Hıdır Aleyhi Selam Söyleşisi
“Bütüncül olarak Hıdır aleyhi selamla ilgili yazılacak sırların ilki; yazılacak sırların sonuncusu...” Ferhat Saul Aaron
Hıdır aleyhi selamın uyruğuna yönelik çok değişik çıkarımlar var. İslam âlimleri, Hıdır aleyhi selamın nereli olduğuna yönelik, ortak bir kanıya sahip değiller. İsrailoğullarından olduğunu söyleyen İslam âlimleri dahi var. Hıdır aleyhi selam, nerelidir? Hangi çağda yaşamıştır?
Hıdır aleyhi selam, İsrailoğullarından değildir. Aslen Yemenlidir. Yemen’in Seba köyündendir. Bu, kesindir ve nettir. Hazreti İbrahim aleyhi selamın üstün soyundan gelmektedir, Hazreti İbrahim’in kavmindendir.
Hıdır aleyhi selam, İlyas aleyhi selam ve İbrahim aleyhi selam ile aynı zaman diliminde yaşamıştır. İbrahim aleyhi selam ateşe atıldığında; Hıdır aleyhi selam, henüz yedi- sekiz yaşlarında bir çocuktur…
Hıdır aleyhi selam bir melek mi, ruhani mi, evliya mı, peygamber midir?
Hıdır aleyhi selam; melek ya da ruhani bir varlık değildir. Kendisi, Allah’ın kullarından bir kuldur. Pek çok İslam âlimi, Hıdır aleyhi selamın bir melek ya da evliya olabileceğini ön görmüş… Gerekçeleri ise tarihî kaynaklarda, herhangi bir kavme peygamber olarak gönderildiğine dair bir kanıtın, belgenin olmaması…
Hıdır aleyhi selam; bir melek ya da evliya değildir. Bir peygamberdir. Âlemlerdeki nizamı sağlamakla görevlidir. Yani, yalnızca dünya hayatında değil, dünya dışı âlemlerde de görev yapmaktadır. Pek çok İslam âlimi; yaratılan on sekiz bin âlemden söz etmekte... On sekiz bin âlem bir çıkarımdır, bir bakış açısıdır; ama bu doğru değildir...
Yüce Mevla; âlemlerin Rabbidir. Yaratılan âlemler, sayısal değerle ifade edilip sınırlandırılamaz. Çünkü kudreti sonsuz olan Mevla, sayısız âlemler yaratmıştır. Allah’ın yüce yaratma kudreti, on sekiz bin âlemle sınırlı değildir. Hıdır aleyhi selam; sayısını yalnızca Allah’ın hakkıyla bildiği diğer âlemlerde de görev yapmaktadır.
Bütün senalar, şükürler yalnızca Âlemlerin Rabi olan Allah’adır… Yaratılan âlemler, O’nun eşsiz kudretinden yansımalardır. Allah’ın yaratma kudretinde, hiçbir sınır yoktur. Yaratılan âlemler, akılla kavranamaz. Buna iman etmek gerekir. Kur’an-ı Kerimde, âlemlerin sayısı bildirilmemiş…
Âlemler olarak verilmiştir: “Hamd, âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur.” (Son Ahit Kur’an-ı Kerim, Fatiha suresi, 2. ayet)
Hıdır aleyhi selamın gerçek adının Melkan, babasının adının da Belya olduğu İslam âlimleri tarafından kabul edilir. Hıdır aleyhi selamın adı Melkan mıdır? Anne- babasının ismi nedir?
Halk arasında Hızır olarak adlandırılan Hıdır aleyhi selamın adı Belya değildir. Hıdır’dır. Babasının adı Melkan değil, Haris’tir. Annesinin adı ise Safiye’dir. Bu, nettir ve kesindir.
Hızır aleyhi selamın babası Haris; İlyas aleyhi selamın oğludur. Hıdır aleyhi selamın babası olan Haris’in annesi, Habibe’dir. Habibe, İlyas aleyhi selamın eşidir. Hıdır aleyhi selamın da babaannesidir. Böyle…
Hıdır ve İlyas aleyhi selamın adı neden birlikte anılıyor? Hıdır ve İlyas aleyhi selam hâlâ yaşıyor mu?
İlyas ve Hıdır aleyhi selam ölmediler. Hâlâ yaşıyorlar. Yani her canlı gibi ölümü tatmış değiller. Ancak, kendileri ölümsüz de değiller... Onlar da her canlı gibi bir gün ölümü tadacaklar…
Hıdır ve İlyas aleyhi selam ikinci hayat mertebesinde yaşam sürmekte... İkinci hayat mertebesi, dünya coğrafyasında olan bir yer değildir. Burada, yaşam sürmek için yeme- içme zorunluluğu yoktur. İsterlerse yer içerler, istemezlerse yiyip içmezler. Yani ruh makamında yaşarlar...
Diğer bir söylemle ikinci hayat mertebesi, ruh makamında olan bir hayat mertebesidir. Burada yaşayanlar istedikleri zaman, istedikleri şekilde, sayısız yerlerde bulunabilirler. İstedikleri cismin ya da kişinin şeklini alabilirler… Sonra da şeklini aldıkları cisimden yana ne olması gerekiyorsa işte o olur…
İlyas aleyhi selam da Hıdır aleyhi selam gibi pek çok iş yapmaktadır. Çoğunlukla, torunu Hıdır ile birlikte hareket etmektedir… İlyas aleyhi selam, kesinlikle kendini tanıtıp konuşmaz. Hıdır aleyhi selam ise gerektiğinde kendini tanıtır ve konuşur. İlyas aleyhi selam, hep sırdadır. Âlemlerin Rabi olan Allah her iki peygambere de pek çok görev vermiş… O görevleri ne ise işte onları yapmaktalar…
Pek çok İslam âlimi, Ankebût Suresinin / 57.ayetini delil gösterip “Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.” Hızır aleyhi selamın hayatta olmadığını ön görüyorlar… Şayet, Hıdır aleyhi selam bugün hayatta olsaydı, on bin yaşını aşmış olması gerekirdi. Bu ise mümkün değildir, diyorlar… Hıdır aleyhi selamın öldüğünü savunuyorlar. Hıdır aleyhi selam yaşıyor mu? Yaşı için ne söylenebilir? Bu konuda sizin düşünceniz nedir?
Gerçeğin bir parçasını görmek, gerçeğin bütününü görmekle aynı şey değildir. Gerçek, kendi koşulları içinde değerlendirildiği sürece bir anlam ifade eder…
İslam âlimleri, Hıdır aleyhi selamı, dünya hayatının koşulları içinde değerlendirerek bu kanıya varıyorlar. Sorun da burada… Oysa Hıdır aleyhi selam, İslam âlimlerinin ön gördüğü gibi dünya hayatında yaşam sürmüyor. İkinci hayat mertebesinde ve ruh makamında yaşıyor.
Şayet, şimdi desem ki Hıdır aleyhi selam kırk beşli yaşlardadır. Dünyada yer yerinden oynar... Muhtemelen şöylesi itirazlar yükselir: “Allah, sahibine sabırlar versin. Hiç kuşku yok ki delirmiş… İbrahim aleyhi selamdan bu yana neredeyse elli bin yılı aşkın zaman geçmiş. Bize diyor ki Hıdır aleyhi selam kırk beşli yaşlarda... Bu adam, bizim aklımızla alay ediyor, bu adam kesinlikle sapıtmış…”
Şayet, gerçekliğe onlar gibi baksaydım, ben de kendilerinden farklı şeyler düşünmezdim.
