top of page

ŞEYH OSMAN NURİ, ŞEYH ALİ KARA HAZRETLERİNİN TARİKATI ve GÜNCEL KONULAR ÜZERİNE BİR RÖPORTAJ

Gavs kimdir, gavsın velayet sırları, ledün ilmi, mazhar olduğu esma tecellileri ve kerametleri nelerdir? Şeyh Osman Nuri Hazretleri gavs mıdır?


Gavs; evliyaların sultanı, Allah’ın yeryüzündeki matmahı nazarı, (kalbinden âlemlere tecelli ettiği yüce zat) Allah’ın yeryüzündeki halifesi, Peygamber Efendimizin varisi olan esrarlı, yüce bir evliyadır. Yeryüzünde iki türlü gavs bulunur: Vekâleten ve asaleten gavs olanlar. Vekâleten gavs olanlar, hakiki gavs değillerdir. O makama vekâleten bakarlar. Asaleten gavs olanlar, bazen yüz yılda, bazen beş yüz yılda, bazen de yedi yüz yılda bir zuhur ederler. Bir de kimi sufiler tarafından gavs sanılan evliyalar vardır. Bunların gavslıkla uzaktan yakından ilgileri yoktur. Vekâleten gavs olanlar, esmayı Hüsna’nın bir ikisinde ismi azam mertebesine sahipken; asaleten gavs olanlar, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın doksan dokuz esmayı Hüsna’sından pek çoğunun ismi azam mertebesine sahiplerdir. Bu durum, gavsların kendi aralarındaki makam farkını ortaya koyan esrarlı bir hakikatidir. Yani esmayı hüsnadan kaçında ismi azam mertebesine sahip olduğu… Gavs, yaşadığı zaman diliminde bütün tarikatlara tasarruf eder. Yani, yalnızca kendi tarikatına tasarruf etmez. Bir gavsı, kendisiyle aynı zaman dilimini paylaşan ve kutup mertebesinde olan yüce evliyalar tanırlar. Çoğunlukla halk onları tanımaz. Gavs, ilahi bir sır olduğundan, kendisini halka ifşa etmez. Yeryüzünde, nice gavslar gelip geçmiş… Kimi on, kimi yirmi, kimi otuz esmayı hüsnanın ismi azam mertebesine sahip… Gavsların makamı, sahip oldukları esmayı hüsnanın ismi azam sayısına bağlı olarak değişir. Yani bütün gavslar, aynı makamda değil… On esmayı hüsnanın ismi azam mertebesine sahip olan bir gavs, otuz esmayı hüsnanın ismi azam mertebesine sahip bir gavstan daha düşük derecededir.


Yeryüzünde Allah’ın doksan dokuz esmasının ismi azam mertebesine ve sırrına sahip tek evliya, Gavs’ul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleridir. Bir de bin yıllardır zuhuru beklenen, doksan dokuz esmayı hüsnanın tümünde ismi azam mertebesine sahip olan Kıyametin son gavsı, Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak Hazretleridir. Yeryüzünde, Gavs’ul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinden sonra, Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak Hazretleri gibi Allah’ın doksan dokuz esmasında ismi azam mertebesine sahip olan bir zat zuhur etmemiştir, gelmeyecektir de! Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak Hazretleriyle birlikte asaleten gavslık makamı sona ermiştir.


Gavsların derecesi, ledün ilimleri ve kerametleri sahip oldukları esmayı hüsnanın ismi azam sayısına bağlı olarak değişkendir. Gavslar da makam olarak kendi aralarında gruplara ayrılırlar. Her gavs, aynı velayet sırrına mazhar değildir. Gerçek bir gavs, Hıdır aleyhi selamın yeryüzündeki izdüşümü gibidir. Bundan dolayıdır ki gavsların velayeti, kerametleri şudur diyemeyiz. Biz en iyisi şöyle yapalım. Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak Hazretlerinin sahip olduğu ledün ilmini, mucize kerametlerini sayalım. Böylesi daha iyi olur. Ayraç içinde Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak Hazretlerinin sahip olduğu ledün ilmini ve mucize kerametlerini sıralıyorum.


(Allah ile konuşmak, Allah’ın izni ile ölen dervişini diriltip ömür almak, on sekiz lisanı mükemmel derecede konuşup yazmak, dünyadaki bütün lisanları manevi olarak konuşmak, Allah’ın izniyle hayvanlar âlemine tasarruf etmek, onlarla konuşmak, Kuran hafızı olmak, Kuran ayetlerinin tüm sırlarına vakıf olmak, doksan dokuz esmayı hüsnanın tümünün ismi azam sırrına sahip olmak, kalpten sorulan bütün sorulara cevap vermek, savaşta kendine ve atına kurşun işlememek, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın, evindeki su kuyusuna zemzem yollaması, cinler âlemine hükmetmek ve cinlere tasarruf etmek, hakiki İncil’i, Zebur’u, Tevrat’ı ezbere bilmek, ölüp gitmiş kimseleri manevi olarak huzuruna çağırıp kendileriyle konuşmak, bir insanın elli yıl önce görüp unuttuğu rüyasını kendine anlatıp tabir etmek, tüm sufilerin tek tek adlarını ve Âdem aleyhi selama kadar ki nesillerini bilmek, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın Davut aleyhi selama verdiği sesin aynısına sahip olmak, Kuran okuyuşunu dinleyenlerin Davudi sesinden dolayı cezbelenip baygınlık geçirerek kendilerinden geçmeleri, kendinden medet isteyenlere göz açıp kapayıncaya kadar cismen erişmek, Allah’ın izniyle, Kıyamete kadar ölüm döşeğindeki dervişlerinin imanlarını şeytana kaptırmamak, kabir sorgusuna gelmek, Mahşerde dervişlerini sancağının altına toplamak, Hesap gününden sonra dervişlerini Cennetteki makamlarına yerleştirmek, kanser, felç dâhil en tehlikeli hastalıklara dua edip onları Allah’ın izniyle iyileştirmek, dervişlerini cine şeytana kaptırmamak, manevi olarak kendilerini himaye etmek, gerçek dervişlerini dünyadaki hiçbir evliyanın kendi tarikatına almaya ve ona tasarruf etmeye gücünün yetmemesi, hakiki İncil’in, Zebur’un, Tevrat’ın bütün havas sırlarını bilmek. Bütün peygamberlerle görüşüp konuşmak, Hıdır aleyhi selamla sürekli olarak hem cismen hem de ruhani âlemde görüşme halinde olmak, hakiki müritlerine düşmanca zulmedenlere Allah’ın izniyle manevi sille vurmak, Peygamber Efendimizle, İmam Ali Hazretleriyle, Gavs’ul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri ile sürekli irtibat ve görüşme halinde olmak, Süryaniceyi mükemmel derecede konuşup yazmak, tarikatından ayrılan gerçek sufilerinin hakikat noktasında Allah’tan ayrılacakları hükmünde olacakları gavslık sırrına sahip olmak…)


İşte size Kıyametin son gavsı Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak Hazretlerinin sahip olduğu gavslık ledün ilminden ve mucize kerametlerinden bazı başlıklar… Gavs’ul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinden sonra dünyaya böylesine yüce bir gavs gelmemiştir, gelmeyecektir de… Çünkü o, Kıyamette yakın bin yıllardır zuhuru beklenen ve müjdelenen, son gavstır…


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinden sonra pek çok evliyaya gavs denilmiş. Şeyh Osman Nuri Hazretleriyle gavslık sona mı erdi? Başka gavs gelmez mi?


Anadolu coğrafyasında kendilerine gavs denen iki isim var: Gavs-ı Azam ve Gavs-ı Bilvanisi olarak da bilinen Menzil şeyhi Seyyid Abdulhakim El Hüseyni Hazretleri ve Gavs Mahmut Sami Ramazanoğlu. Her iki evliya da bir gavsta bulunması gerekli olan ledün ilmine ve kerametine mazhar değiller. Bu evliyaların gavslıkla uzaktan yakından ilgileri yoktur. Bir evliyanın gavs olması için ayraç içinde gavsın velayet hassalarını ledün ilimlerini, kerametlerini sıraladım, bunlara sahip olması gerekir… Bunların hiçbiri de adı geçen evliyalarda yok. Örneğin “Dünyadaki bütün dilleri konuşmak, hayvanlarla konuşmak, gerçek İncil’i, Tevrat’ı, Zebur’u ezbere bilip yazıldığı dilde okumak, Süryanice konuşmak” gerçek bir gavsın en ayırt edici özelliğidir. Menzil şeyhi Seyyid Abdulhakim El Hüseyni Hazretleri ve Gavs Mahmut Sami Ramazanoğlu’nda hani bu özellikler, yetkinlikler nerede? Yok!


İsmi geçen iki evliya da Allah’ın sıfat isimlerine mazharlar, kutup mertebesinde evliyalar; sufileri işi abartıp kendilerini gavs yapmışlar. Hatta gavslık yetmemiş, gavsul azam demişler… Bunlar, sufi taşkınlıkları ve aşırılıkları… Dünyada hiçbir evliya, gavs’ul azam makamında olamaz; çünkü bu makam yalnızca Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerine aittir.


Gerçek bir gavsta bulunması gerekli olan hasletleri yukarıda sıraladım. Bunlardan hiçbiri, bahse konu iki evliyada da söz konusu değil. Size, gavslarla ilgili ilahi “iki sır” söyleyeyim. Birinci sır; seyyid nesilden olmayan bir evliya kesinlikle gavs makamına yükselemez, gavs olamaz. İkinci sır; gerçek gavslar, Peygamber Efendimizin vefat ettiği 63 yaşında ölürler, bu kesindir…


Şeyh Osman Nuri Hazretleri 1881 yılında Bağdat’ta doğmuş. Hem anne hem de baba tarafından Peygamberimizin soyundan gelen bir seyyid. 1944 yılında Yozgat’ta vefat etmiş. 1944’ten, 1881’i çıkarırsanız 63 yaşını bulursunuz.


Seyyid Abdulhakim El Hüseyni hazretleri 1905 yılında Bitlis’in Baykan ilçesinin Bilvanis Köyünde dünyaya gelmiş. 1972 yılında vefat etmiş. Kendisi Peygamber Efendimizin soyundandır. 1972 ölüm yılından, 1905 doğum yılını çıkarırsanız 67 yaşında öldüğünü görürsünüz. Bu da gerçek bir gavs olmadığının kanıtıdır.


