top of page

SAUL AARON’LA RİCALÜL GAYP KIRKLAR EVLİYASI OPR. DR.HÜSEYİN MÜNİR DERMAN KONULU RÖPORTAJ

“İlahî mıknatıs her insanı çeker, yeter ki sen çekilecek nesne ol… İçin; riyâ, haset, dedikodu, haram ile dolu olursa sen, çekilme hasletini kaybettin demektir…” – Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman


-Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman, herhangi bir tarikat silsilesine bağlı mıdır?


Evet. Derman; sağlam, güçlü bir tarikat silsilesine bağlıdır. Hocası Ömer İnan’dan, çocuk yaşlarda tarikat dersi alıp Kadiri tarikatına intisap etmiştir.


-Derman’ın mürşidi Ömer İnan, geleneksel tarikat şeyhlerinden biri midir?


Ömer İnan, 1880’li yıllarda, ailesiyle birlikte Özbekistan Buhara’dan Türkiye’ye göç edip Trabzon Vakfıkebir’e yerleşmiş… Bağ bahçe işleriyle uğraşarak geçimini sağlamış… Aynı zamanda da Trabzon Vakfıkebir camiinde fahri olarak imamlık yaptığı bilinmektedir.


Ömer İnan, Buhara, Özbekistan’da hem medrese eğitimi görmüş, hem de o dönemin önde gelen Kadiri şeyhlerinden tarikat dersi almıştır. Kadri tarikatının usul ve esaslarına bağlı kalarak da seyri sülüğünü tamamlayıp mürşitlik icazeti almıştır.


Ömer İnan, geleneksel tarikat şeyhlerinden biri değildir. Dergâh açıp posta oturarak mürşitlik yapan bir isim değil… Başta Derman’ın ailesi olmak üzere yakın çevresindeki kimi insanlara tarikat dersi vermiş. Ömer İnan, ricalül gayp evliyalarındandır. Ricalül gayp velilerinin Üçler diye adlandırılan esrarlı velilerinden biridir.


Ricalül gayp velilerini, ne sayıca ne de unvanca sınıflandırmak mümkündür. Ancak, üst düzey hiyerarşiye göre ricalül gayp velileri sınıflandırıldıklarında, en zirvede şu gruplar yer tutar: Kırklar, Yediler ve Üçler… Yediler, Kırklardan daha üstündür. Üçler de hem Kırklardan hem de Yedilerden üstündür…


Derman’ hayattayken, Hıdır Aleyhi selam, Üçlerin bittiğini, ricalül gayplar içinde olan kullardan bir kula haber vermiş… Bu, sağlam ve güvenilir bir bilgidir. Bugün itibariyle ricalül gayp velilerinden Üçler maalesef yoktur. Bu durum, düşünüp anlayabilenler için Kıyametin ayak sesleridir.


-Derman’ın Kırklar içine girmesine referans olan veli kimdir? Kırklar içine nasıl girmiş?


Derman’ı manevi olarak eğiten, halvete sokan, cismini çileye alan, cismen ve ruhen kendisini gayp âlemine hazırlayan esrarlı ricalül gayp evliyası, Ömer İnan’dan başkası değildir. Ömer İnan, ta çocukluk çağından itibaren Münir Derman’ı aşama aşama manevi olarak eğitip gayp âlemine hazırlamış. Derman’ı, ricalül gayp adamları içine girmesi için ön ayak olmuş…


Derman’ın Kırklar içine girmesinde, hocası Ömer İnan’ın baş rolü var… Ömer İnan’ın referansıyla Kırklar içine girmiş… Münir Derman’a, yer yer gayp âleminden esrarlı kişiler gelmişler. Kendisini alıp bilmediği mekânlara götürmüşler. Sohbetlerine katmışlar, esrarlı buz gibi soğuk sudan içirmişler. Derman’a, ne yapması gerektiğine dair bilgiler vermişler. Dua öğretmişler. Fethiye salatını okumuşlar. O gaybi zatları Derman’a yönlendiren kişi, Ömer İnan’dan başkası değildir. Münir Derman’a gaybi zatların gelmesinde Ömer İnan’ın dahli söz konusudur.


Kırklar içine girmek için sağlam bir referans gerekir. Kırkların lideri vardır, Yedilerin lideri vardır, Üçlerin de lideri vardır. Bu liderler, Hıdır Aleyhi selamla iletişim halindedirler. Kırklar içine girmek için; ricalül gayp velilerinden Üçlerin, Yedilerin, Kırkların liderlerinin referansı gerekir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, Kırkların, Yedilerin ve diğer ricalül gayp velilerinin içine kimlerin girmesini murat etmişse Hızır Aleyhi Selam Üçlerin, Yedilerin, Kırkların liderlerine bunu iletir. Onlar da ilgili gaybi velilere bunu haber verirler. O veliler de söz konusu kişiyi mutlaka sınavdan geçirirler. Şayet, bu sınavda başarılı olurlarsa kendilerini eğitip aralarına alırlar. Her şey yüce Allah’ın dilemesiyle olur. Allah’ın dilemediği hiçbir şey gerçekleşmez. “O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nail olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sahibi olanlar düşünüp anlarlar” (Bakara Suresi, 269. Ayet).


-Ömer İnan, Kırklardan mıdır?


Hayır. Ömer İnan, ricalül gayp hiyerarşisi içinde Üçler sınıfındandır. Yani Kırklardan, Yedilerden daha ileride olan, ricalül gayplar içinde Kutbul Azam, Üçler diye adlandırılan çok esrarlı bir velidir.


-Münir Derman, Ömer İnan dışında başka, herhangi bir şeyhe intisap etmiş olabilir mi?