Ama gerçeklik, kimi İslam âlimlerinin baktığından daha farklı… Bizce Hıdır aleyhi selam, İbrahim aleyhi selamdan bu yana kırk beşli yaşlardadır. Çünkü ikinci hayat mertebesinde “zaman” kavramı, dünya hayatındaki zaman akışından tümüyle farklıdır. Burada, ruh makamında bir yaşam var ve bu hayat mertebesinde, yeme-içme olmadığı gibi yaşlanma da söz konusu değildir. Çünkü İkinci hayat mertebesinde zaman, dünyadakinden farklı akar…
Bir örnekle somutlayalım. Varsayalım ki Hıdır aleyhi selam cennete gitti ve orada yedi gün kaldı. Sonra da dünyaya döndü. Aradan tam yetmiş bin yıl geçmiş olur. Çünkü cennetin bir günü, dünyanın bin yılına denktir… Ki bunu yapar ve yapmaktadır da…
Burada şöyle diyemezsiniz: “Hıdır aleyhi selam yetmiş bin yaşındadır.”
Şayet, beş milyar yıl önce ölmüş olan yedi yaşındaki bir çocuk, Allah tarafından diriltilip de bugünkü dünya hayatına getirilseydi yine yedi yaşında olurdu. Yani beş milyar yaşında olmazdı. Çünkü berzah hayatındaki zaman, kıyamete kadar ölüm anındaki yaşı kapsar ve sabittir. Yaşlanma söz konusu değildir. Hangi yaşta ölünmüşse hep o yaşta kalınır. Ergen olmadan ölen çocuklar, masumdur, tümü de cennetliktir. Hep o yaşta kalırlar, büyümezler. Kıyametten sonra dahi, cennet hayatında sonsuza kadar hep çocuk kalırlar…
Ergen olduktan sonra ölen yetişkinlerse hangi yaşta ölürlerse ölmüş olsunlar, cennet hayatında sonsuza kadar otuzlu yaşlarda bir genç olarak kalırlar. Çünkü berzahta, cennette, yaşlanma söz konusu değildir. Hıdır ve İlyas aleyhi selamın bulunduğu ikinci hayat mertebesinde de durum aynen böyledir. Yani, Berzahta cennette olduğu gibi ikinci hayat mertebesinde de ruh makamında hayat var ve kesinlikle yaşlanma söz konusu değil. Yaşlanmak, dünya hayatına özgüdür. Hıdır aleyhi selam şu an, kırk beşli yaşlardadır… İkinci hayat mertebesindedir ve hâlâ yaşamaktadır…
Kur’an-ı kerimin Kehf suresinde, Hıdır aleyhi selamın ismi neden verilmiyor? Diğer peygamberlerin Kur’an-ı kerimde isimleri zikredilmesine karşın neden yalnızca Hıdır aleyhi selamın ismi söylenmiyor? İsim verilmeme hadisesi yalnızca Hıdır aleyhi selamı mı ilgilendiriyor? Bu ayetin Muhammed ümmetine bakan yönü var mı?
Kur’an-ı kerim Allah kelamıdır. Ayetlerin tümü baştan sona mucizedir. Kur’an-ı kerimde zikredilen olaylar yalnızca ismi zikredilenlerle sınırlı değildir. Bütün ayetlerin, zahirden batına doğru evrilen anlam derinliği vardır. Kuran ayetlerinin batın anlam katmanları hakikate, oradan da ledün ilminin sonsuzluğuna açılır. Kur’an-ı kerimdeki ayetlerin hem zahiri hem de batınî olarak anlam derinliği var. Kur’an’da anlatılan olaylar ismi zikredilenlerle sınırlı değildir; Kuran, bütün âlemlere seslenip mesaj verir.
Soruda ön görüldüğü gibi Kur’an-ı kerimde ismi verilmeyen bir Hıdır aleyhi selamla karşı karşıyayız. İsmi verilmediği gibi melek mi, ruhani mi, evliya mı, peygamber mi olduğu dahi belirtilmiyor. Yalnızca “kullarımızdan bir kul” denmekle yetiniliyor.
“Derken, kullarımızdan birini buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik.” (Son Ahit, Kur’an- kerim, Kehf suresi 65.ayet)
Bu ayette zikredilen kullardan kulun özellikleri şunlardır: Kullardan bir kuldur. ( ismi belirsiz), Allah, kendisine katından bir rahmet vermiştir. Allah, kendi nezdindeki ledün ilminden bir ilim öğretmiştir.
Bu ayet, yalnızca Hıdır aleyhi selamın şahsını ilgilendirmiyor. Bu ayette, kendilerine ledün ilmi verilen ve tasavvufî dünyada rical’ül gayb adamları olarak adlandırılan gizemli veliler topluluğuna da işaret var. Özellikle de halk arasında Yediler diye adlandırılan ricalül gayb adamlarına…
İsterseniz bu ayetti yediler üzerinden biraz açalım. Hıdır aleyhi selam, İbrahim aleyhi selam neslindendir ve onun kavmindendir. Ricalül gayb adamlarının içinde, yediler olarak adlandırılan velilerin tümü soy bağı olarak hep İbrahim aleyhi selama ulaşır… Kendileri bilse de bilmese de bütün yediler, İbrahim aleyhi selamın soyundan gelirler. Diğer bir söylemle, soyu İbrahim aleyhi selamdan gelmeyen kişiler, yedilerden olamazlar, yediler arasına giremezler.
“Derken, kullarımızdan bir kulu buldular.” Ayetinde Hıdır aleyhi selama ve onun şahsında rical’ül gayb velilerinden yedilere işaret var. Yediler, Hıdır aleyhi selam meşreplidirler. Hıdır aleyhi selam kendini tanıtmadıkça hiç kimse onun Hıdır aleyhi selam olduğunu bilemez. Aynı şey yediler için de geçerlidir. Şu tarih itibarıyla dünyada İbrahim aleyhi selam neslinden gelen yediler mevcuttur. Tam yedi kişiler, ne bir eksik ne de bir fazla... Bunlar kimler? Gören işiten var mı? Yok… Ama varlar. Biz tanıyıp bilmiyoruz diye onlar yok değiller… Hıdır aleyhi selamın ayette adı verilmiyor. Bu ayet; kıyamete kadar gelecek olan yedilerin gizli olacağına, herkesin onları tanıyamayacağına, adlarının bilinemeyeceğine gaybî bir işarettir.
Âlemlerin Rabbi olan Allah, İbrahim neslinden gelenler kişiler içinden yedilere girecekleri seçer. Bunları Hıdır aleyhi selama bildirir. Hıdır aleyhi selam rüya yollu ya da açıkça kendilerine görünür. Yedi kat çizgiyle işaretlenmiş olan bir bardaktan, kendilerine, ilahî bir sır olan şerbetten içirir. Bu şerbetten içmeyen, kesinlikle yediler içerisine giremezler.
Neden bu şerbeti içerler? Bu şerbetin sırrı nedir? Bu şerbetti içmeyen niçin yediler arasına giremez?, diye sual edilecek olursa… Bunun pek çok nedeni olduğunu söyleyebiliriz.