Şeyh Mahmut Sami Ramazanoğlu 1892 yılında Adana’da doğmuş, 1984 yılında Medine’de vefat etmiştir. Peygamber soyundan yani seyyidlerden değildir. Ölüm tarihi 1984 yılından, doğum tarihi 1892 tarihini çıkarırsanız 92 yıl yaşadığını görürsünüz.


Gavslık, Şeyh Osman Nuri Hazretleriyle sona ermiştir. Gavslık makamı bitmiştir. “Rical’ül gayp evliyalarından Üçler bitmiştir, rical’ül gayp velilerinden Yediler iki kişiye düşmüştür. Rical’ül gayp velilerinden Kırklar on ikiye düşmüştür. Allah’a şükür ki on ikiler Kıyamete kadar baki kalmıştır…” Bu bilgiler, Hızır Aleyhi selamın bir rical’ül gayp velisine bizzat söylediği sağlam, güvenilir bilgilerdir ve kesindir…


Şeyh Osman Hazretleriyle ilgili yeterli bilgiye sahip olmayan ve o yüce zatı merak eden site okurlarına, “hizirlayolculuk.com” sitesindeki ŞEYH OSMAN’IN KERAMETLERİ linkine tıklayarak son gavsın mucize kerametlerini okumalarını öneririm… Anlattığımız hakikatlerin sırrı, böylece içselleştirip deneyimlemiş olunur.


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin irşat ettiği ve irşatla görevlendirdiği bir halifesi var mıdır?


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin irşat ettiği ve irşatla görevlendirdiği tek halifesi var: Şeyh Ali Kara. Şeyh Ali Hazretleri 1900 Yılında Malatya Akçadağ Aşağı Örüşkü köyünde doğmuş, 1971 yılında Malatya Akçadağ Aşağı Örüşkü köyünde vefat etmiştir. Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin vefat ettiği 1944’ten, Şeyh Ali’nin vefat ettiği 1971 yılına kadar 27 sene bil-fiil irşat vazifesini yürütmüştür.


Şeyh Ali Hazretleri gavs mıdır, maneviyatı Şeyh Osman Hazretlerinden daha mı büyüktür?


Gavslık makamı, Gavs’ul-sakaleyn Şeyh Osman Nuri Hazretleriyle sona ermiştir. Seyyid nesilden olmayan bir evliya gavs olamaz. Şeyh Ali Hazretleri seyyid nesilden değildir, gavs da değildir. Şeyh Ali Hazretleri Kutb’ul irşad makamında olan yüce bir evliyadır. Kutb’ul İrşad makamındaki bir evliya, âlemin irşadı ve hidayeti için, feyizlerin gelmesine vasıtadır. İman etmek, hidayete kavuşmak, ibadet yapabilmek, günahlara tevbe etmek, kutb-i irşadın feyzleriyle olur. Kutb’ul irşad vasıtasıyla insanlara iman ve hidayet nuru gelir…


İmam Rabbani Hazretleri, Mektubatında kutb’ul İrşad olan için şöyle der:


“Bir kimse, Allahü teâlâyı zikrederse ve bu zatı hiç düşünmese, mesela onu tanımasa, yine de ondan feyz alır, fakat birinci feyz daha fazla olur. Bir kimse, o büyük zatı inkâr eder, beğenmezse yahut o büyük zat, bu kimseye incinmişse, bu kimse Allahü teâlâyı zikretse dahi rüşd ve hidayete kavuşamaz. Ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. O zat bu kimsenin zararını istemese de, hidayete kavuşamaz. Rüşd ve hidayet, var görünürse de yoktur. Faydası çok azdır. O zata inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikretmeseler de, yalnız sevdikleri için rüşd ve hidayet nuruna kavuşurlar” (1.cilt/sayfa 260).


Kut’bul İrşad Şeyh Ali Hazretleri on iki hak tarikatın tümüne tasarruf etmiş olan, şanı yüce bir evliyadır. Buradan bakıldığında, Gavs’ul-sakaleyn Şeyh Osman Hazretlerinden sonra; en yüce velayet mertebesine sahip olduğu açıkça görülür. Şeyh Ali Hazretleri; Kutb’ul İrşad, Sahib’ül Zaman makamında olan azametli, şanı çok yüce bir evliyadır.


Şeyh Ali Hazretleri, yerine herhangi bir kimseyi halife olarak tayin etmiş midir? Etmemişse bunun nedeni nedir? Böylesine devasa bir tarikat, nasıl oluyor da bünyesinden bir halife çıkaramıyor? Bu, akılla mantıkla örtüşüyor mu?


Kutb’ul İrşad, Sahib’ül Zaman Şeyh Ali Hazretleri yerine herhangi bir halife bırakmamıştır. Bunun pek çok nedeni var: Bu nedenlerden biri, Kutb’ul İrşad makamını kaldırabilecek yeterlikte, herhangi bir dervişin bulunmaması… Diğer bir nedeni de, Peygamber Efendimizden, Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan böylesi bir manevi emir gelmemesi… Böylesine devasa bir tarikat nasıl oluyor da bünyesinden bir halife çıkaramıyor, sözü kesinlikle kabul edilemez. Çünkü gerek Gavs’ul-sakaleyn Şeyh Osman Hazretlerinin döneminden kalan hal sahibi dervişler, gerekse Kutb’ul İrşad Şeyh Ali Hazretlerinin hal sahibi, kalp gözü açık olan dervişleri, başka tarikatlardaki sıfat şeyhlerinin makamına denk düşen velayet mertebesine sahipler. Bundan, hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu üstün yolda on başı, çavuş denen kimselerden, yola biat vermekle görevlendirilmiş sufilerden her biri “halife” makamında olan çok değerli şahsiyetlerdir. Şeyh Ali Hazretleri; neden el verme yetkisi olan on başı, çavuş lakaplı hal ahval, keşif keramet sahibi dervişlere halife dememiş, halife dese ne olurdu? Tarzında bir sual hatıra gelebilir. Şayet böyle yapılsaydı; tarikat içinde bölünmeler, çekişmeler, gruplaşmalar, çatışmalar, kavgalar kaçınılmaz son olurdu… Dervişler; şeyhleri bir kenara bırakıp kendi halifelerini kutsamaya başlarlardı… Bunun neresi iyi olurdu? Şeyh Ali Hazretlerinin yolunda değil bir halife; en az beş yüz derviş; halife olacak nitelikte... Yani bu dervişler, halife potansiyeline sahipler. İşin bir diğer yönü de bu dervişlerin her birinde; başka tarikat şeyhlerinde olmayan keşif, keramet ve ilimlerin olmasıdır. Bu dervişler içinde, Hızır aleyhi selamla kol kola gezen niceleri gelip geçmişler. Şeyh Ali Hazretlerinin yolunda; onbaşı, çavuş olmadıkları halde evliya makamında olan binlerce unvansız derviş gelip geçmiş… Şunu demek istiyorum, bu üstün yolda; halife olacak nitelikte derviş olmadığı için değil (ki binlerce bu yetenekte derviş var) yolda fitne çıkmasın, bölünme, çekişme, kavga dövüş, gruplaşma olmasın diye işler böyle yürümüş… Yoksa en az bin halife çıkardı, bu yolda… Bilmem, anlatabildim mi?


Şeyh Ali Hazretleri zamanında yaşayan Vahap Efendi namında bir sufinin şeyh olduğu, rabıtanın dahi ona yapılması gerektiği yönünde kimi sufi rivayetleri var. Vahap Efendi şeyh midir? Bu zatı rabıta etmek doğru mudur?


Vahap Efendi, saygın bir şahsiyettir. Güçlü, kararlı bir zikirle hal ahval sahibi olmuştur. Manevi yolculuğunun belli bir aşamasında sekir hali (manevi sarhoşluk, şaşkınlık) yaşamış, velayet konağına yaklaşan her sufide olduğu gibi yetkili bir zat olduğunu ön görmeye başlamıştır. Bu konağı atlatamadığı için de oraya saplanıp kalmış… Buna bağlı olarak da kendini şeyh bilip, belli bir coğrafi bölgede tasarruf yetkisinin olduğunu düşünmüş. Tarikatlardaki manevi yolculuklarda oluyor böyle şeyler… Bu, doğaldır. Bu konakta, pek çok derviş kendilerini kutup ve şeyh bilmiş… Hatta kendilerini Mehdi sanan dervişler dahi olmuştur. Tarih, bunun örneğiyle dolu… Vahap Efendi, Şeyh Ali Hazretlerini şeyh olarak kabul etmemenin bedelini, o konaktan çıkamamayla ödemiş. Buna bağlı olarak da Vahap Efendi, manevi yolculuğunda, kendini şeyh sanıp ders tarif ederek belli bir çevre de edinmiş… Kendisine biat eden, Şeyh Ali Hazretlerinin eski dervişleri dahi olmuş…


Vahap Efendi; Şeyh Ali Hazretlerini şeyh olarak kabul etmemiştir. Vahap Efendinin yolunu devam ettirenler de aile yakınlarıdır. Kapalı bir topluluk… Vahap Efendinin ekolünden gelen sufilere göre bu zat şeyhtir. Rabıta dahi Şeyh Ali Hazretlerinde değil, Vahap Efendidedir. Böylesi düşünceler de kendi aralarında egemen…


Vahap Efendi; Kutb’ul İrşad, Sahib’ül Zaman Şeyh Ali Hazretlerine şeyh olarak biat etmediği ve kendisine muhalefet ettiği için tarikat sisteminin dışına çıkmıştır. Bu, kaçınılmaz bir sondur… Vahap Efendiyi şeyh bilip kendisini rabıta edenler dahi tarikat sisteminin dışına çıkmışlar. Bu güzel insanlara önerim; Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin seyyid torunlarına biat edip tarikat tespihlerini yenilemeleridir. Aksi takdirde kendi alınyazılarıyla baş başa kalırlar; ölüm anında, kabirde, mahşerde Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin manevi yardımını göremezler… Neden böyle olur? Çünkü Şeyh Ali Hazretleri irşat olmuş bir şeyhtir, Vahap Efendi değil…


Şeyh Ali Hazretlerinden sonra; Mehmet Kırçalı adında bir sufi ilk önce halifeliğini daha sonra da şeyhliğini ilan ederek otuz bini aşkın mürit edinmiştir. Vefatından sonra kendisine Taç Mahal gibi devasa bir türbe yapılmış. Mehmet Kırçalı, Şeyh Ali Hazretlerinin irşat ettiği bir şeyh midir? Şeyh Ali’nin halifesi midir?