Münir Derman’ın irşadı, Ömer İnan tarafından gerçekleştirilmiş. Mürşitlik icazetini de Ömer İnan’dan almıştır. Kırklar içine girmesinde de Ömer İnan’ın dahli söz konusudur. Münir Derman’ın manevi eğitiminde, soyadı verilmeyen, Ömer adında bir Allah dostunun dahli olduğu, ayrıca Şam’da, dört şeyhten daha tarikat tespihi aldığı, bu şeyhlerin isimlerinin bilinmediği akademik makalelerde dillendiriliyor. Bütün bunlar, manevi gerçekliklerle bağdaşmayan çıkarımlar. Münir Derman’ın tek mürşidi vardır, o da Ömer İnan’dır. Münir Derman’ın Şam’da kendilerinden el aldıkları söylenen zatlar, ricalül gayp velileridir. Ricalül gayp velileri, tarikat tespihi vermezler. Şam’daki dört zat, şeyh değil; ricalül gayp adamları içinde yer tutan veliler. Ricalül gayp velilerinin birbirlerine ilim öğretmeleri, bilgi alışverişi içinde olmaları doğal bir sonuç… Yani, akademik makalelerde dillendirildiği gibi Münir Derman, Şam’da, ismi bilinmeyen dört şeyhten tarikat dersi almamıştır. Şam’da ikamet eden ve ricalül gayp velileri içinde yer alan, kimi zatlarla gaybi âleme yönelik bilgi alış verişinde bulunmuştur. Hepsi bundan ibaret… Münir Derman, yaşamı boyunca Ömer İnan dışında herhangi bir şeyhe intisap edip kendilerinden el almamıştır.


-Münir Derman, eserlerinde neden kapalı, simgesel bir anlatımı yeğliyor?

 

Her veli, kendi mürşidinin çizgisinde yürür. Buharalı Ömer İnan hocası, böyle istemiş… Her şeyi açıkça yazmasına müsaade etmemiş… Münir Derman da hocası Ömer İnan’ın sözünü dinleyip “Allah Dostu Der Ki…” eserlerinde kapalı, simgesel bir anlatımı yeğlemiş, bu çizgiden de ayrılmamış. Bunu Münir Derman da merak ettiği için, mürşidi Ömer İnan’a neden kapalı ve simgesel yazması gerektiğini sormuş… Münir Derman’ın mürşidi Ömer İnan da Derman’a şöyle bir yanıt vermiş… “Senden yüzyıl sonra bir veli gelecek ve senin kapalı anlatımlarını açıklayıp çözecek.” Münir Derman, 1910 yılında Trabzon’da doğmuştur. 02 Aralık 1989 tarihinde Eskişehir’de vefat etmiştir. Münir Derman’ın doğumundan bu güne yüz on iki yıl geçmiş… Münir Derman da eserlerini, kendisinden yüzyıl sonra gelecek olan veliye- O’na- atfettiğini açıkça eserinde belirtiyor.


İşin bir başka yönü de şudur: Münir Derman, maddenin, varlıkların, olay ve olguların (mercan, Hacer’ül Esvet taşı, şebnem, inci, kedi, gözyaşı, horoz, dut ağacı, limon, ağaçlar, rüzgâr, siyah renk, yakut, burçlar, kadın, koku vb.) arka planındaki ilahi sırlara vukuf… Bunların sırlarını bütün yalınlığıyla ifşa etmesi, çok büyük çalkantılara neden olur. Bundan dolayıdır ki Derman, her şeyi açıkça anlatamamış; çünkü buna manevi ruhsat olmamış… Ruhsat olduğu kadarını yazmış…


-Münir Derman, Kırklardan olduğunu neden uzun süre gizlemiş?


Her şey, öyle olması gerektiği için öyle olmuştur… Kırklar, kendi başlarına iş tutmazlar. Bu durum, yalnızca Kırklar için değil; bütün ricalül gayp velileri için söz konusudur. Nerde, nasıl, ne zaman hareket edecekleri, manevi bir emir komuta zincirine bağlı… Ricalül gayp velilerinden hiçbiri; kendi başlarına, canlarının istediği şekilde hareket edemezler. Münir Derman, Kırklardan olduğunu manevi ruhsat olmadığı için uzun süre gizlemiş. Eşine dahi, Kırklardan olduğunu söylememiş… Çalıştığı işyerinde de öyle…


Kırklar, tanınmak için değil; tanınmamak için uğraş verirler. Bundan dolayıdır ki gerek kıyafetleriyle, gerekse meczup ya da zındık görünerek kendilerini halkın gözünden perdeleme, veliliklerini inkâr ettirme yolunu seçerler. Çünkü yaptıkları manevi görev, bunu gerekli kılmaktadır. Onların yapacakları onca manevi işleri var. Başlarına adam toplanması, manevi işlerini yapmalarına engel olur. Halk kendilerinden ne ister? “Dua et hastayım iyileşeyim, dua et kızım, oğlum iyi bir eş bulup evlensin, dua et şu araziyi satın alayım, dua et evim arabam olsun, dua et iş bulup borçlarımdan kurtulayım, dua et bunalımdan kurtulayım, dua et çocuğum olsun vb.” Münir Derman, manevi ruhsat olunca, açığa çıkıp Kırklardan olduğunu söylemiş…


-Münir Derman, tarikat silsilesi olan hak bir tarikat mürşidi olarak ön görülebilir mi?


Kesinlikle evet. Çünkü Münir Derman, hocası Ömer İnan’a intisap edip kendisinden tarikat tespihi almış… Ömer İnan, Münir Derman’ı halvete sokmuş… Cismini ve ruhunu irşada hazırlamış… Kırklar içine girmesine referans olmuş… Münir Derman, çift yönlü bir velayete sahip… Ricalül gayp velayetinde Kırklar mertebesinde, tarikat velayetindeyse Kutbul Azam mertebesinde… Kadiri tarikatında, mürşidi Ömer İnan’ın rehberliğinde seyri sülüğünü tamamlayıp Ömer İnan tarafından irşat edilmiştir… Münir Derman tarikat berzahında Kutbul Azam olan hakiki bir insanı kâmildir. Nefis menzillerinin tümünü geçmiş, fena ve bekanın sırrına ulaşmış gerçek bir mürşittir. Buradan bakıldığında; Münir Derman’ın tarikat sahasında, Kutbul Azam mertebesinde bir evliya olduğu rahatlıkla söylenebilir.