Derseniz ki halk arasında falanca filanca efendi yedilerdendir, yedilerden olduğunu da açıkça söylemektedir ve dolayısıyla herkes tarafından da tanınmaktadır. Bu, isimlerinin bilinmemesini ön gördüren ve yedilere atıf olduğu belirtilen ayetin sırrına aykırı değil midir?
Tabii ki değildir. Hıdır aleyhi selam dahi ruhsata göre yer yer kendini tanıtmaktadır. Aynı durum yediler için de geçerlidir. Hiçbir dönemde, yedilerden olan ricalül gayp velilerinin adlarını kesinlikle bilemezsiniz. İkisini, üçünü tanırsınız, gerisini bilemezsiniz. Yedisinin birden adını sayamazsınız. Bu kesindir. Yedilerin silsilesi vardır. Bu silsile, ilahi bir sırdır. Tıpkı tayy-ı zaman elbisesi, ism-i azam mührü gibi yedilerin silsilesi de ilahi bir sırdır. Yedilerin silsilesi, yedilerin reisinde bulunur. Şayet yedilerin reisi ölürse gayp âleminden gelip o emanetleri alırlar…
Burada şöylesi bir sual hatıra gelebilir: Hıdır aleyhi selamın yediler içerisine girecek olan kişilere içirdiği şerbetin sırrı nedir? Bu şerbet dünyaya mı aittir? O şerbet neden içirilir?
Bu şerbet tabii ki de limonata ya da gül şerbeti değildir. Dünyaya dahi ait değildir. Şerbet, cennetten gelmedir. Bu şerbetin, belki yüzlerce sırrı var.
Bu sırlardan birkaçını söyleyelim:
Şerbeti içen kişilerin nefislerine ait kötü sıfatlar ortadan kalkar, nefisleri mutmain olur. Yedilerin içerisine girişleri kabul edilir. Cinlerin ve şeytanların hilesine ve vesvese yollu aldatmasına engel teşkil edecek bir sır açığa çıkar, gayp âlemlerini net ve kusursuz bir şekilde görüp anlama kudretine sahip olurlar. Allah aşkıyla yanarlar ve Allah aşkını kaldırabilecek kudrete sahip olurlar. Buna benzer daha yüzlerce sır…
“…katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik.” Bu ayette iki unsur ön plana çıkar: Katından bir rahmet verme ve nezdinden bir ilim öğretme.
Yedileri, Âlemlerin Rabbi olan Allah seçer. Ve Allah, İbrahim aleyhi selamın neslinden gelecek olan yedileri kusursuz bir düzen ve sayıyla yaratır.
Allah, Hıdır aleyhi selama katından bir rahmet vermiştir. Yani kendisini, gayp âlemlerinde, âlemlerde nizamı sağlamakla görevli bir elçi kılmıştır. “Nezdinden öğretilen ilim” ise bütün âlemleri kapsayan ledün ilminden başka bir şey değildir. Musa peygamberin velayeti ve şeriatı dünyayı kapsarken Hıdır aleyhi selamın velayeti ve şeriatı bütün alemleri kapsar. Musa peygamberin şeriatı ile Hıdır aleyhi selamın şeriatı pek çok noktada birbirinden ayrışır. Bundan dolayıdır ki Musa peygamber Hıdır aleyhi selamla yolculuk yapamadı. Üç soruyla hakkını kaybetti…
Âlemlerin Rabbi olan Allah rical’ül gayp velilerinden yedileri kendisi belirler ve seçer. Yukarıda dillendirdiğim gibi yedilerin tümü İbrahim aleyhi selam neslinden gelir. Hıdır aleyhi selam yediler içerisine girecek olan kişilere şerbet içirir. İsm-i azamı öğretir. Gayp âlemlerini göstertir. Ledün ilmi öğretir. Onlara rehberlik yapar… Yediler, kendi içlerindeki reislerine bağlıdırlar. Bütün yediler, Hıdır aleyhi selama bağlıdır. Hıdır aleyhi selamın emir ve talimatlarına göre hareket ederler, kesinlikle kendi başlarına gör iş tutmazlar.
Allah bütün yedilere katından bir rahmet vermiş ve onlara nezdinden bir ilim öğretmiştir. Bunun için dahi Hıdır aleyhi selamı vazifelendirmiştir. Bahse konu ayet yalnızca Hıdır aleyhi selamı kapsamaz, ricalül gayp adamlarından yedileri de kapsamaktadır…
İkinci hayat mertebesinde zamanda yolculuk yapmak söz konusu olabilir mi? Hıdır aleyhi selamın geçmişe, geleceğe yolculuk yapabilir mi? Bu nasıl mümkün olur?
Hıdır aleyhi selam ikinci hayat mertebesinde yaşıyor, zamanda değil, tüm zamanlarda yolculuk yapıyor. Sizin ön gördüğünüz zamanda yolculuk, yalnızca güneş sistemi içinde bulunan gezegenleri kapsamaktadır. Güneş sisteminde zaman, yirmi dört saat dilimine uygun bir düzenekle akıyor. Oysa âlemlerdeki zaman akışı, her âleme göre farklı farklıdır. Biri, bir diğerine uymaz. Melek, cin, ruh, berzah, cennet, şehit âlemlerinde zaman tümüyle farklıdır. Hıdır aleyhi selam; yaşadığı ikinci hayat mertebesinde, bütün âlemlerdeki zamanlara yolculuk yapabilir. Çünkü bu hayat mertebesinde ruh makamına bağlı bir yaşam söz konusudur ve ruh, belli bir zaman dilimiyle sınırlı değildir. Dünya hayatının beş milyar yıllık geçmişi ikinci hayat mertebesinde aynı şeyi ifade etmez. Dünya hayatının geçmişi ve geleceği Hıdır aleyhi selamın bulunduğu hayat mertebesinde geçmiş ve gelecek değildir. Bilmem anlatabildim mi?
Âdem aleyhi selam dünyasını değişeli milyarlarca yıl olmuş. Hıdır aleyhi selam ise İbrahim aleyhi selamla aynı zaman diliminde yaşamış. Hıdır aleyhi selam, ruh makamında ve ikinci hayat mertebesinde bulunduğundan, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın verdiği ilimle âlemlerde yolculuk yapıp Âdem aleyhi selamın yaşadığı döneme giderek o dönemde yaşanan olaylara dahi müdahale edebilir. Bu, mümkündür…
Dünya hayatının milyarlarca yıllık geçmişi, ikinci hayat mertebesinde aynı zaman dilimini kapsamaz. Bundan dolayıdır ki Hıdır aleyhi selam, âlemlerdeki bütün geçmiş zamanlara yolculuk yapabilir. Gelecek zamanlara dahi yolculuk yapabilir. Bunu da iki şekilde gerçekleştirir: Bir âlemden diğer âleme geçerek ve ismi azamla eşsiz tayyı zaman hızına ulaşarak…
Bunu bir örnekle somutlayalım. Dünya hayatının beş milyar yıllık geçmişi, Hıdır aleyhi selamın bulunduğu ikinci hayat mertebesinde zamanın başlangıcıdır. Dünya hayatının beş milyar yıllık geçmişi yirmi dört saatlik zaman dilimine göredir, oysa ikinci hayat mertebesinde bu zaman dilimi görecelidir ve beş milyar yıl hükmünde değildir…
Nerede bir âlem varsa o âlemlerin kendi bütüncül yapısına uygun düşen bir de zaman dilimi söz konusudur. İslam âlimleri cinlerin bin iki bin yıl kadar yaşam sürdüklerini söylerler. Oysa cinler âleminde yaşam sürenlerin ömrü, kendi zaman dilimleri içinde değerlendirildiğinde hiç de İslam âlimlerinin ön gördüğü kadar uzun değildir. Yani, oldukça kısadır…
Bir örnek vereyim. Allah müsaade etseydi, yirmi yaşındaki bir delikanlı cinler âlemine geçerek orada yaşasaydı ne olurdu? İki bin yıl sonra dünyaya geldiğinde otuzlu yaşlarda olurdu. Şayet, cinler âleminde yaşayan o delikanlıya dünyanın bin yıllık hadiseleri gösterilseydi ve o hadiselere müdahale etme izni verilseydi o genç, o çağlara giderek olaylara müdahale edebilirdi. Hıdır aleyhi selam da işte böyle yapıyor. Sizler o gence şöyle diyemezdiniz: “Nasıl oluyor da bin yıllık geçmişe gidip dünyadaki hadiselere müdahale edebiliyor?”