Mehmet Kırçalı, Şeyh Ali Hazretlerinin yoluna biat etmiş, zikir halkasına oturmuş, hazreti şeyhin söz ve sohbetlerini dinlemiş bir derviş. Yaşamı boyunca, varlıklı insanlarla, kariyer sahibi kimselerle arasını hep iyi tutmuştur. Şeyh Ali Hazretlerinin  kızına da üniversite okurken yardımcı olduğu bilinmektedir. Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin oğlu Es-Seyyid Muhammed Lutfi Efendiyi de sıklıkla ziyaret edip kendilerine hediyeler götürmeyi ihmal etmemiş, ehli beytlerle harika iletişim kurmuş...


Şeyh Ali Hazretleri 1971 yılında, yerine halife bırakmadan vefat edince, tarikatta çalkalanmalar baş göstermiştir. Bu, oldukça doğal bir durum… Yani, yalnızca bu tarikata özgü değil… Mehmet Kırçalı, Şeyh Ali Hazretlerinin tarikat tespihi tarif etmekle görevlendirdiği bir isim de değildir. Mükemmel derecede öykünme yeteneğiyle, ses tınısını, tonunu Şeyh Ali Hazretlerine benzeterek tarikat sohbetleri etmeye başlamış… Bu sohbetler, Şeyh Ali Hazretlerinden dinlediği sohbetlerin birebir kopyası… Malatya Akçadağ şivesiyle konuşmasını da fırsata çevirmiş… Zengin insanlardan kendine mürit edinmiş, dergâh kurmuş, zikir yaptırmış, mevlit okutmuş, bolca yemek yedirmiş… Zahiri ilimlere, şeriat ilimlerine vukuf değildir, Kuran okumayı dahi bilmez… Namaz surelerini yalan yanlış okur… Hani olur ya şeytani de olsa insanın kalp gözü açılır, bir iki keşif söylerler, değil mi? Mehmet Kırçalı’da bu da yok… Derviş olmadan önce, Sümerbank fabrikasında çalışırken, sokak kumarı oynamada oldukça mahir olduğu kendini tanıyanlarca dillendirilir.


An gelir, Mehmet Kırçalı, kendi grubunda örtülü olarak ilk önce halifeliğini, sonra da şeyhliğini ilan eder. Hayatının kumarını oynar ve zahirde kazanır da… Şeyh Osman Hazretlerinin ehlibeytlerine hediyeler almayı ihmal etmez. Kerameti kendinden menkul, nur topu gibi sahte bir şeyh olarak yıldız gibi parlar. Mehmet Kırçalı artık Sahte Şeyhlerin Efendisidir. Kendisinin şeyhliğini onaylamayan eski dervişlere örtülü tehditler yollar. Meydanı boş bulmanın tadını çıkarıp gönlünce sahte şeyhlik yapar. Kutb’ul İrşat Şeyh Ali Hazretleri, adı geçen zatı ne halife olarak atamış ne de şeyh olarak irşat etmiştir. Otuz bine yakın derviş edinip il il gezerek sohbet etmeye başlamıştır. Şanını, tüm Türkiye’ye yaymıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, tüm sahte şeyhlere kurduğu tuzağı, bu zata da kurmuştur. İyice parlaması için önünü ardına kadar açmıştır. Kendi başına şeyhlik postuna oturduğu için Allah tarafından, Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin ve Şeyh Ali hazretlerinin silsilesinden çıkarılmış, kendi kaderiyle baş başa bırakılmış… Mehmet Kırçalı’nın Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin, Şeyh Ali Hazretlerinin tarikat silsilesiyle hiçbir bağı yoktur.


Mehmet Kırçalı ne halifedir ne de şeyhtir. Tac Mahala benzeyen devasa türbesi de kendine hiçbir fayda sağlamaz. Dünyada en büyük günah, sahte şeyhlik yapmaktır. Bu, zinadan daha beterdir. Bütün sahte şeyhler, cehennemde en büyük azabı çekerler. Allah, sahte şeyhleri saptırır ve şeytanları da kendilerine yoldaş kılar.


“Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur” (Şûrâ suresi, 44. Ayet).


Her kim ki Mehmet Kırçalı’dan el almış ve kendisine sufi olmuştur, hiçbirinin Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin tarikatıyla, silsilesiyle, Şeyh Ali Hazretlerinin yoluyla uzaktan yakından ilgisi kalmamıştır. Onlarla oturup kalkan, kendilerine dost olan dervişler de Allah indinde mesuldürler. Kendileriyle ilgilenmemek, onları merak etmemek, ne halleri varsa görsünler diyerek kendi kendileriyle baş başa bırakmak yapılacak en doğru iş…


Şu an tarikata intisap etmek isteyenler, kimden biat alabilirler?


Şeyh Ali Hazretlerinin el vermekle yetkilendirdiği dervişlerden... Şayet onlar hayatta değillerse Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin seyyid torunlarından veya seyyidlerin görevlendirdiği dervişlerden el alarak yola intisap edilebilirler… El vermeden yana yetkili olanlar, bunlar…


Şu an için, Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin seyyid torunları içinde irşat olmuş bir şeyh var mı?


Hayır. Şeyhlik bambaşka bir şey… Şu an Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin seyyid torunları arasında, irşat olmuş bir şeyh yoktur.


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin seyyid torunları halifelik yapabilirler mi? Tarikatlardaki halifelerin vazifesi nedir?


Neden yapamasınlar? Tabii ki yapabilirler. Yapmalılar da… Tarikatlarda halife olmanın koşulu, söz konusu tarikata intisap etmiş olmak, önerilen tarikat virtlerini düzenli olarak çalışmak, mürşit hayatta değilse yola intisap eden dervişlere rehberlik yapmak, yola intisap etmek isteyenlere el vermek, istişare yapmak ve yolu, kendilerine tanıtmaktan ibarettir… Halife olmanın koşulu; kalp gözünün açık olması, ledün ilmine ve sırlara mazhar olmak değildir. Çünkü halife, şeyh değildir. Şeyh olmak bambaşka bir şey… Şeyh Osman Hazretlerinin torunları hem seyyid nesilden hem de arkalarında Gavs’ul-sakaleyn gibi yüce bir evliya var. İmam Ali gibi Şahı Merdan var. Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin tarikata intisap etmiş bütün ehli beytleri, bu yolun doğal halifeleridir. Halifelik yapmadıkları, meydana çıkmadıkları için fırsatçılar, o boşluğu doldurup, tarikatı istismar edip halifelik, şeyhlik yapıyorlar… Yapmıyorlar mı? Bunların sayısı da bir hayli kabarık… Gizli, merdiven altı halifeler, şeyhler var. Bu tarikatta, manevi görev ve yetki Şeyh Osman Hazretlerinin seyyid torunlarının omuzundadır. Seyyidler, bunun ayrımında olmalılar, halife olarak tarikatın başına geçmeliler. Aksi takdirde tarikat, sahte halifeler, sahte şeyhler cennetine döner. Yüz binlerce insan dalaleti boylar. Burada şöyle bir soru hatıra gelebilir: Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin hangi torunu halife olmalı? Yola intisap etmiş, tarikatın içinde olan Şeyh Osman Hazretlerinin ne kadar seyyid torunu varsa tümü de ayrı ayır halifelik yapabilirler… Yapmalılar da… Bu, oldukça yerinde bir davranış olur. Seyyidler arasından birden çok halife çıkması bir fitne değil, manevi bir berekettir.


Seyyidlerin halife olarak meydana çıkmamalarının olumsuz sonucunu bir örnekle somutlayalım. Şeyh Osman Hazretlerinin oğlu Es- Seyyid Lütfu Efendi, kalp gözü açık olan yüce bir evliyaydı. Şeyh Ali Hazretlerinin vefatından sonra sade bir derviş gibi oturup kalmaya devam etti ve meydan boş kaldı. Boş kaldı da ne oldu? Yol sapkınları, yol kesen hırsızlar bu boşluğu hemen doldurdular. Mehmet Kırçalı gibi, sahte halifeler, sahte şeyhler zuhur ettiler. Hem kendileri yoldan çıktı hem de en az 50 bin insan kendileriyle birlikte dalaleti boyladı. İyi mi oldu? Oysa Lutfi Efendi halife olarak meydana çıksaydı ne Mehmet Kırçalı ne de emsali sahte şeyhler zuhur edebilirlerdi. 50 bin insan da dalaleti boylayıp gitmezdi.


Zaman; Şeyh Osman Hazretlerinin seyyid torunlarının halife olarak er meydanına çıkma zamanıdır. Gavs’ul-sakaleyn Şeyh Osman Hazretleri gibi yüce bir evliyanın tarikatı, sahte halifelerin, sahte şeyhlerin umuduna terk edilmemelidir. Tarikatın ve yoldaki dervişlerin istikbali Şeyh Osman Hazretlerinin seyyid torunlarına bağlı… Burada şeyhlik yapmaktan söz etmiyorum… Halifelikten bahsediyorum… İkisi birbirinden farklı şeyler…


Seyyidler, halifeliklerini örtülü kapaklı değil, aleni olarak ilan etmeliler. Bakın o zaman ne oluyor? Ne kadar sahte halife ve şeyh varsa hepsi çer çöp gibi savrulup giderler… Tarikat, bir güneş gibi parlamaya başlar… Yer gök feyiz yağar. İnsanlar fevç fevç yola intisap ederler. Birlik ve beraberlik ruhu artar… Tarikata da bir disiplin gelir… Allah’ın izniyle bunlar olur…


Şeyh Ali Hazretlerinin bir sohbet ses kaydında, bu tarikatta birinin zuhur edeceğini söylediğine yönelik kimi derviş rivayetleri var. Sizce bu yolda biri zuhur eder mi, şayet böyle bir zat gelecekse kendisini herkes tanıyabilir mi?


Kutb’ul Zaman Şeyh Ali Hazretlerinin böyle bir ses kaydını dinlemedim. Böyle bir ses kaydının olduğuna yönelik de hiçbir fikre sahip değilim. Varsayımlar üzerinden konuşmayı da doğru bulmuyorum. Bu yol, şanı çok yüce, üstün bir yol… 1971 yılında Şeyh Ali Hazretleri vefat edince, tarikatta çok büyük çalkalanmalar olmuş. Sahte halifelerin, sahte şeyhlerin bir fitne ve imtihan eseri zuhur etme devri başlamış. Bu durum çok tuhaf mı? Hayır, değil. Mürşidi hayatta olmayan tarikatlarda, böyle hadiselerin patlak vermesi doğal bir sonuç…


Gerek Şeyh Osman Hazretlerinin, gerekse Şeyh Ali Hazretlerinin gününden kalma dervişler, maalesef şeriat ve sünnet çizgisinde kalıp tasavvuf ilmini bütün yalınlığıyla insanlara anlatıp bu günlere tarikatı taşıyamamışlar. Bunların kahır çoğunluğu da eğitimsiz… Bu sözleri, o saygın derviş büyükleri küçümsemek için söylemiyorum, yalnızca olup bitenleri aktarıyorum.