-Münir Derman; neden cübbe giyip sarık sarıp bıyık, sakal bırakmamış? Bu, sünnete aykırı bir tutum değil mi? Nasıl olur da Kırklardan olan bir veli bıyık, sakal bırakmaz?


Şayet; kimi medreselerin, tekkelerin geleneksel dürbünüyle buna bakarsan, sünnete aykırı bir iş tutmuş gibi görürsün. Ancak, hakikat hiç de öyle değildir. İslam dünyası, bütün enerjisini kara çarşafa, cübbeye, sarığa, bıyığa, sakala harcadı. Bilimi ihmal edip savsakladı. Bunun bedelini de ağır bir şekilde ödüyor. Sünnet nedir? Bir ibadet şeklidir. Sünnet namaz olur, sünnet zikir olur, sadaka olur; ancak sünnet bıyık, sakal, cübbe, sarık, ayakkabı olmaz; çünkü bunlar bir ibadet şekli değildir… Âlemlerin Rabbi olan Allah; İslam dünyasındaki böylesi yobazlıklar, bağnazlıklar nedeniyledir ki İslam’ın mirası olan bilimi ellerinden alıp Batılı ülkelere vermiş. Hızır Tezkiresinde Mevlana Halid Bağdadi, bu gerçekliği açıkça dilendiriyor.


Ricalül gayp velileri geleneksel kimi medreselerin, tekkelerin dürbünüyle değil; Kuran ve sünnet dürbünüyle olay ve olgulara bakarlar. İslami bir kıyafet şekli yoktur. Bıyık, sakal bırakmak bir ibadet şekli değildir. Dolayısıyla sünnet de değildir… Peygamber Efendimiz (sav), çorap giymemiş, hadi öyleyse sünnettir diye çorap giymeyin… Her peygamber kavminin kıyafetini giymiştir. Arap müşrikler pantolon mu giyiyorlardı? Hayır. Onlar da cübbe giyip sarık sarıyorlardı. Çünkü İslami bir kıyafet şekli yoktur. İslam’da, bayan erkek için örtü sınırları vardır. Arap müşrikler de sakal bırakıyorlardı. Sünnete mi uydular? Hayır. Çünkü kıyafetin sünnetle hiçbir ilgisi yoktur.


Ricalül gayp velilerinden olan Kırklar, sakal bırakmazlar. Çünkü tanınıp parmakla gösterilmemeleri gerekmektedir. Sakalsız olmaları, onların inkâr perdesidir, halkın gözünden gizlemek, veliliklerini inkâr ettirmek, işlerine güçlerine bakmak içindir… Üçler de sakal bırakmazlar… Bıyık, sakal bırakmak bir ibadet şekli değildir, dolayısıyla sünnet de olamaz. Bu, bir seçki meselesi… Dileyen bırakır, dileyen bırakmaz… Münir Derman velayetini halkın gözünden gizlemek için bıyık, sakal bırakmamış… Neden böyle yapmış? Kırklar sakal bırakmazlar da onun için… Hâlâ anlayamadınız mı?


Münir Derman, bıyık ve sakalla ilgili olarak şöyle der: “Bıyık ve sakalda dini bir şey aramak yobazcadır, sebebini bilirsen başka…”


Geleneksel olarak kimi medrese ve tarikatların gittikleri yolun işaret levhaları; her zaman doğru yönü göstermeyebilir. Tıpkı; bıyık, sakal, cübbe ve sarığı sünnet olarak addetmek gibi…


-Münir Derman, celalli bir tabiata sahip, bu durum insanların kendisinden uzaklaşmasına neden olabilir. Celalli bir üslupla sohbet etmeseydi daha iyi olmaz mıydı?


Bu sorunun mantığı şuna benziyor: Arslanlar, heybetli, celalli olmayıp ceylanlar gibi yumuşak tabiatlı ve uysal olsalardı daha iyi olmaz mıydı? Tabii ki de daha iyi olmazdı. Ne ki yaratılmıştır, yüce Mevla o yarattıklarına uygun düşen bir de fıtrat vermiştir. Kırklardan bir kişi gösteremezsiniz ki korkunç, Rabbani bir heybet ve celal sahibi olmasın. Üçler de öyle… Neden bu böyle? Öyle olması gerektiği için öyle… Kırklar, la-mekân (soyut evrenler) ile dünya arasında bir köprü vazifesi görürler. Bu köprüden; kaderin acı yazgıları geçtiği gibi, güzellikleri ve lütufları da gelip geçer… Kırklar, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın gayp âleminden yolladığı şerre de hayra da köprü olurlar, la-mekân âlemlerden gelen hayır ve şer, Kırkların köprü olmasıyla dünyaya yansır. Bu durum, çok sinir bozucu olabilir. Benim diyen veli, buna tahammül edemez. Bunu bir örnekle somutlayalım. Söz gelimi bir İslam beldesi düşmanlar tarafından işkâl edilecektir. Yaşlı, çocuk, kadın demeden yüzbinlerce Müslüman katledilecektir. Evlerinden ve yurtlarından olacaklardır. Kadınlar, namuslarını ırzlarını kaybedeceklerdir. On binlerce insan, başka ülkelere göçmek zorunda kalıp pek çoğu yollarda öleceklerdir. Vatanlarından uzakta, bir dilenci konumuna düşüp zelil ve perişan bir hale düşeceklerdir. Bu durum, on yıllarca da sürüp gidecektir. La-mekândan (gayp âleminden) bu iş için görevli ruhaniler, Kırklarının tavassutuyla dünyaya geçerler ve bütün bu sayılanlar gerçekleşir. Kırklar bunu istemezler; ancak Allah’ın emri böyle olduğu için ruhanilerin dünyaya geçişlerine köprü olurlar ve olanlar olur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün; ancak gereksiz… Kırklar; mekânız, gayp âleminden inen, Allah’ın gazabına da lütfuna da köprü olurlar… Kırklar, köprü olmadan, la-mekândan dünyaya geçiş söz konusu olamaz.