Âlemlerde yolculuk yapmak, hatta geçmişe- geleceğe gitmek mümkündür. Bunun tek şartı o âlemlere yolculuk yapacak hıza ulaşabilmektir. Bu ise şu anki teknolojilerle mümkün değil…
“Derken, kullarımızdan birini buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf suresi 65. Ayet). Bu ayette geçen “katından bir rahmet verme”, “nezdinden bir ilim öğretme” sözlerinde ne anlamalıyız? Bu ayetin rical’ül gayp adamlarına, Yedilere bakan yönü var mı?
Rahmet; esenlik, kurtuluş, bağışlanma, bereket gibi çok değişik anlamlara gelir. Yağmur yağarken “Rahmet yağıyor.” deriz. Bir insan ölünce “ Allah, rahmet etsin.” deriz. Ayette geçen “rahmet vermenin” milyarları aşkın anlam derinliği var…
Bunlardan birkaçını sıralayalım:
Dünya hayatından ikinci hayat mertebesine alınma, ikinci hayat mertebesinde ruh makamında bir hayat sürme, âlemlerin nizamını sağlama, bütün âlemlere yolculuk yapabilme, sayısal sınırlama olmaksızın bir anda, tüm âlemlerde milyarlarca farklı noktada bulunup birbirinden bağımsız işler yapma, âlemlerde akıp giden tüm zamanların geçmiş ve geleceğine yolculuk yapıp olaylara müdahale etme, âlemlerde hayat süren bütün kavimlerin dillerini konuşabilme, bunlar arasında zikredilebilir. Bütün bu saydıklarımız, Allah’ın Hıdır aleyhi selama verdiği rahmet sırlarından bazıları...
Hıdır aleyhi selama Allah’ın “nezdinden verdiği ilim”, hiç kuşku yok ki ledün ilmidir; ancak bu ilim, kimi peygamberlere verilen ledün ilminden tümüyle farklıdır. Örneğin, Musa peygamber ledün ilmine sahipti; ancak Allah’ın Hıdır aleyhi selama verdiği ledün ilminin yüz milyarda biri dahi kendisinde yoktu. Hıdır aleyhi selama verilmiş olan bu ilminden öğrenebilmek için kendisine tabii oldu. Ancak, üç soruyla hakkını kaybetti. Yani, başarısız oldu… Kehf suresinde bu öykü, ana hatlarıyla anlatılmaktadır…
Hıdır aleyhi selama, Allah’ın “nezdinden verdiği ilmin” belki de bir milyarı aşkın mertebesi var... Bunları sayıp dökmeye hiçbir kulun kudreti yetmez. Bunlardan öne çıkanların bazılarını sayalım:
Âlemlerde yer tutan bütün ilimleri, Allah’ın, bütün esma-yı Hüsnalarını ve bunların sırlarını, yaratılmış olan âlemlerde geçerli olan tüm gizli ilimleri, Allah’ın indirmiş olduğu bütün kutsal kitapların havas sırlarını ve bunların ledün derinliklerini, burçların ve yıldızların ilmini, hakikat ilmini, bütün ism-i azamları, yaratılan bütün mahlûkatın dilini, âlemlerdeki bütün bilim ve teknolojileri bilip bunların gelişimine katkı sağlamak, “nezdinden verilen” ilimlerden bazılarıdır...
Bu ayetlerin rical’ül gayp adamlarına özellikle de Yedilere bakan yönü de var. Âlemlerin Rabbi olan Allah, rical’ül gayp adamları içine giren velilere de katından rahmet vermiştir. Ancak bu rahmet, oldukça sınırlıdır. Rical’ül gayp adamlarına verilen rahmet, Hıdır aleyhi selama verilen rahmetin yanında denize karşı bir kova su hükmünde kalır. Bu velilere de “nezdinden bir ilim” verilmiştir. Ancak Hıdır aleyhi selama verilen ilim oldukça özel ve ayrıcalıklıdır. Rica’ül gayp velilerine verilen ilim bir kova su ise Hıdır aleyhi selama verilen ilim, kesinlikle okyanustur. Arada hiçbir ilgi yok…
Rical’ül gayp adamları, Yediler, dünya evreniyle sınırlı bir alanda görev yaparlar. Oysa Hıdır aleyhi selam bütün âlemlerde görevlidir. Yediler üzerinden biraz somutlayalım.
Yediler tay-yı zaman yapabilirler. Ancak bu tay-yı zaman dünya yörüngesiyle sınırlıdır… Diğer âlemlere gidemezler. Allah’ın kendilerine verdiği rahmetle, ism-i azam sırrıyla bir anda dünyanın öbür ucuna gidip gelebilirler. Kendilerine Hıdır aleyhi selam tarafından hangi görev verilmişse onu yaparlar... Onlara da gayp âlemlerini görme selahiyeti verilmiştir. Ancak bu dahi sınırlıdır…
Burada ayrımına varılması gerekli olan nokta şudur: “Allah’ın kudreti ve şanı ne kadar yüce…” Bu kudret karşısında “Allahu ekber!”deyip secdeye kapanmamak ve O’nun eşsiz yüceliğine âşık olmamak elde değil…
Bizce Hıdır aleyhi selam ve bütün rical’ül gayp velileri Allah’ın Müminlere sonsuz bir rahmetidir. Onlar olmasaydı İslam ülkeleri yerle bir olurdu… Hıdır aleyhi selam; yerin ve göğün ordularının generalidir. Yediler dahi yerin ordusudur ve Hıdır aleyhi selamın emrindedir. Allah; o yüce peygamberin- Hıdır aleyhi selamın- şefaatine ve reddolmayan duasına bizleri de dâhil etsin... Âmin.
Efsaneye göre İskender, içenleri ölümsüz yaptığına inanılan bir pınardan haberdar olur ve onu aramaya koyulur. Yolculuk sırasında İskender’in askerleri teker teker ordudan ayrılır, İskender’in yanında sadece aşçısı Andreas kalır. İskender ve aşçısı yolculuk yüzünden yorgun düşüp acıkırlar. Aşçı Andreas yanlarında azık olarak tuttukları tuzlu balığı o civarda bulunan bir pınarda yıkamak ister. Fakat balık suyla temas edince birden canlanır ve suya atlayıp gözden kaybolur. Aşçı, aradıkları pınarın bu olduğunu anlar ve hemen sudan içer. Ardından İskender’in yanına gelerek başından geçenleri anlatır. İskender de sudan içmek üzere koşar; fakat onca aramaya rağmen ikisi de bir türlü pınarı bulamazlar. Bunun üzerine İskender öfkelenerek aşçısını denize atar. Aşçı Andreas, deniz cinine dönüşür ve ölümsüz olur. Bu hikâyede balığın canlanarak suya karışması, Kur’an’da anlatılan Musa-Hızır kıssasında balığın kayalıklardan atlayarak denize karışmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bu mitolojiden hareketle de kimi Batılı araştırmacılar, Hızır- Musa kıssasının Kur’an’ı Kerime İskender mitolojiden nakledildiğini ön görürler. Bu konuda sizin düşünceniz nedir?