Şeyhlerin vefatından sonra bu tarikat geleneğinde işler şöyle yürümüş: Şeyhlerin kerametlerini anlat, şeyhlerin büyüklüğünden bahset, def çalıp zikir çek, ölüm yıldönümü mevlitlerine katıl… Bu kısır döngü, ta günümüze kadar süregelmiş. Şeriatın kuralları göz ardı edilmiş, bidatlar, hurafeler tarikatı istila etmiş. Tarikatta aşırılıklar, taşkınlıklar, bölünmeler, sürtüşmeler patlak vermiş… Dervişler, nur ve feyizden kesilmişler, medetleri boşa çıkmış…


Bu yüce tarikatı; bidatlar istila ettiğinde, ülkenin dört bir yanında sahte halifeler, sahte şeyhler zuhur ettiğinde, hakiki dervişler ne yapacaklarını şaşırıp kime inanacaklarını bilemeyerek çaresiz düştüklerinde, tarikatta baş döndüren fitneler patlak verdiğinde, Rafızi meşrep dervişler hızla çoğalıp köşe başlarını tutarak insanı dinden imandan çıkaracak sohbetler ettiklerinde, Allah’ın yüce tarikatı siyasete alet edilip dervişler bir oy potansiyeli görülerek istismar edildiğinde, tarikatta şeriat hiçe sayıldığında, her kafadan bir ses çıktığında, tarikat 73 fırkaya bölündüğünde, Âlemlerin Rabbi olan Allah, kullarından bir kulu zuhur ettirir.


O kul, Kuran ve sünnete bağlı kalıp tarikata, rütbesiz bir nefer olarak hizmet etmeye başlar. Tarikatın, bidattan, hurafeden, aşırılıktan, Rafızilikten, şirkten, putçuluktan arınmasına dehşetli ilmiyle katkı sağlar. Onu, herkes tanıyamaz; silsiledeki manevi büyükler kendini tanır ve manevi olarak onu desteklerler. O zatı, ancak kalbinde iman nuru olan veliler, feraset sahibi Müminler tanıyabilirler, gerisi tanıyamazlar. O zat, Rical’ül gayp meşrepli olduğundan ve üzeri inkâr perdeleriyle örtülü olduğundan, hiç kimse kendisini tanıyamaz. Sıradan bir kul gibi yaşar, sıradan bir kul gibi de bu dünyadan göçüp gider.


Şöylesi sualler hatıra gelebilir: “Bu zat neden zuhur eder? Tarikatta halifelik ya da şeyhlik yapmak için mi? Meydana çıkıp yüzbinlerce dervişe biat verip tarikatın başına geçmek için mi? Tabii ki de değil… Şeyh Osman Nuri; Şeyh Ali Kara Hazretleri gibi yüce evliyaların önüne, kesinlikle kendi putunu dikmez. Sade, rütbesiz, makamsız bir kul olarak; dehşetli ilmiyle tarikata hizmet eder, tarikattaki dervişlere Kuran ve sünnet ekseninde yeni ufuklar açar. Kuran ve sünnet yolunu gösterir… Kendini değil; tarikat şeyhlerini öne çıkarır. O zat, İmam Rabbani meşrep olduğundan, hurafe ve bidatlara, şeriata aykırı tüm tarikat uygulamalarına savaş açar. Yolun; Kuran ve sünnet ekseninde kalmasına dehşetli ilmiyle katkı sağlar…


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin gününde yaşamış olan ve geçtiğimiz yıllarda 110’lu yaşlarda vefat eden Ayşe Annenin bir rüyasını bizzat kendinden dinlemiştim. Bana anlattığı rüya aynen şöyleydi. “Rüyamda ucu bucağı olmayan pırıl pırıl bir deniz gördüm. Denize demir atmış, paslanmış, üzeri yosunlarla kaplanmış çok büyük bir gemi vardı. Ben o gemiye bakarken yanıma bir binbaşı geldi ve bana şöyle dedi: “ O paslanıp yosun tutmuş gemi, Şeyh Osman Hazretlerinin tarikatıdır. Tarikatta biri zuhur edecek. O gemiyi pastan ve yosundan Allah’ın izniyle temizleyip parlatacak; ancak sen o zatı göremeyeceksin. Çünkü sen öldükten sonra o zat zuhur edecek.” dedi. Bu rüyayı, birçok derviş bacıya anlattım. Birkaç defa da çok ağır hastalandım. Derviş arkadaşlar beni sormaya gelirlerken içlerinden hep şöyle derlermiş. “Allah’ım Ayşe Anne inşallah iyileşmez, ölür de biz de o gelecek olan zatı görürüz.” Ölmek benim elimde değil ki, her seferinde de iyileştim, deyip gülerek anlattı bu rüyayı. Sizin Ayşe Annenin bu rüyasıyla ilgili düşünceniz nedir?


Bu tarikat, yüce bir tarikattır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, bu üstün yolu tabii ki boş bırakmaz... Şeyh Osman Nuri; Şeyh Ali Hazretleri gibi yüce evliyaların önünü kesip, o yüce evliyaları perdeleyecek olan herhangi bir şeyhin zuhur edeceğine kesinlikle inanmıyorum. Bu, asla mümkün değil ve kesinlikle kabul edilemez. Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin önünü, Mehdi aleyhi selam dahi kesemez. Bu sözü iş olsun diye de söylemiyorum. Ancak şu olur. Yukarıda da ifade ettiğim gibi Kuran ve sünnet ekseninde kalıp, kendi putunu ortaya koymadan, ben halifeyim, şeyhim demeden bu yüce tarikata, ilmiyle hizmet edecek olan bir kulun zuhur edeceğine gönülden inanıyorum. Bu mümkün… Ayşe Annenin rüyası haktır; müjdeli ve mübarek bir rüyadır. Bu rüya, Allah’ın izniyle umarım günü gelince gerçekleşir, beklenen kul, zuhur eder.


Şunu da iyi bilin ki bu tarikatta her kim ki Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin, Şeyh Ali Hazretlerinin önünü kesip kendi putunu öne çıkarır; o zat, evliya da olsa Şeyh Osman Nuri Hazretleri, o zatın putunu yerle bir eder. Bundan da hiç kimsenin kuşkusu olmasın…


Şu an için, açık ya da örtülü olarak Şeyh Ali Hazretlerinin tarikatında manevi görevli olduklarını ön gören insanlar var. Şeyh Osman Hazretlerinin seyyidlerinin yanında normal bir sufi gibi görünüp kendi grupları içinde ise halifelik ve şeyhlik yapıyorlar. Böylesi kimselere biat edenleri ve onların meclislerine gidenleri bekleyen riskler nedir?


Tarikatlar; askeri disiplini ve hiyerarşiyi bünyelerinde barındırırlar. Bu yollarda, gizli kapaklı, merdiven altı işler çevirmek, kabul edilemez. Her şey göz önünde olmalıdır. Kutb’ul İrşad Şeyh Ali Hazretleri, el vermekle görevli çavuşlar bırakmış. Şayet bu çavuşlar hayatta değillerse Gavs’ul-sakaleyn Es- Seyyid Şeyh Osman Hazretlerinin seyyid torunlarından el almak gerekir. Seyyidlerden habersiz, el verip kendi başlarına buyruk gizli kapaklı iş tutanlar, sözde halifeler ve şeyhler; Allah tarafından, tamamen tarikat sistemi dışına çıkarılırlar. Böyleleri, şeytanla oturup şeytanla kalkarlar ve kendi alınyazılarıyla baş başa kalırlar… Yani, tarikatla uzaktan yakından hiçbir ilgileri kalmaz. Böylesi grupları, şeytan sahiplenir. Bu, kaçınılmaz bir sondur. Kendilerinin mürşidi de şeytan olur. Şeytan; güzel rüyalarla, nefsani hallerle kendilerini avutup destekler, adım adım, derece derece kendine yaklaştırır, onları kurduğu tuzağa düşürür ve cehenneme sürükler. Ölüm anında, kabirde, mahşerde Şeyh Osman Hazretlerinin ilahi yardımı kesinlikle böylesi kimselere gelmez. Feci bir sonla, bu dünyadan göçüp giderler. Böylelerini nasıl tanırsınız? Yüzlerinden… Çünkü bu tarz kimselerin yüzleri kararır, sevimsizleşirler, itici olurlar. Bunların sohbet meclisleri; dedikoducu kadınların gıybet ocağı gibidir… Şamata, aşırılık, hurafe, bidat, gurur, kibir, benlik, kahkaha, kendini methetme; böylelerinin sohbet temalarını şekillendirir. Sohbetleri; kendilerinin fazileti, manevi görevli bir zat oldukları ve benzeri temalıdır… İki cihanda da böylesi kimselerin sonu hüsrandır… Onların meclisine gidenler, onlarla oturup kalkanlar da kendileriyle aynı kaderi paylaşırlar… Bu, kaçınılmaz bir son… Peygamber sözüdür: “Kişi sevdiğiyle beraberdir…”


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin, Şeyh Ali Hazretlerinin ölüm yıl dönümlerinde, mevlit okutulup, ilahiler söylenip, yemek veriliyor. Bunun, Kuran ve sünnetteki yeri nedir? Ölüm yıldönümü kutlaması bidat mıdır? Ölüm yıldönümü etkinliklerine katılmak, bir dervişin maneviyatına katkı sağlar mı?


Kur’an ve sünnette; haram bellidir, helal de bellidir. Tarikat, dört kapıya açılır: Şeriat, tarikat, marifet, hakikat. Şeriatı olmayanın, tarikatı bulanıktır, şeriatsız tarikat olmaz. Yüce İslam dini Peygamber Efendimizle sav kemale ermiştir. Peygamberimizin sünnetinde “ölüm yıldönümü” kutlaması yoktur. Günümüzde, pek çok tarikat ve cemaatlerde “ölüm yıldönümü” adı altında etkinlikler yapılıyor. Bu uygulamalar hızla yaygınlaşıyor. Ölüm yıldönümü kutlaması ne Kur’anı Kerimde ne de Peygamber Efendimizin sav sünnetinde yer alır. Sonradan icat edilip dine sokulan bidat işlerdendir. Ölüm yıldönümü kutlayanlara sormak gerekir: “Yaptığınız bu işlerin, Kuran ve Peygamber sünnetindeki delili nedir? Peygamber Efendimiz sav ve güzide ashabı böyle bir uygulama yapmış mıdır? Tabii ki hayır! Efendim, falan mele, falan âlim, falan şeyh efendi buna ruhsat vermiş de, aslında önemli olan niyetmiş de… Geçin bunları! Bu konuda söz, melelerin, şeyhlerin, âlimlerin değil; yüce Kuranı Kerimin ve âlemlere rahmet olan Peygamber Efendimizindir. Yüce İslam dini, Kuranla ve Peygamber Efendimizle kemale ermiştir.