Kırklar, beldelere yağmur yağmasında; beldelerden belaların definde; hayrın ve şerrin ruhani âlemden dünyaya geçişinde birer vasıta ve köprüdür. Bütün bu işleri yapmak da celal sıfatıyla mümkün olur. Bundan dolayıdır ki bütün Kırklar, celal ve heybet sahibidirler. Münir Derman da Kırklardandır, bu nedenledir ki celal ve heybet sahibi olması çok doğal…


Kırklar, insanların kendilerinden uzaklaşmasından dert yanmazlar, aksine bu duruma çok memnun olurlar. Kırklar; manevi âlemde korkunç derecede heybetli olan aslanlara benzerler. Kırklara yakın olmak, risklidir. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Allah, onlara çok yakındır; ricalül gayp evliyaları çok yakındır, ruhani âlemler çok yakındır. Benim senin gibiler Kırklara yakın olsa ne olur olmazsa ne olur. Onlar, yakın olmaları gerekenlere; fazlasıyla yakınlar. Kırkların sana bana ihtiyaçları yoktur. İnsanlığın kendilerine ihtiyacı var.


-Münir Derman, bir sohbetinde “Öldükten sonra haftanın iki günü kabrimde yokum, inanmazsanız kabrimi açıp bakın!” diyor. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?


Münir Derman, ne söylemişse tümü de gerçektir. Bu sözlerin altına, tereddütsüz bir şekilde imzamı atarım. Kırklar, benim senin gibi değiller. Adı üstünde Kırklar. Haftanın iki günü kabrimde yokum, diyorsa yoktur. Nokta. Bu nasıl mümkün olur? Şeriatta bu var mı? Kuranda bu var mı? diye sorgulama… Kuranın bir zahiri, yüzbinlerce mertebede de batıni anlamları vardır. “Kaf, ha, ya, ayn, sad” hurufu mukataa harflerinden ne anladın? Hiçbir şey… Oysa bu harflerin ledün sırları üzerine binlerce ciltlik eserler yazılır. Kuran’da bu var mı, şu var mı diye boş boş konuşma! Kırklar, Üçler, Yediler var mı Kuran’da? Evet, var. Ayetlerin zahirinde yok; ancak batınında var… Bunu da sen ben anlayamayız… Haftanın iki günü kabrimde yokum, söylemi; yalnızca Münir Derman’a ait değil. Pek çok ricalül gayp velisi de böylesi sözler söylemiş… Bizce bu mümkün, Kırklar için de son derece doğal bir şey…


Tayy-ı ceset, tayyı mekân, tayy-ı koku, tayy-ı ses, tayy-ı eşya, tayy-ı his, tayy-ı görsel bunların tümü de ricalül gayp velileri için mümkündür. Bütün büyük evliyalar, bütün ricalül gayp evliyaları, manevi şehit hükmündedirler. Onlar için ölü diyemezsiniz… Allah’ın izniyle kabirden de çıkarlar… Yemek de yerler, tütün de içerler, hasta ziyaretine de giderler… Bütün bunlar da Allah’ın izniyle olur… Bunun bizzat tanığı olduğum örnek var… "Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız" (Bakara, 154).


-Emekli Yargıtay Eski Hâkimi rahmetli Sabri Tandoğan, Münir Derman Beyin çok sevdiği bir talebesidir, Sabri Tandoğan Kırklardan mıdır?


Sabri Tandoğan, evliyaları, velileri sevip sayan değerli bir şahsiyet… Sabri Tandoğan, hayatı boyunca pek çok Hakk dostunu ziyaret etmiş. Kırka yakın veliyle oturup kalkmış… Bu velilerin dualarını, teveccühlerini almış, gönül rızalarını kazanmış. Ancak bu veliler içinde, Münir Derman’a çok büyük bir muhabbetle bağlanıp onun talebesi olmayı yeğlemiş… Sabri Tandoğan, güler yüzlü, hoş sohbet, asil, kültürlü, çok değerli bir şahsiyet… Allah’ın dostu olan yüce bir veliyullah zat… Ancak Kırklardan ya da ricalül gayplardan değil... Kalp gözü açık, ledün ilmine sahip bir zat da değil… Kendi veliliğini bilmeyen çok değerli, hoş sohbet, çok saygın bir veli... Allah, mekânını Cennet etsin, o güzel veliye rahmet diliyorum…


-Münir Derman’ın yoluna nasıl intisap edilebilir, bu mümkün mü?


İki Münir Derman var: Birincisi ricalül gayp Kırklar evliyası Münir Derman; ikincisi de Kadiri tarikatında Kutbul Azam mertebesinde olan evliya Münir Derman. Birinci Münir Derman’a intisap etmek olanaksız... İkinci Münir Derman’a intisap etmek mümkün… Bu da; ancak kendilerine manevi vazife verdiği kişilerin vesilesi ile mümkün olabilir. Bu zatlar kimlerdir? O muhterem zatları arayıp bulmanız oldukça zor. Çünkü sırra çekilmişler. Münir Derman’ı yürekten sevenler, saygı, sevgi, edeple kitaplarını okuyup sohbetlerini dinleyenler, bir nevi Münir Derman’ın mecazi talebesi hükmünde olurlar, bu yolla da maneviyatından istifade edebilirler. Çünkü kişi, sevdiğiyle beraberdir.


-Münir Derman neden çok az kişiye velayet dersi vermiş, neden dergâh kurup sufi yetiştirmemiş?