Ab-ı hayat, ölümsüzlük suyu, yalnızca İskender kıssasında geçmez. Âb-ı hayat, bütün dünya mitolojilerinde mevcut olan bir kavram... Bengisu ve sonsuz yaşam temasına bağlı çok sayıda anlatı olsa da bu anlatılar; eski yeryüzü uygarlıklarında, Gılgamış, Oğuz Han ve İskender Zülkarneyn gibi birkaç kişinin adıyla bağlantılı olarak ön görülüyor. Bu anlatılar arasındaki bağ incelendiğinde, Bengisu ile ilgili anlatıların kökeninin Sümerler’e dayandığı görülür. Sonraki dönem araştırmaları ise Bengisu ile bağlı anlatıların daha eski geleneklerde aranması gerektiği düşüncesini doğrular niteliktedir. Böylesi söylencelerin tümü hurafedir. Söylencelerin ilahi bir dayanağı da yoktur. Söylenceler, kurmaca metinlerdir ve gerçeklikle hiçbir ilgileri yoktur.
Kehf suresindeki Hıdır kıssasında ab-ı hayattan söz edilmemektedir. Yani Hıdır aleyhi selamın ab-ı hayat suyunu içerek ölümsüz olduğuna yönelik hiçbir bilgi Kur’an’da yer almaz. Mitolojilerde ön görüldüğü gibi Hıdır aleyhi selam ab-ı hayat suyunu içerek ölümsüz olmamıştır. Olmayan bir şey Kur’an’a nasıl yansısın? İskender mitolojisi, Kur’an’ı kerime yansımıştır, düşüncesi tamamen gerçek dışıdır, uydurmadır. Böylesi düşüncelere sahip olan kişiler, hiç kuşku yok ki kâfir olurlar.
Kehf suresini dikkatlice okuyunuz. Hıdır aleyhi selamın ab-ı hayat suyunu içerek ölümsüz olduğu hangi ayette geçiyor? Böyle bir ayet yoktur. Kehf suresinde yer alan Hıdır kıssasının kimi mitolojilerde yer tuttuğu düşüncesi, kalbinde maraz bulunan kişilere aittir. Olmayan bir şey nasıl olur da mitolojiden Kur’an’a yansımış olur?
Musa- Hıdır kıssasında, ölü balığın canlanıp denize girmesi, ab-ı hayat tezine dayanak yapılıyor. Pek çok İslam âlimi, ölü balığa ab-ı hayat suyu sıçradığı için balığın canlandığını ve bir yol bulup denize gittiğini ön görmekte… Bu olaya bağlı olarak da gerçeklikle ilgisi olmayan pek çok söylenceler uydurulmuş. Böylesi mitolojilere inanan bolca İslam âlimi var…
Kehf suresindeki Musa- Hıdır kıssasında, balığın ab-ı hayat suyuna değerek canlandığına yönelik hiçbir bilgi yoktur.
“Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık denizde yolunu tutup gitmişti. Genç, "Gördün mü, dedi, o kayanın yanında konakladığımız zaman balığı unuttum!” Onu sana söylemeyi bana unutturan, şeytandan başkası değildir." Balık, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti…” (Son Ahit, Kur’an’ı kerim, Kehf suresi 61., 63. Ayetler)
Ayette, balık şaşılacak şekilde yolunu tutup gitmişti, deniyor. Neden şaşılacak bir şekilde? Haşa Allah mı şaşırmıştır bu duruma? Tabii ki de değil. Ayetteki “şaşırmak” ifadesi, Musa peygamber ve yanındaki kişi için geçerlidir. Balığın şaşılacak bir şekilde yol bulup gittiği yer, Hıdır aleyhi selamın bulunduğu mekândır. Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır balığı canlandıran ve denizde yol bulup gitmesini murat eden. Bunu Allah yapmıştır. Çünkü Musa aleyhi selamın Hıdır’ı bulacağı yer, balığın unutulacağı mekândır.
Balık, ab-ı hayat suyunun sıçramasıyla canlanıp denize gitmemiştir. Böylesi bir düşünce, Kur’an ayetleriyle bağdaşmıyor. Kehf suresindeki Musa-Hıdır kıssası, balığın canlanması, mitolojilerden Kur’an’ı kerime yansımıştır görüşü, kesinlikle gerçek dışıdır. Böylesi inanışlara sahip olan kişiler, kâfir olur ve ebedî hüsrana uğrarlar…
Kur’an’ı Kerim, Allah kelamıdır. Ayetlere, mitolojiden hiçbir şey yansımamıştır. Aksine, ayetlerden esinlenerek pek çok mitolojiler üretilmiştir.
Diğer bir husus, Hıdır aleyhi selam ab-ı hayat suyu içerek ölümsüzleşmemiştir. Dedesi İlyas peygamberle birlikte, Allah tarafından ikinci hayat mertebesine alınmışlardır. Allah’ın nezdinden verdiği ilimle âlemlerde görev yapmaktadırlar. Her canlı gibi onlar da ölümlüdür, onlar da birgün ölümü tadacaklardır. Baki ve sonsuz kalan yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. İsa Mesih’in yeryüzüne inmesiyle, Hıdır aleyhi selam da her canlı gibi ölümü tadacaktır...
Kehf suresindeki Musa- Hıdır kıssasında üç unsur ön plana çıkıyor: Masum ve günahsız bir çocuğun öldürülmesi, geminin delinip özürlü hala getirilmesi, yıkık bir duvarın örülmesi. Bu olaylarla ilgili olarak İslam âlimleri çok değişik çıkarımlarda bulunmuşlar. Bu tefsirlerden bazıları şöyledir: “Kıssada geçen suçsuz bir insanın öldürülmesini hiçbir ilâhî din onaylamaz. Hâlbuki ayetlerden anlaşıldığına göre Hızır bunları kendiliğinden değil ilâhî emir gereği olarak yapmıştır. Bu takdirde peygamberlere gönderilen ilâhî emirlerle Hızır’a verilen ilâhî emirler arasında bir çelişki görülmüyor mu? Bu durumda Hz. Mûsâ, Hızır’ın açıklamasıyla nasıl ikna olmuştur? Bazı müfessirler bu emirlerin, bir şahsın zengin, diğerinin fakir ve birinin hasta, diğerinin sağlıklı olmasını takdir edip bu sonucu yaratan Allah’ın emirleriyle aynı gruptan olduğunu kabul etmişlerdir. Bu takdirde Hızır’ın Allah’ın emirlerini uygulayan bir melek olduğu veya insanlar için belirlenen sınırlarla bağımlı olmayan başka bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır (Mevdûdî, 171 vd.).”