“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim" (Maide Süresi, 3.ayet).


Bidat ehli lisanı haliyle adeta şöyle der: “İslam dini, Kuranı Kerimle, Peygamber Efendimizle sav kemale ermemişti, bazı yerler eksik kalmıştı, noksan kalan bu yerleri de biz tamamladık ve böylece İslam dini tümüyle kemale erdi...”


İyi biliniz ki Kuran’da ve Peygamberimizin sav sünnetinde, “ölüm yıldönümü kutlaması” yoktur. Ölüm yıl dönümlerinde tef çalıp, ilahi söyleyip, mevlit okutup, yemek dağıtmak da yoktur, bu uygulamaların tümü bidattır. Bu hususta; Kuranı Kerimin ve Peygamber Efendimizin sav emrini dinlememek, bidat icatlar ortaya çıkarıp bu uygulamaları beğenmek dalalettir, ateştir; Allah’ın dinine ve yüce Peygamberine savaş açmaktır…


Kaldı ki Peygamber Efendimiz sav, kabirleri ibadet yerine çevirmeyi dahi yasaklamıştır. Kim ki böyle yaparsa hiç kuşkunuz olmasın ki Allah’ın gazabı onların üzerine iner. İflah olmazlar.


"Allah'ım, kabrimi ibadet edilen bir put kılma" (ve devamla dedi ki): "Nebilerinin kabirlerini mescitler haline getiren bir kavme Allah'ın öfkesi artmıştır" [Muvatta, Kasru's-Salât 85, 1, 172].


Türbelerde namaz kılıp, tef çalıp zikir yapanlar; Peygamber Efendimizin sav bedduasının hedefi olurlar. Çünkü bu uygulamaların Kuran ve sünnette yeri yoktur. İslam’da kabir ziyaretinin nasıl yapılacağı bellidir.


"Allah Yahudilere ve Hristiyanlara lânet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescide çevirdiler" [Buhari, Salât 54; Müslim, Mesâcid 20, (530); Ebu Davud, Cenâiz 76; Nesâî, Cenâiz 106, (4, 95, 96).]


Kıyamet kuşağındayız ve böylesi bir çağda bir fitne eseri olarak bidatlar, başta tarikatlar olmak üzere, medreseleri ve İslami cemaatleri bulaşıcı bir virüs gibi kuşatacak. Bidat, çok büyük bir fitnedir. Bidatlardan kendini muhafaza edip Peygamber Efendimizin sav sünnetine sarılanlar, Kuran ve sünnete bağlı kalarak yüce İslam dinine hizmet edenler şehid sevabı kazanırlar. Bu, kesindir, hiç kuşkunuz olmasın.


"Bid'atların ve dalâletlerin istilâsı zamanında sünneti seniyyeye ve hakikati Kur'âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir" (Hadisi şerif, Et-Tergîb ve't-Terhîb, 1/41).


Ölüm yıldönümü kutlamalarını tasdik edip, beğenip, bu uygulamaları yapanlar Allah’ın dinine ve Peygamberin sav sünnetine savaş açmış hükmünde olurlar ve dalaleti boylarlar. Şeyh Osman Hazretlerinin seyyid torunları; “ölüm yıldönümü kutlamaları” bidatından vazgeçmeliler. Şayet bunu yapmıyorlarsa, Kuran ve sünnete bağlı dervişlere, ölüm yıldönümü etkinliklerine katılmamalarını öneririz.


İmam Rabbani Hazretleri, bidat ehliyle ilgili olarak Mektubatı Rabbani ’de şöyle der: “İyi biliniz ki, bidat ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Bidat ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir” (1.cilt/sayfa 260).


Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin sav; bidatla ilgili söylemiş olduğu hadislerden birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.


“Bidat sahibine hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur” (Taberânî).


“Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler” (Müslim).


“Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin” (Ukaylî).


“Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın” (İbni Hibban).


“Onlar benden, ben de onlardan değilim” (Deylemî).


“Bidat ehline buğz ederek yüz çevirenin kalbini Allahü Teâlâ korkulardan emin kılar ve imanla doldurur. Bidat ehline sert muamele edeni de, en büyük korku gününde emin kılar. Bidat ehlini hakir ve zelil göreni de, Cennette yüz derece yükseltir. Bidat ehline selam veren veya onu sevindirici şeyle karşılayan, Kur’an-ı kerimi küçümsemiş olur” (Hatîb).


Şeyh Osman Nuri, Şeyh Ali Kara Hazretlerinin türbelerinde, şeyhlerin büyük boy fotoğrafları asılı. Türbelere fotoğraf asmanın Kuran ve sünnetteki delili nedir?


Türbelere şeyhlerin fotoğraflarını asmak, Kuranı Kerime ve Peygamber Efendimizin sav sünnetine savaş açmak hükmündedir, bidattır, hurafedir, dalalettir, büyük günahlardandır. Bunu yapanlar, kesinlikle Allah’ın gazabına uğrarlar, iki cihanda da iflah olmazlar. Bu sözleri, yalnızca türbeye fotoğraf asmakla ilgili olarak söylemiyorum. Evliyaların, atanın, babanın, çocukların vb fotoğraflarını ev duvarlarına asmak da Kuran ayetlerine ve Peygamber Efendimizin sav sünnetine tümüyle aykırıdır. Bunlar, bidattır, çirkin bir iştir, kesinlikle kabul edilemez. Hangi Kuran ayetinde, Peygamber Efendimizin sav hangi hadisinde ya da sünnetinde böylesine çirkin bir işe ruhsat verilmiştir? Peygamberimizin güzide ashaplarından hangisi böyle bir iş tutmuştur? Âlemlere rahmet olan Peygamber Efendimiz sav resim (fotoğraf) asmayı yasaklamıştır. Seyyidlere önerim, şeyh fotoğraflarını türbelerden indirmeleri, bu bidat işten vazgeçmeleridir… Dervişlere önerim, şeyh fotoğraflarını, aile fotoğraflarını duvarlardan indirip fotoğraf albümlerine koymalarıdır. Şayet, Kuranı Kerime, Peygamber Efendimizin sav sünnetine uymak istiyorlarsa böyle yapmaları, kendileri için hayırlı olur…


Bu manada bir hadis:


“Melekler, içerisinde köpek ve tasvir (resim) bulunan eve girmezler” (Buhârî, “Libâs”, 88).


Şeyh Osman Nuri, Şeyh Ali Kara Hazretlerinin tarikinde manevi kabızlıkların yaşandığı, eskiden olduğu gibi nur ve feyzin gelmediği, kesik olduğu, yol sufilerinin oldukça yakındıkları bir durum. Eskiden olduğu gibi sufilere neden nur ve feyiz gelmiyor? Bunun nedeni ne?


Böylesi düşünceler, kesinlikle kabul edilemez. Bu, genel geçer bir durum değil… Kişiden kişiye göre değişir. Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin zamanında yaşamış, yanında oturup kalkmış; Şeyh Ali Hazretleriyle aynı zaman dilimini paylamış, zikir halkalarında bulunmuş dervişlere gelen nur ve feyizden fersah fersah ileride olan tecelli ve feyizler geliyor şu anda… Bunu, bizzat yaşayan arkadaşlarımız var… Olağanüstü feyizler, nurlar, haller… Bir deniz dalgası gibi ardı ardına geliyor… Yeter ki şeriata, Peygamber Efendimizin sav sünnetine uyulsun, bidatlardan kaçınılsın ve mürşitlerin önerdiği şekilde Nakşi zikrine devam edilsin…


Şeyh Osman Nuri, Şeyh Ali Hazretlerinin sufilerinde nur ve feyiz kesik değil; ancak, dervişler, nur ve feyizlerin önünü kendi kendilerine kesiyorlar. Bunun en önemli nedeni de şeriata, Peygamberimizin sav sünnetine uymamak, bidatlara dalıp girmek ve bidatları hoş karşılamak, önerildiği gibi Nakşi zikrini çalışmamak… Bu yüce tarikat, hızla aşırılığa doğru kayıp Rafizileşiyor… Dervişler, Kuran ve sünnet dairesinde kalıp önerilen Nakşi zikirleri yapacakları yerde; şeyhleri övmekle, şeyh menkıbeleri anlatmakla günlerini geçiriyorlar… Zikir halkalarında bidatların sağanak yağmurları altında kalıp nur ve feyizden kesiliyorlar…


Şeriata uymayan, Peygamber Efendimizin sav sünnetine bağlı kalmayan, bidat işler yapan ve bu bidatları hoş gören; Allah’ı adeta yok sayıp mürşitleri birer put yaparak kendilerine tapınan Rafızi meşrep sufiler yok mu bu tarikatta? Böyleleri, Allah’ın nurunun zerresini dahi alamazlar; yüzleri kararır, sevimsizleşir, itici olurlar… Onlarla oturup kalkan sufiler de kendileriyle aynı kaderi paylaşırlar…


Hangi sufi ki Kuran’a ve Peygamber Efendimizin sav sünnetine uymaz; bidat işler yapar ve bidat işleri dahi hoş görür; onlar Allah’ın nurunun ve feyzinin zerresini dahi alamazlar… Nur ve feyiz kesikliğinde, sorun, tarikatın kendisinde değil; şeriata, Peygamber Efendimizin sav sünnetine uymayan dervişlerdedir…


Şeyh Ali Hazretlerinin Kadiri zikir halkalarında def çalınıp ilahiler söyleniyor. Defli, ilahili zikir Kuran ve sünnetle bağdaşıyor mu? Bu tarz zikir uygulaması bidat midir? Böylesi zikir halkalarında iştirak etmenin manevi riskleri nedir?


