalan ve gittikçe bizden uzaklaşan deniz ve üzerinde gezinen gemilerin ışıltılı lambaları…Yolun sağı solu büyük çam ağaçları ile çevrili…Yarım saat sonra geliyoruz Şeyh Ziya Efendi’nin dergahına…Araba motoru, yokuş tırmanmaya dayanamamış olacak ki su kaynatmış, buhar çıkıyor motordan…Dervişler su getirip motora döküyorlar…Sorun halloluyor…

 

Dervişler bize nereye gittiğimizi soruyorlar. Şeyhi ziyarete geldiğimizi söylüyoruz. Yetmiş yaşını aşkın, dinç, orta boylu, ak sakallı nurani sekineli bir zat çarpıyor gözüme... Çevresinde dervişler edep ve huzur duruşundalar…

 

Şeyh üstün kerameti ve ledün bilgisi ile manen her şeyi bilmekte, aşağı inmiş bizim için… Bundan çok mahcup oluyorum… Ama duygusallığa yer yok… Bakalım ısmarladığım yemek ne olacak..

 

Bizi sevgiyle, tebessümle buyur ediyor dergahına…Şeyh Ömer Hazretleri sufilerden birine sesleniyor…

 

“Hocamın yemeğini getirin!” Aman allahım! Bu zat fırtına gibi bir zat ve gerçek bir kutup…İçim içime sığmıyor!

 

Hem bir evliya bulmanın sevinci hem de şeyhi denemenin mahcubiyeti karmakarışık duygular içindeyim…Derin bir sessizlik şeyh birden bire ortaya konuşmaya başlıyor…İmalı bir şekilde…Sözün muhatabı kim?

 

“Üç günlük dünya…Bak sana kalbi kırık gitti…Keşke öyle olmasaydı.”

 

Ahmet Bey kıpkırmızı oluyor… Müsaade isteyerek dışarı çıkıyor…Mühendis de onunla birlikte çıkıyor… Sofrada her şey var…Ancak kocaman yer sofrasına büyük bir tepsi ile konan yemekte yalnızca ben varım… Utanıyorum, fazla bir şey yiyemeden teşekkür ediyorum…

 

Amacım yemek değil…Sofra kalktı…Her şey sükutla ima ile halloluyor burada…Dervişler şeyhin bir bakışı ile odadan çıktılar…Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretlerinin çevresi ruhani alemle, sekineyle dopdolu…Hayran oluyorum kendine…Ve kendisine:

 

“Efendi Hazretleri ziyaret sebebimiz zatınızdan bir el alarak Allah’a bağlanmak.” diyorum.

 

Şeyh Ömer Hazretleri tebessümle

 

“Hay hay öğretmenim…Sizlerden iyisini mi bulacağız. Olur inşallah.” Diyor ve rabıta alemine dalıyor…Sahte şeyhler gibi her gelene ders tarif etmiyor…

 

Ben büyük bir edeple dizüstü oturmuşum bir o kadar da büyük bir merakla ders tarif etmesini bekliyorum…Zaman geçmiyordu ve saniyeler sanki saatlerle yerini değişmiş gibiydi…

 

Şeyh gözünü kapayıp rabıta alemine geçiyor…Cismi cansız gibi ve sanki ruhu cisminde değil…Üç dakika kadar sürüyor bu rabıta hali…Sonra Şeyh gözlerini açıp

 

“Gavsul Azam önüme çıktı…Bana “Ona ben bakıyorum. Sen çekil aradan dedi. Seni bize vermiyor…Yoksa sana kurban olurduk hocam” diyor…Oldukça şaşırıyorum. Şok oluyorum adeta…

 

Bir Kutuptan el alamadığım için üzülüyor…Gavsul Azam bakıyor diye de çok seviniyorum…

 

O yıllarda abimlerde kalıyordum. Yengem ve onun kardeşi sapık ve mason olan sahte bir şeyhe biat etmişlerdi…İçki helal, namaz yok, başörtüsü yok diyormuş sahte şeyh…Kalp temizliği önemliymiş…(!)

 

Abim o sahte kafire şeyh diye bağlanmış ve kafir olmuştu…

 

Abimin bu haline çok üzülüyordum…Temiz kalpli merhametli biriydi…Çok severdim kendini… Eşi sosyeteydi…Saçı topuklarına kadar uzanırdı…Güzellikte üstüme yoktur diyen biri…Fitne ve gıybet mesleğinde en zirvede…Tüm aileyi birbirine düşürmüştü…

 

Şeyh Ömer Hazretleri’ne bu durumu anlattım…Dua ve himmetini talep ettim.

 

Şeyh bizi dikkatle dinledi…Sonra

“Biz asla sana karışamayız; çünkü Gavsul Azam size bakıyor. Onu çağır ona söyle.”

 

“Nasıl çağırayım efendim?”

 

“Gözünü kapa…Sakallı nurlu bir zatı düşün ve söyle.”