“Bir diğer yoruma göre de bu soruya iki türlü cevap verilebilir: 1. Hz. Mûsâ’nın yoruma itiraz etmemesinden anlaşıldığına göre, onun masum zannettiği kimse çocuk değil, işlediği suçlardan dolayı öldürülmesi gereken ergin bir gençtir. 2. Hızır aleyhisselâm bunu kendiliğinden değil Allah’ın emriyle yaptığını söylemiştir; Mûsâ’nın itiraz etmemesinin sebebi de budur. Çünkü bu sözüyle Hızır, istisnaî hallerde özel bir şeriatla gönderilmiş bir peygamber olduğunu anlatmak istemiştir. Bundan dolayı o çocuğu öldürmesi olayı genel kurala aykırı olmakla beraber, Hızır için özel bir vahye dayanmaktadır. Hz. Mûsâ’yı Hızır aleyhi selamdan ayıran en önemli nokta da budur (Şevkânî, III, 342; Elmalılı, V, 3272).”
Bu kıssayla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığının görüşü şöyledir:
“Bizim bu son yoruma katılmamız mümkün değildir; çünkü Allah’ın sünnet, âdet, ahlâk ve evrensel şeriatına ters düşmektedir. Bu olayın makul yorumu şöyle olabilir: a) İdamı gerektiren suçlar işlemiş ve bu yüzden öldürülmüştür. b) Eceli gelmiş, Hızır Allah’ın iradesi ile ölüm meleğinin rolünü üstlenmiştir. Sonuçta gencin ölmesi, ana ve babasını onun kötülüklerinden kurtarmıştır. Ledünnî ilmin İslâm’daki yeri ve değerini özetlemek gerekirse: Allah’tan gelen, vasıtasız elde edilen bilgiler İslâmî epistemolojide vahiy ve ilham olmak üzere ikiye ayrılır. Bunların ikisi de Allah katından (ledün) gelir, vahiy objektif ve genel, ilham sübjektif ve özeldir. Allah peygamberlerine gerekli gördüğünde sır ve gayba ait bilgi de verir, ama ilhama mazhar olan velilerine vahyetmez. Bu sebeple ilham alanı, vahiy alandan üstün görmek isabetli olmaz. Temsilî olması da mümkün bulunan bu kıssadan anlaşılacağı gibi ilham belli konulara ait ve özel bilgi olup meşruiyeti, geçerliliği, doğruluğu vahiy yoluyla alınan bilgilere uygun olmasına bağlıdır.”
Söz konusu ayetlerdeki kıssalarla ilgili sizin görüşünüz nedir? Kehf suresindeki Musa- Hıdır kıssasının rical’ül gayb adamlarına, özellikle de Yedilere bakan yönü var mı?
Soruda ön görüldüğü gibi Musa- Hıdır kıssasında üç temel unsur ön plana çıkmaktadır: Masum bir çocuğun öldürülmesi, yıkık bir duvarın örülmesi, sağlam bir geminin delinerek özürlü kılınması.
Her şeyden önce Kehf suresindeki kıssaya, bütüncül olarak yaklaşmak gerekir. Musa aleyhi selam bir peygamberdir. Kendisine indirilen şeriatı uygulamakla mükelleftir. Musa peygamberin şeriatı zahire bakar. Kullardan bir kulun, Hıdır aleyhi selamın, şeriatıysa âlemleri kapsar, bu şeriat ledünnidir. Hem zahire, hem de batına bakar. Daha çok da batına bakar…
Musa peygamber; Hıdır aleyhi selama verilen ledün ilmini öğrenmek isteyen kişidir. Hıdır aleyhi selamdan ilim öğrenmek amacıyla zahmetli ve uzun bir yolculuğa çıkar.
“Bir vakit Mûsâ genç adamına, “Ta iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar yahut (bu yolda) senelerce yürümedikçe durup dinlenmeyeceğim” demişti.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 60. Ayet)
Musa aleyhi selam, balığın canlanarak denize gittiği mekâna gelir ve Hıdır aleyhi selamla karşılaşır.
“Mûsâ ona, "Senin öğrendiğin doğruya ulaştıran bilgiden bana da öğretmen için sana tâbi olayım mı?" dedi.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 66. Ayet)
Hıdır aleyhi selam; Allah’ın kendisine rahmet olarak verdiği ledün ilmiyle Musa’ya bakıp bunun mümkün olmadığını anlar.
“O kul, "Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin, (iç yüzünü) kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?" dedi.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 68. Ayet) der.
Musa peygamber; ilim öğrenmeye kararlıdır. Hıdır’a itaat edeceğine dair söz verir.
“Mûsâ, "İnşallah sen beni sabreder bulacaksın. Senin sözünden dışarı çıkmam" dedi.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 69. Ayet)
Hıdır aleyhi selam, âlemlerdeki şeriata bağlıdır. Allah, kendisine nezdinden çok özel bir ledün ilmi vermiştir. Bu ilimle, Musa peygamberle yolculuğun imkânsız olduğunu işin başından anlar. Musa peygamber dünya hayatında geçerli olan zahir şeriatına bağlıdır. Hıdır aleyhi selamın şeriatı yalnızca dünya hayatıyla sınırlı değildir, bütün âlemlerde geçerlidir. Hıdır aleyhi selam, daha çok ledün şeriatına bağlıdır. Çünkü Hıdır aleyhi selam, dünyadaki şeriata uymakla mükellef değildir. O, ikinci hayat mertebesinde bulunmaktadır. Onun şeriatı bütün âlemleri kapsar. Hıdır aleyhi selam, Allah’a bağlıdır, Allah ile konuşur. Allah neyi dilemişse onu yapar. Kendiliğinden hiçbir şey yapmaz…
Musa aleyhi selam, zahiri; Hıdır aleyhi selam ise batıni yolculuğu simgeler. Dünyada batın, ledün, yolunu temsil eden nice kâmil mürşitler gelip geçmiş. İnsanlar, bir kâmil mürşit bulmak amacıyla yollara düşmüşler. Bir insanı kâmil aramışlar. Onlara tabii olmak istemişler. Tıpkı Musa peygamber gibi… Söz konusu ayetlerde, kâmil bir mürşit bulmaya ve ona biat etmeye atıf var… Ancak; Hıdır yolunda, ledün yolunda, yolculuk yapmak pek de kolay değildir. Musa- Hıdır kıssasında bunu açıkça görüyoruz. Gerçek mürşitler, ihvanlarını kesinlikle sınarlar. Bu sınamalar da genellikle şeriata aykırı düşer. Padişahlara ciğer sattırır, yüce şeriat âlimlerine tuvalet temizletir, dağlardan odun çektirirler. Orucunu ye, namazı iki gün kılma, üç gün Allah’ı zikretme, türünden zahirde şeriata aykırı olan iş yaptırırlar… Bu sınamalardan çoğu, şeriata aykırıdır. İnsanı kamil yolunda, gerçek bir mürşide bağlanan bir kişi mürşidine neden, niçin?, diyemez. İşin iç yüzünü bilmediği şeylere yorum yapamaz. Bir hikmeti vardır, diyerek teslimiyet göstermesi gerekir. Tarihte, hakiki mürşitlerin sınamalarına bağlı olarak, ters yüz olup yoldan atılan on binlerce insan var… Bu ayette, Hıdır aleyhi selam, ledün ilmine sahip insanı kâmilleri; Musa peygamber ise zahiri şeriata bağlı Müminleri simgelemektedir…
Hakiki bir insanı kâmile bağlı olan mürit, şeyhin zahirde şeriata aykırı düşen tutum, davranış ve fiilleri karşısında yorum yapmamalıdır. Bir hikmeti vardır, deyip sevgide, saygıda kusur etmemelidir. Bu, velayet yollarının en mühim adabıdır. Mürşidi sorgulamaya kalkışmak manevi edeple bağdaşmaz, böylesi kişiler kaybederler… Mürşidin, zahirde şeriata aykırı düşen tutum ve davranışları karşısında, mürit soru sormaya kalkışmamalıdır.