Cehri zikir geleneğinden gelen pek çok tarikatta, zikir halkalarında def çalınıp, ilahiler söylenip zikirler yapılıyor. Acaba, böylesi zikir halkaları, bir ibadet şekli değil de bir oyun ya da eğlence midir? Tabii ki de bir ibadet şeklidir, bir oyun ya da eğlence değildir. Yüce kitabımız Kuranı Kerimde böylesi bir ibadet şekli var mı? Hayır. Peygamber Efendimiz sav güzide ashabıyla defli, ilahili zikir yaptırmış mıdır? Hayır. Kuranda ve Peygamber Efendimizin sav sünnetinde yeri olmayan defli, ilahili, müzikli zikir uygulamalarının tümü bidat işlerdendir. Zikir halkalarında def çalıp, ilahiler, ağıtlar söyleyip, raks ederek Allah’ı zikretmek bidattır. Her bidat, dalalettir, sapıklıktır ve ateştir…


“Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (Enam süresi, 38. Ayet ).


Burada şöylesi bir sual hatıra gelebilir. Gavs’ul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri, zikir halkalarında def çaldırtıp, ilahi söyletip, zikir çektirmemiş midir? Kesinlikle böyle bir zikir yaptırmamıştır. Bu uygulamalar, daha sonraki yıllarda cehri zikir yapan tarikatları, bidat virüsü gibi istila etmiştir. Olup biten bundan ibarettir…


Böylesi zikir halkalarına iştirak eden sufileri, bidat ehlinin üzerine inen ilahi uğursuzluklar kuşatır. Feyzleri kesilir, duaları kabul olmaz, sevimsiz ve itici olurlar, yüzleri kararır, seyri sülüklerinde başarısız olurlar. Sohbetlerinde laubalilik egemen olur, adım adım Rafizileşirler. İç huzursuzluklarına, bunalımlara yakalanırlar. Dünya ve ahirette pek çok güçlüklerle karşılaşıp hüsrana uğrarlar. Bütün bunlar da şeriata uymadıkları, bidatlara bulaşıp onu hoş gördükleri için başlarına gelir.


Kuranı kerimde ve Peygamber Efendimizin sav sünnetinde yeri olmayan, sonradan icat edilen her türden ibadet şekilleri (ney, kudüm, def, çalgı, zikir halkalarında ilahi söylemek, raks etmek vb) bidattır. Bu manada bir hadis;


“Benden sonra sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâyi Râşidîn’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bidat dalâlettir, sapıklıktır” (Ebu Dâvûd, Sunnet 5; Tirmizi, İlim 16; İbni Mâce, Mukaddime, 6).


Halkalarda zikir yapmadan, def çalıp ilahi söylemek bidat değildir. Böylesi uygulamaların Peygamber Efendimizin sav sünnetinde yeri vardır. Şeyh Ömer, Şeyh Necmeddin Hazretlerinin dergâhlarında bu tarz pratiklere yer verilmiştir; ancak defli, ilahili zikir yapılmamıştır. Def çalınıp ilahiler söylenebilir. Şartı, zikir çekmeden, yalnızca def çalıp ilahi söylemektir.


Yazık olmuştur o kimselere ki Kuran Kerimi, Peygamber Efendimizin sav sünnetini değil; zikir halkalarında def çalıp, ilahi söyleyip, raks etmeye fetva veren kimi mollaları ve şeyhleri kendilerine rehber edinmişlerdir.


Şeyh Ali Hazretleri bir sohbetinde şöyle diyor: “Gelin sırt sırta verip bu tarikattaki şeriatsızlığı önleyelim… Benim zamanımda bunu yapamazsak, benden sonra bu tarikat RAFİZİLİĞE gider…” Tarikatın Rafiziliğe gitmesi ne demek? Hazreti şeyhin bu sözünden ne anlamalıyız?


Tarikatın Rafiziliğe kayması, Kuranı Kerimin ve Peygamber Efendimizin sav sünnetinin göz ardı edilip bidatların, hurafelerin, aşırılıkların, taşkınlıkların tarikatı istila etmesine bağlı olarak gerçekleşir. Şeyh Ali Hazretleri manevi olarak, tarikatın gelecekteki durumunu görüp dervişleri uyarmış…


Tarikatın Rafiziliğe gitmesine örnekler:


Türbelerin ibadethaneye çevrilmesi, türbelere adak adanıp kurban kesilmesi, türbelerden uğur getirsin diye taş, toprak, su alınması, türbelerin kapılarının eşiklerinin öpülmesi, türbelere şeyhlerin fotoğraflarının asılması, devasa, görkemli türbeler yaparak mürşitlerin şanına uygun bir iş yapıldığının sanılması, zikir halkalarında mürşitler üzerine kadere isyan edercesine ağıtların yakılması, def gibi çalgı aletleriyle zikirlerin yapılması, zikir meclislerinde “Haydar Haydar” türünden şarkıların dinlenmesi, her türden bidat işlerin hoş görülüp baş tacı edilmesi, şeyhleri övgüde aşırıya gidilmesi onların tanrı yerine koyulması, “Allah şeyhlerin işine karışmaz. Rızkı şeyh verir, cennete de cehenneme de şeyh koyar.” türünden sapkın sohbetlerin yapılması, namazın terk edilmesi, defli zikir halkalarının namazdan daha faziletli görülmesi, şeyh bir vesileyken şeyhi vesile olmaktan çıkarıp amaç haline getirerek onlara tapınılmaya başlanması, dünyayı ve âlemleri şeyhlerin idare ettiğini söyleyip dünyada şeyhliğin sona erdiğini ön gören sohbetlerin yapılması, Nakşi zikrinin terk edilesi, sohbet meclislerinde laubali, malayani boş konuşmaların yapılması, şeyhin aile yakınlarının kutsanarak sevilmesi, tarikatın şahsi çıkarlar için bir araç olarak kullanılması, sahte halifelerin, sahte şeyhlerin zuhur edip her köşe başında malayani, laubali, kibirli sohbetler yapıp hatırı sayılır bir çevre edinmeleri, Allah’ı bir kenara bırakıp mürşitlere dua edilip yakarılması, şeriata aykırı olan her türden günah işlerin yaygınlaşması ve bundan pişmanlık duyulmaması, dünyada Şeyh Ali Hazretlerinden sonra şeyhin kalmadığını, kâinatı dahi onun idare ettiğini, Şeyh Ali’nin İmam Ali gibi olduğunu ön gören sapkın sohbetlerin yapılması, Nakşi hatimelerinin terk edilmesi, bir istismar aracı olarak tarikatın siyasete alet edilmesi, ölüm yıldönümü etkinliklerinin kutsal bir ayine dönüşmesi, kadınlı erkekli bir araya toplanıp sohbet ve zikir yapılması ve benzeri uygulamaların tümü tarikatın Rafizileşmesine birer örnektir. Tarikatın içinde, şeriata ve sünnete bağlı kalmamadan, bidatlara düşmekten kaynaklı çok farklı gruplaşmalar olur, bölünmeler yaşanır. Kuran ve sünnete bağlı dervişler; azlardan da az kalırlar…


Bu manada bir hadis;


Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar, biri hariç diğerlerin hepsi cehenneme girer. Hristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldılar, biri hariç diğerlerin hepsi cehenneme girer. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri hariç hepsi cehenneme girer”(Ebu Davud, Sünnet, 1; Tirmizî, İman,18; İbni Mace, Fiten, 17; İbni Hanbel, II/332.).


"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehli necat olacaktır." buyurmuş. Ashaplar sormuşlar: "Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?" Peygamber Efendimiz sav şöyle cevap vermiştir: "Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır”( Tirmizi, İman,18; İbni Mace, Fiten, 17.).


Tarikat, fırkalara ayrılır, bidatlar tarikatı hızla istila eder. Bidatlardan uzak durup Kuran ve sünnete bağlı kalanlar; Allah’ın izniyle işte onlar, kurtuluşa eren zümrelerdir.


Şeyh Osman Hazretlerinin vefat eden müritlerinin imanı Allah’ın izniyle şeytana kaptırmayacağına yönelik beyanları var. Vefatından sonra da hazreti şeyhin, bu yollu tasarrufu devam ediyor mu?


Âlemlerin Rabbi olan Allah, Şeyh Osman Nuri Hazretlerine katından bir rahmet olarak böyle bir burhan vermiş… Allah’ın izniyle de Şeyh Osman Nuri Hazretleri, vefat anındaki hakiki müridinin imanını şeytana kaptırmamak için gelmektedir. Kabir sorgusuna gelmektedir, Allah’ın izniyle mahşerdeki hesap gününde dahi gelmektedir. Bu yetkiyi ve burhanı da Âlemlerin Rabbi olan Allah kendisine vermiştir. Allah’ın izniyle, hazreti gavsın vefatından sonra da hayatta olduğu gibi tasarrufu devam etmektedir.


Rabıtanın hakikati nedir? Rabıta Şeyh Osman Nuri Hazretlerine mi Şeyh Ali Hazretlerine mi yapılmalıdır?


Râbıta, tasavvufî bir terimdir. Râbıta; Arapça “rabt” kökünden türemiştir ve “birleştirmek”, “bağlamak” anlamlarına gelir. Tasavvufta müridin; derin düşünce yoluyla yoğunlaşıp şeyhinin hayalini aklında canlandırması, şeyhin ilahi tecelliye bir ayna olan kalbi vesilesiyle, Allah'tan, nur ve feyz alınmasıdır. Rabıta, kendisinde nefis kırıntısı kalmamış, beka ve fenanın sırrına ermiş, safiye mertebesine bulunan mürşide yapılır. Kendinde nefis kırıntıları olan, beka ve fenanın sırrına ulaşamamış, safiye mertebesine olmayan mürşitleri rabıta etmek doğru değildir; çünkü böylesi mürşitlerin simasında, şeytan tecelli eder ve oldukça tehlikeli sonuçlar doğurur.


Şeyh Osman Nuri Hazretleri; gavs’ul-sakaleyn makamında olan yüce bir evliyadır. Bağımsız tarikat sahibidir. Gerçek gavsların vefatlarından sonra da hayatta oldukları gibi tasarruf etme yetkileri bulunur. Şeyh Ali Hazretleri gavs değildir. Kutb’ul irşat, sahib’ül zaman makamında olan şanı yüce bir evliyadır.