Münir Derman’ın vazifesi ricalül gayp hizmetiyle ilgili… Dergâh kurup sufi yetiştirmek, Münir Dermanın asli görevi değil… Bundan dolayıdır ki yaşamı boyunca ricalül gayp Kırklar evliyası olarak vazife yapmış… Çünkü bu, onun asli görevi… İki elin parmak sayısını geçmeyecek sayıda, tarikat dersi verdiği kimseler var. Dergâh kurup sufi yetiştirmemesinin gerekçesi böyle…


-Münir Derman, neden yer yer tarikat geleneği içindeki kimi şeyhlere çatmaktadır?


Kahır çoğunlukla tarikatların başındaki zatlar, hakiki mürşit değiller. Sarık, cübbe, sürme, kıyafetleriyle evliya; kalpleriyle sufi bile değiller. Saltanat sürüyorlar. Kırklar evliyası Münir Derman, onların gerçek mürşit olmadıklarını aynel yakin, hakkel yakin görüyor. Böylesi zümreler, bolca kitap yazıyorlar. Nefis mertebelerini anlatıyorlar. Velayet makamlarından, fenadan, bekadan söz ediyorlar. Ancak bütün bunlardan kendileri bi-haberler. Münir Derman’a böylesi kimseler, komik geliyor. Münir Derman, böylesi kimselerin haline gülüyor ve haklı olarak da kendilerine çatıyor. Bu, olması gereken bir sonuç… Gayet yerinde ve doğal bir tepkidir. Bu, sözde mürşitlerin velilik unvanları da uçarı… Kutup, kutbul aktap, sahibül zaman, seydam seydam gavs seydam gibi… Hâlbuki ortada ne kutup var ne de gavs… Mürşit olmak şöyle dursun; benlik, kibir, sahtelik, yalan dolan kendilerinde egemen olduğu için Cehenneme dökülmeleri an meselesi… Kendi imanlarını kurtarabilirlerse çok iyi… Münir Derman hakiki mürşitlere, evliyalara çatmıyor; sahtelere çatıyor. İkisi birbirinden çok farklı şey…


Münir Derman sahte şeyhler ve onların peşlerine takılanlar için şöyle diyor:


“Bu asırda, dünya münafık ve sahtekârlarla dolu… Dikkat et! Sana senden içeri olan o, “Ben” gösterendir. Lâf ile olmaz. İlmel yakîn Aynel yakîn Hakkal yakîn Sırrel yakîn lâkırdıları var ya… İşte onları sana gösterendir hakiki mürşit… Lâfla değil… Söylerler, bağırırlar, haykırırlar. Kitap yazarlar. Tarikat, marifet, hakikat, hâlâ bağırıyorlar… Amma bunlar nedir, ne bilen var, ne gören ne de fayda bulan… Gülerim bu gibi zavallılara… “Sen biliyor musun efendi?” dersen: “Bundan şüphen mi var be salak!” derler. Bu lafları, dillerinde geveleyen binlerce var... Her mahallede, her kesitte... Koş peşine! Öp elini! Uğraş beyhude! Ona ev al! Kavurma, yağ götür! Para ver! Ne yaptığının farkında mısın, zavallı yaratık?”


-Münir Derman’ın hayvanlarla konuştuğu, onların lisanlarını bildiği doğru mu?


Tabii ki doğru… Münir Derman’ın hayvanlarla konuşmasında şaşılacak ne var? Hayvanlardan daha da aşağı olan kişilerle konuşuyor da hayvanlarla konuşması mı tuhaf oluyor? Yalnızca hayvanlarla değil, bitkilerle de konuşmuş… Ricalül gayp Kırklar evliyalarının Allah’ın izniyle hayvanlarla, bitkilerle konuşmaları son derece doğal bir şey… Kafesteki aslanla, horozla, kediyle konuşmaları “Allah Dostu Der Ki” eserinde mevcut… Münir Derman’ın hayvanların, bitkilerin lisanını bilip kendileriyle konuştuğu, kuşkuya yer olmayan somut bir gerçeklik…


-Sizce Münir Derman’a, yaşadığı zaman diliminde, hak ettiği değer verilmiş midir?


Hayır. Yaşadığı dönemde, Münir Derman’ın kesinlikle değeri bilinmemiş… Kendisini anlayamamışlar. Anladıklarındaysa iş işten geçmiş. Halk neye bakar? Cübbeye sarığa… Sonra neye bakar? Bıyığa, sakala… Her ikisi de Münir Derman’da yok… Ricalül gayp velileri ne dışlarıyla (sarık, cübbe, bıyık, sakal); ne de içleriyle (velayet sırlarıyla) halka görünürler. Bundan dolayıdır ki yaşadığı zaman diliminde kendisini anlayamamışlar, anladıklarındaysa iş işten geçmiş… Yaşadıkları zaman diliminde, ricalül gayp velilerinin değerlerinin bilinmemesi, ricalül gayp velilerin adeta bir alınyazısı… Bu neden böyle olur? Çünkü manevi derinliklerini saklar, halka yansıtmazlar. Bundan dolayı da halk, onları sıradan bir kimse olarak görür…


-Dünya kurulalı beri pek çok Kırklar evliyası gelip geçmiş, Münir Derman’ı bunlardan farklı kılan nedir?


Soruda ön gördüğünüz gibi dünya kurulalı beri nice ricalül gayp Kırklar velisi gelip geçmiş… Ancak ilahi ruhsatla meydana çıkıp da Kırklardan olduklarını söyleyen veliler azlardan da az… Örneğin Münir Derman’ın yaşadığı zaman diliminde, kendinden başka 39 kişi daha ricalül gayp Kırklar velisi… Münir Derman, kendisiyle aynı zaman diliminde yaşayan ricalül gayp Kırklar velilerinin yaşadıkları ülkelere göre sayılarını şöyle açıklıyor.