“O da, "Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!" diye tembih etti.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 70. Ayet)
Hıdır aleyhi selamla Musa peygamber yolculuğa başlarlar. Kıyıya ulaşıp bir gemiye binerler. Hıdır aleyhi selam gemiyi deler. Musa peygamber verdiği sözü unutup Hıdır aleyhi selamın gemiyi delmesini eleştirir. Musa peygamberin zahiri şeriatına göre Hıdır aleyhi selamın yaptığı iş, kesinlikle şeriata aykırıdır. Oysa Hıdır aleyhi selam, Allah’ın nezdinden verdiği ilimle, ledün şeriatıyla, işin arka planını görüp bir hikmete bağlı olarak bunu yapmıştır. Hıdır aleyhi selam, ledün şeriatıyla bu eylemi yapmıştır. Hıdır; bunu, kendi başına yapmamıştır; çünkü Hıdır aleyhi selam kendiliğinden bir iş tutmaz ve ne yapıyorsa Allah’ın izniyle bunu yapar.
“Bunun üzerine birlikte yürüdüler. Kıyıya ulaşıp gemiye bindikleri zaman o kul gemiyi deldi. Mûsâ, "İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen çok kötü bir iş yaptın!" dedi.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 71. Ayet)
Yolculuklarının bir kesitinde Hıdır aleyhi selam bir erkek çocuğunu öldürür. Bu çocuk, kimi İslam âlimlerinin ön gördüğü gibi suç işleyip ölümü hak etmiş olan bir delikanlı değildir. Yetişkin bir insan da değildir. Masum, günahsız bir çocuktur. Hıdır aleyhi selam Allah’ın katından verdiği ledün ilmiyle, bu çocuğun ileride Müminlerden olan anne-babasını saptıracağını görür. Allah’tan ruhsat alarak o çocuğu öldürür. Zahiri şeriata tabii olan Musa peygamber, Hıdır’a çıkışır. Hıdır’ı şeriata aykırı bir iş yapmakla suçlar.
“Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında, o kul hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki: "Masum bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!" (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 74. Ayet)
Musa ve Hızır peygamber bir köye vardırlar. Karınları acıkmıştır. Köylülerden yiyecek bir şeyler isterler; ancak köylüler onları misafir etmekten kaçınırlar. Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarla karşılaşırlar. Hıdır, Allah’ın nezdinden verdiği ilimle göz açıp kapayıncaya kadar, yıkılmakta olan duvarı doğrultup sağlam bir hale getirir. Zahir şeriatına bağlı olan Musa, soru sormayacağına yönelik söz vermesine karşın dayanamayıp Hızır’a “Dileseydin, elbet buna karşın bir ücret alırdın.” der. Hıdır’la yolculuğu sona erer.
“Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar, o hemen onu doğrulttu. Mûsâ, "Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın" dedi.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 77. Ayet)
Musa peygamberin bu hatırlatmasından sonra Hıdır aleyhi selam şöyle der:
“O cevap verdi: "İşte bu, beraberliğimizin sona ermesidir. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim" dedi.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 78. Ayet)
“Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu delerek kusurlu hale getirmek istedim. (Çünkü) onların gideceği yerde her (sağlam) gemiyi gaspetmekte olan bir kral vardı.” (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 79. Ayet)
“Erkek çocuğa gelince, onun anne babası, mümin kimselerdi; çocuğun onları sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürmesinden korktuk. Böylece istedik ki, rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin. “ (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 80., 81. Ayetler)
“Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir define vardı; babaları ise iyi bir adamdı. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur." (Son Ahit, Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi, 82. Ayet)
Pakistanlı İslam âlimi, Ebu'l A'lâ el-Mevdudî, Kur’an tefsirinde, Kehf suresindeki Hıdır aleyhi selamı bir melek ya da ruhani bir varlık olarak kabul edip büyük bir hataya düşer. Mevdudî, Kehf suresi tefsirinde, Hıdır aleyhi selamla ilgili ayeti tefsir ederken gerçeklikle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan çıkarımlarda bulunur. Mevdudi, çok büyük bir İslam âlimidir. Ancak, Kehf suresindeki Hıdır aleyhi selamla ilgili çıkarımları tümüyle gerçek dışıdır.
Örneğin Mevdudi’nin Kehf suresi, 60. Ayette, Hıdır’la ilgili çıkarımına bir göz atalım:
“Bu kıssa ile ilgili olarak cevaplandırılması gereken çok zor bir soru ortaya çıkar: Hızır tarafından yapılan işlerin iki tanesi insanın yaratılışından beri var olan kanunlara apaçık aykırıdır. Hiçbir kanun bir kimseye başka bir kimsenin malını tahrip etme ve suçsuz bir insanı öldürme izni ve yetkisi vermez. O denli ki bir kimse ilham yoluyla bazı korsanların belli bir gemiyi basacaklarını ve belli bir çocuğun isyankâr ve kâfir olacağını bilse o zaman bile Allah tarafından gönderilen hiçbir kanun insana ilhamı nedeniyle gemide bir delik açma ve masum bir çocuğu öldürme izni vermez. Buna cevap olarak birisi Hızır'ın bu iki işi Allah'ın emri ile yaptığını söyleyecek olsa, bu bizim sorunumuzu çözmez. Çünkü soru: "Hızır bu işleri kimin emri ile yaptı?" değil, "Bu emirlerin özelliği ne idi" sorusudur. Bu önemlidir, çünkü Hızır bunları "ilahi emir" doğrultusunda yapmıştır. Hızır'ın kendisi de bu işleri kendi yetkisi ile yapmadığını, bilakis Allah'ın rahmetiyle hareket ettiğini söylemektedir. Allah da bunu şu sözlerle tasdik etmektedir: "Biz ona katımızdan bir ilim öğrettik." Bu nedenle bu işlerin Allah'ın emri ile yapıldığından hiç şüphe yoktur. Fakat emrin niteliği ve özelliği ile ilgili soru hâlâ ortada durmaktadır. Çünkü bu emirler, hiçbir ilahi kanun tarafından izin verilmediği için meşru değildir. Ve Kur'an da suçlu olduğuna bir delil olmaksızın bir kimsenin başka birisini öldürmesine izin vermez. Bu nedenle bu emirlerin de bir kimsenin zengin, diğerinin fakir ve bir kimsenin hasta, diğerinin de hasta iken iyileşmesine neden olan Allah'ın emirleri ile aynı grupta olduğunu kabul etmek zorundayız. Eğer Hızır'a verilen emirler bu tür emirler idiyse, Hızır'ın insanlar için konulan ilahi kanunlarla sınırlı olmayan bir melek (veya Allah'ın yaratıklarından başka biri) olduğu sonucuna varılabilir.