Hakiki tarikatlarda, rabıtadan yana işler şöyle yürür: En son mürşit kimse o, rabıta edilir… Örneğin Gavs Es-Seyyid Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretleri, 1900 yılında vefat etmeden önce yerine oğlu Es- Seyyid Muhammed Necmeddin Hazretlerini irşatla görevlendirmiş. Rabıtada dahi Şeyh Muhammed Necmeddin Hazretlerine yapılmış…


Şeyh Osman Nuri Hazretleri, Şeyh Ali Kara Hazretlerini irşat edip yerine bırakmış. Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin 1944 yılında vefatından sonra 1971 yılına kadar da Şeyh Ali Hazretleri mürşitlik vazifesini sürdürmüştür. 1971 yılında vefat etmeden önce de yerine herhangi bir halife bırakmamış, rabıta dahi kendisinde kalmıştır…


Şayet bir tarikatta, hayatta olan mürşit kalmamışsa, o zaman işler değişir… Makamı en büyük olan evliya kimse, rabıtayı dahi ona yapmakta hiçbir sorun yoktur. Rabıta; hiç kuşku yok ki mürşide tapınmak, onu put yapmak için değildir. Rabıtada amaç; Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yönelmektir. Allah’ı yok sayıp, Allah’ı aradan çıkarıp bir mürşidi rabıta etmek, rabıta yapanı dalalete sürükleyip helak eder.


Bu yüce tarikatta; Şeyh Ali Hazretlerini övmede aşırıya giden Rafızi meşrepli on binlerce insan var. Onlara göre dünyada şeyh kalmamıştır, kıyamete kadar da Şeyh Ali Hazretleri, kutbul irşat ve sahibül zamandır… Oysa Şeyh Ali Kara Hazretleri Allah’ın bir kulu ve velisidir. O da her canlı gibi fanidir ve ölümü tatmıştır. Şeyh Ali Hazretlerinin vefatından sonra nice kutb’ul irşat, sahib’ül zaman veliler gelip geçmişler. Tıpkı Şeyh Ali Hazretleri gibi… Örnek mi ?


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin ilk mürşidi Şeyh Ömer Hazretlerinin torunu, Şeyh Necmeddin Hazretlerinin kardeşi Şeyh Alâeddin’in oğlu Es-Seyyid Şeyh Muhammed Osman Siraceddin Sani buna bir örnek… Es-Seyyid Muhammed Osman Siraceddin Sani, 1896 yılında Irak’ta doğmuş, 1997 yılında İstanbul’da 101 yaşında vefat etmiştir. Bu mübarek zat; kutb’ul irşad ve sahib’ül zamandır. Vefatından önce de yerine kimseyi irşat edip bırakmamıştır, şu haliyle rabıta dahi kendisinde kalmıştır…


“Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni batıl ve aşırı surette methettikleri şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Resulü.’ deyin!” (Buhari, Enbiya, 48; Müsned, 1/23; 4/25).


Dünyada; Allah’ın zat tecellisine mazhar olan gavslık Şeyh Osman Nuri Hazretleriyle bitmiştir. Kutb’ul irşatlık, sahib’ül zamanlık velayet makamı ise devam etmektedir...


Rabıtadan yana şöyle bir yol takip etmek en güzelidir. Her insanın fıtratı, meşrebi farklı farklıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, sizin kalbinize hangi şeyhi daha fazla sevdirmişse (Şeyh Osman Nuri, Şeyh Ali) işte o evliyayı rabıta etmeniz önerilir… Bunu yaparken de diğer evliyayı inkâr etmemeli; sevip saymalıdır… Bu en hayırlı yoldur. Şayet rabıtada amaç; Âlemlerin Rabbi olan Allah değil de bizzat mürşidin kendisiyse, kimi rabıta ederseniz edin dalaleti boylayıp helak olursunuz…


Şeyh Ali Hazretlerinin tarikinde el vermeye yetkisiz olan herhangi bir dervişten el alan, tarikata biat edip tespih çeken kimseler, tarikatın manevi nimetlerinden istifade edebilirler mi? Böylesi kimselere ne önerirsiniz?


Tarikatlardaki uygulamalar, askeri hiyerarşinin disiplinini bünyesinde barındırırlar. Askere gitmek istiyorsanız, askerlik şubesine gitmeniz gerekir. Yoldan geçen herhangi bir asker sizi askere kaydedemez. Tarikatta biat vermeye yetkisi olmayan bir dervişten el alarak tarikata intisap edilemez. Tıpkı askerlikte olduğu gibi… Velev ki bir dervişten biat alarak düzenli olarak tespihinizi, zikrinizi çekiyor olun. Değişen hiçbir şey olmaz… Kesinlikle, bu yola kaydınız yapılmaz. Bu, bütün hak tarikatlar için geçerlidir. Yetkisiz dervişlerden; sahte halife, şeyh taslaklarından alınan biatların tümü yok hükmündedir. İyi niyetli; ancak yetkisiz bir dervişten ya da sahte halifelerden, şeyhlerden biat almışsanız, önerim Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin seyyidlerine gidip biatınızı yenilemenizdir.


Şeyh Ali Hazretlerinin tarikinde günlük virtlerin dışında dervişler seyri sülük yapmak için hangi esmayı ne kadar çalışmalılar?


Bu tarikat, Mevlana Halid Bağdadi’nin halifesi olan Es-Seyyid Osman Siraceddin, Es- Seyyid Şeyh Muhammed, Es-Seyyid Şeyh Ömer Ziyaeddin, Es-Seyyid Şeyh Muhammed Necmeddin, Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri silsilesiyle, Şeyh Ali Hazretlerine kadar uzayıp gelir… Bu tarikatta seyri süluk, Nakşi Allah esması, kelimeyi tevhid, istiğfar ve salavatla yapılmaktadır. Bir de rabıta… Günlük beş binden az olmamak şartıyla Nakşi Allah esmasını çalışmayan dervişler, seyri sulukta başarılı olmazlar… Günlük Nakşi Allah zikrinin taban sayısı beş bindir. Bu sayıdan fazlasını çalışmak ise nur üstüne nurdur…


Bu tarikatta seyri süluk yapmak için Allah’ın diğer esmaları da zikredilebilir mi?


Tarikatın geleneği, yukarıda da değindiğim gibi Nakşidir, seyri süluk da Nakşi zikriyle yapılmaktadır. Ancak, tarikat on iki hak tarikatı bünyesinde barındırdığından, Allah’ın esmalarından dilediğinizi istediğiniz kadar çalışmakta herhangi bir sorun yoktur. Yüce Kuranı Kerimde, buna ruhsat var…


De ki: “İster Allah diyerek, ister Rahman diyerek yakarın; hangisiyle yakarırsanız olur, çünkü bütün güzel isimler O’na mahsustur” ( İsrâ Suresi, 110.ayet).


Şeyh Osman Nuri, Şeyh Ali Hazretlerinin hayatta olmayışlarının riskleri nedir? Dervişler, hayatta oldukları gibi şeyhlerden manevi yardım görebilirler mi?


Şeyhlerin hayatta olmayışlarının pek çok riskleri olur. Her ne kadar da dervişler, şeyhler hayatta olduğu gibi tasarruf ederler, vefatlarıyla kınından çıkmış kılıç gibi olurlar, deseler de bu böyle değildir. Zahiri dünya işleriyle ilgili pek çok sorunlarınız olur ve bunların yükü olduğu gibi omuzlarınızda kalır. Örneğin, rüya görürsünüz, rüyanız tabir ettiremezsiniz, felaketler içinde kalmıştırsınız, bu felaketlerden kurtulmak için çırpınıp durursunuz, kurtulamazsınız. Aile sorunlarınız vardır ya da ağır hasta olmuştursunuz, evlenemiyorsunuzdur. Bunların hepsi bir sınav olarak omuzunuzda kalır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Ancak, gereksiz… Şeyhler hayatta olsalardı bu sorunlar böyle mi kalırdı? Kesinlikle hayır! Bir şeker okurlardı, dua ederlerdi, en büyük felaketler, hastalıklar dahi Allah’ın izniyle yok olurdu. Evlenemiyorsanız evlenirdiniz. Maddi durumlarınız kötüyse düzelirdi. Kısaca, şeyhlerin dualarıyla her türden bela, hastalık ve musibetlerden Allah’ın izniyle kurtulurdunuz. Şeyhlerin hayatta oldukları dönemlerde; bunların binlerce örnekleri var. Şu an hayatta olmadıkları için bunlar çoğunlukla gerçekleşemez. Bunları yapamazlar mı? Yaparlar; ancak Âlemlerin Rabbi olan Allah, hayatta oldukları gibi şeyhlere müsaade etmez… Bütün bunlar, birer sınava dönüşür.


Derseniz ki falanca filanca kişileri şeyhler manevi ameliyat edip hastalıktan kurtarmışlar, işlerine el atıp sorunlarından Allah’ın izniyle kurtarmışlar. Bu, pek ender olur. Olmazsa, yoldaki dervişlerin maneviyatları sarsılır, bunlar olacak ki dervişlerin yola şevkleri, bağlılığı devam etsin. Ancak, bunlar pek ender olur.


Âlemlerin Rabbi olan Allah, dervişlerin maneviyatları için, ölüm anında imanlarına gelmeleri için vb manevi tasarruftan yana şeyhlerin ruhaniyatını serbest bırakmış. Dervişlerin manevi olgunluğuna yönelik, tasarruflar sorunsuz bir şekilde devam etmektedir. Burada sorun yok. Ancak, manevi yardım görmek, dervişlerin samimiyetine, yola bağlılıklarına, ihlaslarına, çalışmalarına bağlı olarak değişkendir.


Bir kimse, bu yola neden intisap etmeli, kazanımı ne olur? Bu yolda herkesin nasibi var mı?


Bir tarikata intisabın amacı, hakiki mürşidin tavassutuyla, silsile hattıyla Âlemlerin Rabbi olan Allah’a intisap, nefsin kötü sıfatlarından zikir yoluyla arınma, ruhaniyatıyla Miraç yaparak Allah’a vuslattır. İki cihanda, o yüce nurani kafileyle birlikte olma saadetine ermektir.


Dünyada; vefat eden müridinin imanını şeytana kaptırmama, kabir sorgusuna gelme, mahşerde kendilerini Allah’ın izniyle yalnız bırakmama, hep birlikte Peygamber Efendimizin sav sancağı altında toplanma bereketi, bu tarikatı çok üstün ve ayrıcalıklı kılan hasletlerin en başında gelir. Bir diğer husus da, Şeyh Osman Hazretlerinin Kıyametten önce zuhuru beklenen ve müjdelenen en son gavs olmasıdır… Bir derviş, şeyhinin manevi mertebesi nispetinde seyri sülük yapıp, ilahi ihsanlara, yardımlara mazhar olur. Gavsul Azam Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretlerinden sonra Şeyh Osman Nuri Hazretleri gibi bir gavs dünyaya gelmiş mi? Bizce hayır! Bu sözleri iş olsun diye de söylemiyorum… Hakikat bu… Sitenizdeki ŞEYH OSMAN’IN KERAMETLERİ linkinde o yüce zatın kerametlerini hayretler içinde kalarak okuyorum. Âlemlerin Rabbi olan Allah; o yazıları insanlığın istifadesine sunan, metni yazan, yayımlayan, bunun için emek ortaya koyan herkesten razı olsun… Bizce bu yazıların devamı olmalı, ehlibeytler yazıların devamını mutlaka kaleme almalılar. O yüce zatı seven, merak edenlerin istifadesine sunmalılar. Böylesi bir hizmete vesile olmak, kendilerine çok büyük ihsanlar getirir.