“Türkiye’de 3 kişi vardır Kırklardan… 3 Suriye, 3 Mısır, 4 Irak, 7 Medine, 6 Mekke, 2 İspanya, 2 Hindistan, 1 Kafkasya, 1 Solomon adaları, 1 Cava, 1 Çin, 1 Güney Afrika, 1 Güney Amerika, 4 tanesinin de yeri söylenemez… Bunların yerleri icabında derhal değişir…” Münir Derman’la birlikte toplam 40 ricalül gayp Kırklar velisi yapıyor. Bunlar kimlerdir? Münir Derman dışında, hiçbirinin adı sanı belli değil… Ne ses kayıtları var ne de kitapları… Tanınmadan vazife yapıp bu dünyadan göçüp gitmişler… Tıpkı kendilerinden önceki ricalül gayp Kırklar velileri gibi…


Münir Derman’ı diğer Kırklardan farklı kılan şey, Kırklardan olduğunu söylemiş olmasıdır. Ortada yüzü aşkın sohbet videosu var. "Allah Dostu Der ki" , "Su" adlı eserleri var… Bu eserlerde anlatılanlar, salt akılla söylenmiş sözler değil… Kalp gözüyle görülen, gönülden dökülen, dâhi bir insanın gönül imbiğinde damıtılmış esrarlı sözlerdir. Tüm bu ruhani deneyimler, birikimler, duygulanımlar sonucunda bahse konu eserlerindeki yazılar ortaya çıkmış. Sohbetleri de öyle…


Münir Derman’ın eserleri; oldukça düşündürücüdür, kolay kolay kendilerini ele vermeyen, simgesel, bolca kapalı anlatımlar var. Bunları anlamak, benim diyen her insanın da harcı değil…


Bizce, hiçbir ricalül gayp Kırklar velisi, Münir Derman’ın yazdığı "Allah Dostu Der ki", "Su" gibi eserleri yazamaz. Bundan dolayıdır ki Münir Derman, “Yazılmamış sırların ilki, yazılacak sırların sonuncusu.” deyip son noktayı koymuş. Söz konusu eserler, çok yüksek bir dehanın ürünüdür ve anıt eser niteliğindedir. Bu yapıtlar; her çağda okur bulacak, dünya durdukça da ilgiyle incelenecektir. Münir Derman’ın eserleri, sohbetleri, devasa manevi esrarları bünyelerinde barındırmakta…


Dünyaya, bir daha Münir Derman gibi bir ricalül gayp Kırklar evliyası gelmez… Altı lisanı ana dili gibi biliyor… Beş üniversite bitirmiş. Türkiye’de, bir hastanın kopan ayağını yerine diken ilk cerrah… Normal bir zekâya sahip birisinden değil; kesinlikle dahi olan bir Kırklar velisinden söz ediyoruz… Münir Derman bir dâhidir… "Allah Dostu Der Ki" adlı efsane eserlerini, sohbetlerini insanlığa miras bırakmış. Bu kitapta yazılanlar, ne daha önce yazılmış ne de daha sonra yazılacak türden…  Bundan dolayıdır ki Münir Derman, söz konusu eserleri için haklı olarak şöyle diyor: “Yazılmamış sırların ilki, yazılacak sırların sonu…” Düşünüp anlayabilen kimseler için Münir Derman’ın bu sözü kâfidir. Bu bağlamda, başka bir söze hacet yok…


-Tarikat caddesinde veliler yer yer birbirleriyle çekişiyorlar. Hatta manevi olarak birbirlerini vuran bolca veli örneği tarihte mevcut. Ricalül gayp velayetinde ise tam tersi bir durum söz konusu… Ricalül gayp velileri; kesinlikle birbirlerini kolluyorlar, birbirlerini candan sevip dayanışıyorlar. Arkadaşlarına zarar gelmesin diye, kendilerini feda eden ricalül gayp velileri dahi var… Bütün bunlar, nasıl izah edilebilir?


Belgesellerde aslanları görmüşsünüzdür… Aslan, belli bir coğrafi bölgeye kokusunu bırakır. Ara sıra da kokusunu bıraktığı bölgeyi gezinip kontrol eder. Şayet kendisine ait olan bölgeye herhangi bir yabancı aslan girmişse onunla savaşır. Ya o aslanı çıkarır ya da eşini yavrularını o aslana teslim edip oradan uzaklaşır. Benzer durum, tarikat velayetinde de kesinlikle aynı… Bir veli, kendi ilinden başka bir şehre gitse o şehrin velileri, kendisine manevi olarak saldırırlar. Bu, kaçınılmaz sondur.


Tarikatların kendi içinde de, kartalların dünyaya getirdikleri yavruların birbirleriyle savaşma kuralı geçerli… Kartal kuluçkaya yatar. Üç dört civciv çıkarır. Onları, ayrımsız olarak besler. Civcivler, birbirlerini öldürmeye çalışırlar; kartallar da bu durumu uzaktan izlemekle yetinirler. Kesinlikle onlara müdahale etmezler. Güçlü olan civcivler zayıf olanları öldürüp yuvadan atarlar. Geriye güçlü ve sağlam kartal yavruları kalır. Tarikatın kendi içinde, velayet konağına yaklaşan kimi sufiler, manen birbirlerini vurmaya çalışırlar. Tıpkı kartal yavruları gibi… Hangisi güçlü ise o kalır, diğeri eğitim zayiatı… Kıskançlık, haset, çekemezlik, velilerden alınmış değil… Bir bakarsınız, uzak bir ülkeden herhangi bir veli, asimetrik olarak, diğer tarikattaki bir veliye manen saldırmaya başlamış… Hangisi güçlüyse o kazanıyor. Bu saldıran, bir veli de olabilir, bir meczup da… Tarikat caddesi, asimetrik saldırılarla dolu bir dünya… Güçlü olan kalır, zayıf olan kaybeder…


Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerini Bağdat’a sokmamak için bütün Bağdat evliyalarının birleşerek sınırda nöbet tutmaları buna iyi bir örnek… Mevlana Hazretlerinin mürşidi Şems’in kıskanç sufilerce bıçaklanıp öldürülmesi ve su kuyusuna atılması bunun bir başka örneği… Böyle olmasa iyi olmaz mı? Tabii ki iyi olur; ancak maalesef tarikat velayetinde işler böyle yürüyor…


Ricalül gaypların velayet caddesinde ise tarikatların tam tersi bir durum söz konusu… Ricalül gayp velileri, hangi sınıftan olurlarsa olsunlar, birbirlerini büyük bir aşkla, tutkuyla sever, dayanışır ve kollarlar… Birbirleriyle kesinlikle onur duyarlar. İster aynı zaman diliminde yaşasınlar; isterlerse yüz yıl önce ölüp gitmiş bir ricalül gayp velisi olsun değişen hiçbir şey olmaz… Sevgi, aşk, tutku, bağlılık ve birbirleriyle onur duyma kesinlikle süregider.


Ricalül gayp velilerinin manevi olarak vurma yetkileri var. Diyelim ki sosyal hayatta bir ricalül gayp velisine, herhangi bir kimse, izzet, şeref ve haysiyetiyle oynayacak bir saygısızlık yaptı. Bu veli de İstanbul’da yaşıyor olsun. Kendisine saygısızlık yapılan veli, onlara hiçbir şey yapmayıp sabrediyorsa bir bakmışsınız Pakistan’dan bir ricalül gayp velisi; onur, izzet, şerefiyle oynanan İstanbul’daki ricalül gayp velisinin onuruyla oynayanları manevi olarak vurup perişan etmiş. Şayet o an, manevi olarak vurmaya ruhsat çıkmamışsa, yıllar sonra da olsa onların hakkından mutlaka bir ricalül gayp velisi gelir. Ricalül gayplar, kesinlikle çalışma arkadaşlarının düşmanlarını bir kenara not ederler. İsterse aradan otuz yıl geçsin, önünde sonunda onları vururlar. Ricalül gayp velileri; son derece tehlikeli bir topluluk… Onlarla savaşanlar, evliya da olsalar darmadağın olurlar. Çünkü ricalül gayp velilerinde, Rabbani bir güç ve kuvvet vardır. Ricalül gayp velileriyle baş etmek olanaksız… İsterse karşılarındaki zat evliya olsun, değişen hiçbir şey olmaz…


Ricalül gayp velileri, arkadaşlarına zarar gelmemesi için kendilerini feda ederler. Bu, ricalül gayp velilerinin en ayrıcalıklı özellikleri… Ricalül gayp adamlarına düşman olan kimselere, imanla bu dünyadan göçüp gitmek zor nasip olur. Ricalül gayp velayet caddesinde işler böyle yürüyor.


-Münir Derman neden halkla kaynaşmaktansa halkın içinde uzlete çekilip kırlarda, ıssız sokaklarda, dağlarda yalnız başına dolaşmayı yeğlemiş. Kendini çok sevenlerin kalbinde yer tutmak için neden uğraş vermemiş?


Münir Derman’ı anlayabilmek için, ricalül gaypların karakter özelliklerini bilmek gerekir. Şunu söylemek istiyorum: Ricalül gayp velilerinde Allah vergisi çok keskin bir feraset olur. Bir saniyelik keskin bir bakışla, karşılarındaki insanları olduğu gibi algılarlar. İkiyüzlü mü, yapmacık biri mi, güvenilir bir insan mı, samimi mi, velayet sırlarını anlayacak bir kapasiteye sahip mi, dünyanın kulu mu? Ve benzeri… Her şey sadece bir saniyede olup biter. Ricalül gayp velilerinde iman nuru velayeti olduğundan, onların keskin nazarlarından kurtulmak kesinlikle olanaksız… Bütün ricalül gayp velileri; içten, samimi, dürüst ve yardımsever kimselerdir. Sorun; ricalül gayp velilerinde değil, karşılarındaki insanlarda… Temiz kalpli, doğru sözlü, fedakâr, merhametli, içten, gönülden seven samimi bir insanın dostluğunu asla geri çevirmezler. Ancak onları kesinlikle sınarlar. Örneğin sosyal hayatta, candan sevip saydıkları bir arkadaşları olsun… Onları arar sorarlar, yanlarına gidip gelirler. Sevginin elli tonuyla kendisini severler. Bu, yıllarca böyle sürüp gider. Bir bakmışsınız, o kimseyi can alıcı bir noktasından sınamışlar… Şayet sınanan kişi, vurdumduymaz, ilgisiz, umarsız bir tavır sergilemişse (ki büyük oranda öyle olur) onun bir anda defterini dürüp kendisine sırt çevirirler. Onu ne arar ne de sorarlar, kalplerinden silerler. Karşılarındaki kişiye de hiçbir şekilde açıklama yapmazlar. Yani sen, şöyle şöyle yaptın da bundan dolayı senden uzaklaştık gibi… Ricalül gayp velileri, böylesi kimseleri kendileriyle baş başa bırakır,  umursamazlar, ve unuturlar.