 

Şeyh rabıta aleminden Gavsul Azamın önüne çıkmasından sonra bize haddimizden fazla iltifat etti…Camiyi gezdirdi…Sakalı şerifin geliş öyküsünü anlattı…Duasını alıp ayrıldık kendisinden…

 

Yolda giderken Fizik Öğretmeni Ahmet Hoca:

 

“Bizim akrabadan biri bu şeyhe bağlıydı…Ben de şeyhine kötü söz söylerdim…Bunlara inanmazdım…O bu nedenle küstü benle…Geçen haftalarda rahmetli oldu…Bana küs gitti…Bu zat işte bu olayı anlatınca orta yere korktum, utancımdan terk ettim orayı…”

 

(…)

 

Aynı gece abimler yattılar…Gece on bir suları…İki rekat namaz kıldım…On bir ihlas bir Fatiha okuyup Şeyhin dediği gibi gözümü kapayıp

 

“Ya Gavsul Azam yengem, İslam’da başörtüsü namaz yok, içki helal diyor…Abimi de yoldan çıkarmış…Bir de bu ilde bize haksız yere düşmanlık eden ….. diye bir kişi var…Bunları dua ve himmetine havale ettim.” Diyerek birkaç dakika gözü kapalı bekliyorum…Sonra yatıyorum…

 

Gece yarısı bir kadın feryadı ile sıçrıyorum yataktan…

 

“Öldürmeyin…Öldürmeyin!”

 

Bağıran yengem…Abim koşarak yanıma geliyor…

 

“Yengene bir şeyler oluyor…Gel dua oku.”

 

Yengem yatak odasında cinnet geçiriyor…

 

Öldürmeyin, öldürmeyin!” diye bağırıyor…

 

Ayetel kürsi okuyorum…Oldukça şaşkınım…Aynı gece bunların olması çok ilginç…

 

Yengem bir süre sonra uyanıyor…Korkuyla bakıyor bize…Olanları anlatıyor…

“Sen geldin…Sonra yanında sakallı sarıklı cübbeli yeşil giyimli heybetli bir zat belirdi…Bana

 

“Demek İslam’da başörtüsü yok, içki helal, namaz yok öyle mi?” dedi. Sonra canımı alıyor o acıyı tamamen yaşıyorum ve tekrar ruhumu bırakıyor…”

 

(…)

 

Yengem bu olaydan sonra bir süre başını örttü…Abim sapık yolu terk etti…Aynı gece bize yok yere düşmanlık eden adam sille yiyerek ambulansla acile yetiştirilmiş…Birkaç saniyeyle ölümden dönmüş…

 

Anladım ki Gavsul Azam bize bakıyor ve iman ettim ki Şeyh Ömer Ziyaeddin Bölükbaşı Hazretleri (ks) dünyadaki kutupların en azametlisinden biri…

 

Allah’a şükrolsun…Sonra bir veli zattan Şah-ı Geylani Hazretleri’nin (ra) tespihini alıp yoluna bağlanıyorum…Şeyh Geylani Hazretleri’nin üveysi müridi oluyorum…

 

Yaşamım boyunca pek çok defa Gavsul Azam’ın himmetini ve erişmesini gördüm…

 

Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretleri (ra) daha sonraları bizle telefonla irtibat sağlıyor…Görüşmelerimiz oluyor…Kendisine ömrüm oldukça şükran borçluyum…Bizi hakikate bağlayan eşsiz keşfine, misafir severliğine her şey için teşekkürler…Ruhu şad olsun…


(…)

 

Rüya alemindeyim…Ankara’da bir alt geçit…Ziya Efendi köprünün üzerinde tanımı olanaksız bir nur var simasında…Bize sevgiyle gülümsüyor…Sonra gökyüzüne doğru uçarak kayboluyor…

 

Uyandığımda içimde bir hüzün bir veda hissi…Bu rüya bir veda şekli…Hem de ebedi aleme veda…Ürperiyorum…

 

Müritlerinden astsubay Mustafa geliyor ziyaretime…Şeyhi soruyorum rahmetli olduğunu söylüyor…Üzülüyorum…Hatıralar geliyor gözümün önüne daha bir üzülüyorum…

 

Şeyh Ziya Efendi’nin dervişleri çok naif insanlar…Ancak bu hatırayı okuyan bağlılarına bir şey demek istiyorum…

 

Hayattayken Allah’ın yüce kutbunu tanıyamadınız…Ona “Hacı Baba” sanını uygun gördünüz…Kalp gözü açık bir “hacı baba” bildiniz, sevdiniz…Halbuki Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretleri (ks) “Hacı baba” değildi; dünyada tasarrufa yetkisi bulunan “kutup” mertebesinde bir özel evliyaydı…Silsileyi saadat halkasındaki geçmiş bütün evliyalarla konuşan manevi aleme bağlı özel görevi olan hatta Hızır Aleyhisselam bölüğünde bulunan yüce bir evliyaydı…Millet şeyh olmadığı halde “gavs seydam” diye neredeyse tapınırken sizle Şeyh Ömer Ziyaeddin Bölükbaşı Hazretleri gibi “yüce bir kutbu” “hacı baba” mertebesine düşürüp onu öyle sevmenin tokatını yediniz…Sözüm değer bilen dervişlerine değil…

 

Şeyh Ömer Ziyaeddin Bölükbaşı’na (ks) ebedi şükran borçluyum…O yüce kutup  olmasaydı kim bilir hangi sahte şeyhin elinde oyuncak olup batıp gitmiştim…Şeyh Ömer Ziayaeddin Hazretleri’ne onu hakkıyla seven ve onun yoluna sadık tüm dervişlerine en kalbi sevgi, hürmet, şükran ve dualarımla…


Saul Aaron

hizirlayolculuk.com

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page