Bütün tarikatlarda olduğu gibi, bu tarikatta da her insanın dervişlikten yana nasibi yoktur. Olur olmaz kişiler, tarikata alınmamalıdır. Öne her gelene ders verilmemelidir. İstihare yoluyla tarikata biat verilmelidir. Aksi takdirde, tarikatı bidat ehli kişiler istila ederler, tarikat özünden kopar, yolgeçen hanına döner, altından kalkılamadık zahiri, batıni sorunlar patlak verir. Bu üstün yolda, dervişlikten yana herkesin nasibi yoktur. Nasibi olmayan kimselere ders tarif etmek, çok büyük bir vebaldir.


Bu tarikatta, birkaç türlü derviş olur. Biat alıp tarikata intisap edenler, bu yüce zatları ve yolunu gönülden sevip türbelerini ziyaret edenler, tarikattaki hakiki dervişleri yürekten sevip kendileriyle dost olanlar. Bunlar, mecazi derviş hükmünde olup yolun bereketinden inşallah istifade ederler.


Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin çok sevdiği kızı, Es-Seyyid Sadiye Ölmeztoprakla ilgili bir anınız var. Özel değilse bizimle paylaşır mısınız?


O yıllarda; Kanada Royal Roads University’de öğrenciydim. Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin biricik kızı Es-Seyyid Sadiye Anneyi ziyaret edip duasını almayı çok arzu ediyordum. Türkiye’ye ailemi ziyarete gelmiştim. Yol dervişlerinden Sadiye Annenin yaşadığı yeri öğrenip Malatya’ya geldim. Sadiye Annenin yaşadığı apartmanı, derviş arkadaşların yardımıyla buldum. Kalbimde, çok büyük bir heyecan vardı. Yanımda, benimle birlikte Türkiye’ye tatile gelen Kanada üniversiteden arkadaşım Matthew de vardı. Kapı zilini çaldık. Bir teyze kapıyı açtı. “Buyurun…” dedi. Kendimi ve arkadaşımı tanıttım. Sadiye Anneyi ziyarete geldiğimizi söyledim. “Biraz bekleyin. İçeri pek uygun değil. Kendisiyle görüşeyim. Kabul ederse ziyaret edebilirsiniz...” dedi. Bir iki dakika sonra aynı teyze kapıda belirdi. “Buyurun, Sadiye Anne sizi bekliyor.” dedi. Kalbime çok büyük bir heyecan düşmüştü. Saygılı ve edepli bir şekilde arkadaşım Matthew ile içeri girdik. Büyük Sadiye Anne, divanda oturuyordu. Bir battaniyeyle dizleri örtülüydü… Siyah beyaz yayın yapan bir televizyondan, haberlere bakıyordu. Kendimi ve arkadaşımı Matthew’i tanıttım. Hayır dualarını almak amacıyla ziyarete geldiğimizi söyledim. İçeride, on beşe yakın bayan vardı. Bizden başka da erkek yoktu. Sadiye Annenin hizmetini gören bayanlardan biri, bize çay getirdi, pasta ikram etti. Bu arada, Sadiye Anne cebinden bir kutu çıkardı. Şeker yerine o kutudaki tatlandırıcılardan birini çayına attı… İçimden “Sadiye Anne, o tatlandırıcılardan keşke bir tane de bana verse, çayıma atardım. Bu, belki de benim kurtuluşuma vesile olur.” diye geçirdim. Ancak, bu gerçekleşmedi… Aynı şeyi ikinci defa içimden tekrar edince Sadiye anne bana bakıp “Gel, gel!” dedi. Kalkıp Sadiye Annenin yanına gittim. Tatlandırıcı kutusundaki tabletlerin tümünü olduğu gibi avucuma boşalttı. Gülümseyerek “Bu kadar yeter mi?” dedi. Oldukça mahcup olmuştum. Sadiye Annenin bana verdiği tatlandırıcıların tümünü büyük bir heyecanla çayıma atıp karıştırdım. Çay, fazla tatlandırıcıdan dolayı zehir gibi acı olmuştu… Buna aldırış etmeden, tadı zehir gibi olan çayın tümünü içtim… Bu arada Sadiye Annenin hizmetini gören teyzelerden biri eliyle beni işaret edip “Sadiye anne, bu delikanlı kim?” diye kendisine sordu… Sadiye Anne, “O, benim öz oğlum. Dünyada iki tane oğlum var. İşte biri de bu!” dedi… (Diğerinin adını ve yerini söylemedi.) Buna, o kadar sevindim ki anlatamam… Bu, benim için çok büyük bir şerefti, ömür boyunca da bu onuru üzerimde taşımaya kararlıyım. Bir saat kadar oturduktan sonra, Sadiye Annenin duasını alıp, kendisinden ayrıldık, tatilden sonra da arkadaşım Matthew’le Kanada’ya döndük…


Yozgat’ta, Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin türbesini ziyarete gittiğinizde, Es-Seyyid Şeyh Osman Siraceddin Sani Hazretlerinin bir haber elçisiyle çok ilginç bir hadise geçmiş aranızda… Bu hadiseyi bizlerle paylaşır mısınız?


Ah, evet… Yıllar önceydi… Yozgat’ta Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin türbesini ziyarete gitmiştim. Türkiye’nin her yerinden dervişler gelmişlerdi. Yozgatlı aileler, gelen misafirleri evlerine alıp kendilerini ağırlıyorlardı. Ben de bir derviş kafilesiyle birlikte, Yozgatlı bir ailenin evinde konuk olmuştum. Büyükçe salonu olan bir evdi, otuz kadar derviş arkadaşla birlikte oturuyorduk. Dervişler, şeyhler üzerine söz sohbetler ediyorlar, ben de bir kenara oturmuş büyük bir keyifle kendilerini dinliyordum. Anadolu insanı bir candır, bambaşkadır, onların kalplerindeki iman, şeyh Osman Nuri Hazretlerine duydukları sevgi bambaşkaydı… Onların bu içten duygularını kalben özümsemek, benim için çok büyük bir keyifti… Öyle de yapıyordum. Yatsı namazını kıldık, ev sahibi kahvaltı hazırlamıştı, oturup kahvaltı yaptık. Derken çay faslı… O kalabalık içinde, koyu esmer tenli orta yaşlı, sakalsız, bıyıklı bir adam, dervişlerden destursuz olarak ansısın yüksek sesle konuşmaya başladı. Dikkatlice kendisini dinlemeye koyuldum:


“Arkadaşlar, ben Antepli Abdullah, beni buraya Bağdat’tan İstanbul’a gelen Es- Seyyid Şeyh Osman Siraceddin Sani Hazretleri gönderdi. Hazreti şeyhin sizlere selamları var. Hazreti şeyh diyor ki “Biz onlarla aynı tarikat silsilesinden geliyoruz. Aramızda ayrı gayrı yoktur. Şeyh hayatta olmalıdır. Hayatta olmayan şeyhin tasarrufu olmaz. Şeyh Osman Nuri Hazretleri hayatta değil.” dedi. Hazreti şeyh, sizleri kendisine biat etmeye, bağlanmaya davet ediyor. Ben bir postacıyım, elçiyim. Sadece Hazreti şeyhin söylediklerini sizlere aktarmak için aranızdayım.” dedi… Çok derin bir sessizlik oldu… Antepli Abdullah’a; o topluluktaki derviş arkadaşlardan bir Allah’ın kulu çıkıp da kendisine karşı çıkmadı… Sükût halinde, öylece oturuyorlardı… Bu, kesinlikle kabul edilemezdi ve çok utanç verici bir durumdu… Bu duruma çok sinirlendim, Kibar bir şekilde söz hakkı alıp o muhtereme gavsın ne olduğunu anlattım, hayatta olduğu gibi tasarrufunun devam ettiğini söyledim. Bu sohbetten sonra kendisine aynen şöyle dedim:


“Allah sana bir bela verir. Çarpılıp felç olursun! Hayatta olan şeyhin Es- Seyyid Şeyh Osman Siraceddin Sani Hazretleri dahi sana bir şey yapamaz! Sonra, Şeyh Ali, Şeyh Osman Hazretlerinin türbesine gidip iyileşmek için kendilerinin himmetini umarsın!” dedim. Antepli Abdullah, sustu. Oradaki derviş arkadaşlar nasıl sevindiler. “Bizim ilmimiz yok, bizim yerimize ne güzel konuştunuz… Allah sizden razı olsun!” dediler. Mevlitten sonra Yozgat’tan ayrıldım… Antepli Abdullah’ı, Âlemlerin Rabbi olan Allah vurup felç etmiş. Ağzı dili gitmiş, eli ayağı tutmayacak bir şekilde felç olmuş. Hayatta olan mürşidi Es- Seyyid Şeyh Osman Siraceddin Sani Hazretlerinin yanına götürmüşler… Hazreti şeyhin ne duası ne de ilacı kendisine fayda vermiş. Çaresiz kalınca, Antepli Abdullah’ı; Şeyh Ali, Şeyh Osman Hazretlerinin türbesine götürmüşler. Haftalarca, iki şeyhin türbesinde yatıp kalkmış… Aylar sonra da iyileşmiş… Yaşanan hadise böyleydi…


Söyleşi için çok teşekkürler. Şeyh Osman, Şeyh Ali Hazretlerinin tarikatına intisap etmiş sufilere, bizim aracılığımızla söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?


Biz teşekkür ederiz… Bu üstün yolun bütün güzide dervişlerini saygı ve hürmetle selamlıyorum. Çıktıkları manevi yolculuklarında kendilerine başarılar diliyor, hayır dualarını bekliyorum… Sitenize de yayın hayatında başarılar diliyorum…


Söyleşi boyunca anlattıklarımızın en doğrusunu; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir, der; sözlerimizde herhangi bir yanlışımız olmuşsa; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan bağışlanma dileriz. Röportajın, inanan Müminlere hayırlı olmasını diliyorum…


Bu Röportaj, 2022 yılının Ocak ayında (Kod Adı: Tufan)’la Kanada’da gerçekleştirildi.

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page