Ricalül gayp velileri, kendilerini aşırı derecede seven kimselerden de hoşlanmazlar, genellikle böylesi kimselerden uzaklaşırlar. Kendilerini hiç tanımayan çevrelere yönelirler. Bu neden böyle olur? Çünkü hiçbir ricalül gayp velisini gösteremezsiniz ki ben evliyayım, veliyim, erenlerdenim demiş olsun… Kendilerini sıradan, hiçbir ayrıcalığı olmayan dümdüz bir kul olarak görürler. Ricalül gayp velileri, insanların kalplerinde yer edinmek için uğraş veren bir topluluk değil… Kalplerde yer edinip sevilmek, baştacı edilmek, parmakla gösterilmek medreselerdeki kimi mollaların, tarikatlardaki kimi velilerin işi… Ricalül gayp velileri, kalplerde taht kurmak için kesinlikle uğraşmazlar, onların karakteristik özellikleri böyle…


Ricalül gayp velileri; kırlarda, dağlarda, ıssız bahçelerde yalnız başlarına dolaşmaktan hoşlanırlar. Issız ve sessiz yerler. Böylesi anlarda, Âlemlerin Rabbi olan Allah kendilerine yakın olur. Ağaçlar, dağlar, çiçekler, arılar kısaca bütün kâinat kendi lisansız lisanlarıyla onların kalbine Allah’ın yüce yaratma kudretini fısıldarlar. Böylesi anlarda; Allah aşkının elli tonu kendilerini kuşatır. İlahi aşktan sarhoş olup adeta kendilerinden geçerler. Kâinatta Allah’ın yüce esmasının kudretini tefekkür ederler. Ve buna benzer daha binlerce şey…


Bizler kırlarda dağlarda nasıl gezeriz? “Ah, ne kadar havadar bir dağ yamacı bu böyle… Mis gibi… Keşke buraya bir villa yapabilsek… Ah, ne kadar güzel bir pınar… Keşke, eşim ve çocuklar da yanımda olsalardı, onlarla ızgarada et pişirip yeseydik… Ah, her tarafta binbir türlü çiçek açmış… Keşke sevgilim de yanımda olsaydı, el ele tutuşup gezseydik…” Ve buna benzer daha yüzlerce şey…


Münir Derman’ın halkla kaynaşmaktansa halkın içinde uzlete çekilip kırlarda, sokaklarda, dağlarda yalnız başına dolaşmasının nedenini hâlâ anlayamadın mı?!


-Münir Derman bir sohbetinde şöyle diyor: “Kırklar yekdiğerleriyle izni ilahi ile kendi telsizleriyle her an konuşabilirler… Yekdiğerlerini her an görebilirler… Mekân, Lamekânı setreden bir perdedir. Perdeyi kaldırdığın zaman mesafeler yok olur… Çok tuhaf söylüyoruz; cidden tuhaftır… Bu kelime gafletin ta kendisidir. Size tuhaftır, fakat asıl hakikat budur…” diyor. Kırklar farklı milletlerden olduklarına göre ana dillerinin de doğal olarak farklı olması gerekir. Öyleyse birbirleriyle nasıl iletişim kurabiliyorlar? Konuştukları telsiz somut mu, mecazi mi? Bu telsiz gözle görülebilir mi?


Cenabı Hakk Kırklara, iletişim için manevi telsiz verir. O telsiz aracılığıyla, kesintisiz olarak ve şeytanların dahli olmaksızın birbirleriyle iletişim kurarlar. Bu telsiz, soyuttur, gözle görülmez. Kırklar, lamekâna (soyut evrenlere) geçince, bu mekânda somut, dünyada ise soyut olurlar. Yani gözle görülüp elle tutulamazlar, gözden kaybolurlar. Kırkların lamekânda da dünyada da telsizleri soyuttur, dünya gözüyle o telsizleri görmek olası değil. Kırklar lamekâna geçince, mesafeler ortadan kalkar. Mesafe, dünyaya özgü...


Kırkların İlahi bir takdirle, farklı milletlerden seçildikleri yadsınmaz bir gerçekliktir. Burada şöylesi bir sual hatıra gelebilir: “Birbirlerini nasıl anlıyorlar, ana dilleri farklı değil mi? Kırklar söz konusu telsizle kendi ana dilleriyle konuşurlar. Bu konuşma, karşıdakinin ana diliyle kendisine yansır. Bir bakıma dil çevirisi gibi… Böylece, hiçbir sorun olmadan iletişim gerçekleşir…


-Kırklar, la-mekâna geçince, somut herhangi bir nesnenin içinden geçebilirler mi?


Evet, geçerler. O anda, dünyadaki tüm somut nesneler, soyut olur. Taş duvar, demir kapı, kısaca somut olan her obje, la-mekâna geçen Kırklar için soyut…


-Bayanlardan neden ricalül gayp velisi yoktur; bayanlar, ricalül gayplar içine giremezler mi?


Bayanlardan peygamber olmaz, şeyh de olmaz… Ancak bayanlardan ricalül gayp olmadığı kesinlikle doğru değildir. Çünkü bayanlardan da  ricalül gayp var. Ricalül gayp olan bayanların, erkeklerden farklı yanı şudur: La-mekânda, çok parlak, ipeksi siyah çarşaf giyerler, yüzleri de ipeksi siyah bir peçeyle örtülüdür. Kırkların içine girmiş olan bolca bayan var. Üçler içinde,  bayan yoktur. Yediler içinde de  bayan yoktur. Kırklar ve diğer ricalül gayp grupları içinde, çok fazla bayan var. Ancak tümünün de yüzleri peçelidir. Bu bayanların kim olduklarını kesinlikle öğrenemezsiniz. Çünkü Allah’ın muradı böyle…


-Röportaj için çok teşekkürler. Bizim aracılığımızla Site okurlarına iletmek istediğiniz bir şeyler var mı?


Röportaj boyunca söylediklerimizin en doğrusunu; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir, der; şayet sözlerimizde herhangi bir hata olmuşsa; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan bağışlanma dileriz…


Âlemlerin Rabi olan Allah; Site çalışanlarını, yazarlarını, iki cihanda da aziz kılsın... Ricalül gayp velilerini gönülden seven Müminlere ve Site okurlarına selam olsun… Sitenize, özgün yayın hayatında başarılar diliyorum.


Bu röportaj, Site Editörü tarafından, 2022 Şubat’ta, Kanada’da, Ferhat Saul Aaron’la yapılmıştır.


Hizirlayolculuk.com

bottom of page