Çünkü şer'î yönü olmayan bu tür emirler ancak meleklere verilebilir. Bunun nedeni haram ve helâl sorununun onlar için söz konusu olmamasıdır; onlar hiçbir kişisel güce sahip olmaksızın Allah'ın emirlerine itaat ederler. Onların aksine bir insan, işlediği amel ilahi kanuna aykırı ise, bunu ilham sonucu veya içgüdülerle istemeyerek işlemiş de olsa günah işlemiş olur. Çünkü insan, insan olması münasebetiyle ilahi kanuna uymak zorundadır. Ve ilahi kanunda, bir kimsenin ilham yoluyla bir emir aldığı veya kendisine gizlice yasak bir işin hikmeti bildirildiği için yaptığı işin helâl sayılabileceği bir boşluk yoktur.”
Soruda dillendirdiğiniz İslam âlimlerinden Şevkani ve Elmalılı Hamdi Yazır; Hıdır’ın çocuğu öldürülmesiyle ilgili ayeti tefsir ederken hata yapıyorlar. Bu ayetin tefsirinde, gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan çıkarımda bulunuyorlar: “1. Hz. Mûsâ’nın yoruma itiraz etmemesinden anlaşıldığına göre, onun masum zannettiği kimse çocuk değil, işlediği suçlardan dolayı öldürülmesi gereken ergin bir gençtir (Şevkânî, III, 342; Elmalılı, V, 3272).”
Şevkani ve Elmalılı Hamdi Yazır; Hıdır aleyhi selamın ledün şeriatıyla ilgili olarak yaptıkları tefsirde ise gerçekçi ve harika bir çıkarımda bulunmuşlar.
“2. Hızır aleyhisselâm bunu kendiliğinden değil Allah’ın emriyle yaptığını söylemiştir; Mûsâ’nın itiraz etmemesinin sebebi de budur. Çünkü bu sözüyle Hızır, istisnaî hallerde özel bir şeriatla gönderilmiş bir peygamber olduğunu anlatmak istemiştir. Bundan dolayı o çocuğu öldürmesi olayı genel kurala aykırı olmakla beraber, Hızır için özel bir vahye dayanmaktadır. Hz. Mûsâ’yı Hızır aleyhi selamdan ayıran en önemli nokta da budur (Şevkânî, III, 342; Elmalılı, V, 3272).”
Soruda dillendirdiğiniz, Hıdır aleyhi selamın çocuğu öldürmesiyle ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığının görüşü tümüyle gerçek dışıdır. Gerçeklikle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
Kehf suresinde, Hıdır aleyhi selamın yaptığı eylemlerin sırları şöyledir:
Ayette, masum bir çocuğu Hıdır aleyhi selamın öldürmesine bağlı hikmetler:
Hıdır aleyhi selam, savaşlara katılır. Vatana ihanet edip hainlik yapan bazı kişileri öldürebilir. Müslüman ve gayri Müslim pek çoklarını kimi hatalarından ve kimi hikmetten dolayı öldürebilir. Yerin ve göğün ordularını sevk ve idare edip onlara komutanlık yapar. Bütün bunları da Allah’ın izni ve emriyle gerçekleştirir. Kendiliğinden hiçbir şey yapmaz. Benzer şeyler, ricalül gayp adamlarından olan sırlı Yediler için de geçerlidir. Yediler de Hıdır aleyhi selamın emir ve talimatına bağlı olarak böylesi işleri yaparlar ve yapmaktadırlar da. Hıdır aleyhi selam Allah’a bağlı olarak çalışır. Yediler ise Hıdır aleyhi selamın emir ve talimatıyla hareket ederler. Hıdır aleyhi selamın emir ve talimatı olmadan kesinlikle hiçbir şey yapmazlar. Hıdır aleyhi selamın masum çocuğu öldürmesi bir simgedir. Bu ayette, rical’ül gayp adamları içinde yer tutan Yedilere atıf var.
Ayette, Hıdır aleyhi selamın gemiyi delmesine bağlı hikmetler:
Hıdır aleyhi selam, âlemlerin nizamını sağlamak için görünürde bizlere şer gibi gelen; ama hakikatte hayırlı olan böylesi kimi işleri yapabilir. Yalnızca dünya hayatında değil, dünya dışı âlemlerde dahi Allah’ın izniyle bunları yapar. Gemiyi delip özürlü kılma eylemi semboliktir. Bu sembol, Hıdır aleyhi selamın âlemlerdeki geçmiş ve gelecek zamanlara yolculuk yaparak olayların akışına müdahale edebileceğine, görünürde şer gibi gelen; ama hakikatte hayırlı olan böylesi işler yapabileceğine gaybî bir işarettir. Hıdır aleyhi selam nizamı sağlamak için âlemlerdeki olaylara da müdahale etmektedir. Bunları dahi Allah’ın emriyle yerine getirmektedir. Rical’ül gayp adamlarından olan Yediler ise yalnızca dünya evreniyle sınırlı kalan böylesi işler yapabilirler. Yedilerin âlemlerde görev yapma yetkileri yoktur. Allah’tan Hıdır aleyhi selama emir gelir. Hıdır aleyhi selam da Yedilere talimat verir. Ne yapmaları gerekiyorsa onu yaparlar. Bu yapılan işler de sağlam geminin delinip özürlü kılınmasına benzer işlerdendir.
Ayette, Hıdır aleyhi selamın duvarı doğrultmasına bağlı hikmetler:
Hıdır aleyhi selam, yıkılmakta olan bir duvarı göz açıp kapayıncaya kadar Allah’ın izniyle doğrultmuştur. Âlemlerde dahi özürlü olan kimi işleri, Hıdır aleyhi selam Allah’ın emriyle sağlam bir hale getirmektedir. Benzer bir ilim rical’ül gayp adamlarından olan Yedilerde de mevcuttur. Allah, Yedilere de böylesi salahiyetler vermiş. Yediler de bu kabil işler yapabilirler; ancak âlemlerde bunu yapamazlar. Çünkü yedilerin görevi dünya yaşamıyla sınırlıdır.
Hıdır aleyhi selam İslam şeriatına göre mi ibadet yapıyor, İslam şeriatı ile mükellef midir?
Hıdır aleyhi selam ikinci hayat mertebesinde yaşar. Bu hayat mertebesinde yaşam, ruhanidir. Hıdır aleyhi selam dünya hayatında yaşam sürmediği için İslam şeriatına göre ibadet etmekle yükümlü değildir. O, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kendisine verdiği görevleri yapmakla mükelleftir. İkinci hayat mertebesinde cisimle değil, ruh mertebesinde bir yaşam sürülmektedir. Bundan dolayıdır ki Hıdır aleyhi selam ibadet yapmakla yükümlü değildir. Yani ibadet yaparak sevap elde etmeler, bu hayat mertebesinde söz konusu değildir.
İslamî kaynaklarda Hıdır aleyhi selamı çağırı duası olarak: “Edrik Ebel Abbas enni munhasır Seyyidi Belya ibni Melkan’il Hızır.” (Yetiş ey Abbas’ın babası ben sıkıntıdayım efendim Belya ibni Melkan’nil Hızır.) şeklinde bir dua uygulaması var. Bu duayı okumaya devam edenlerin Hızır aleyhi selamdan yardım görecekleri rivayet ediliyor. Böyle bir dua uygulaması var mı?
Bu dua uygulamasının gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur, uydurmadır. Çünkü Hıdır aleyhi selamın adı Belya değil, Hıdır’dır. Babasının adı ise Melkan değil, Haris’tir. Böyle bir dua uygulaması yoktur.
Başta Buhârî, İbrâhim el-Harbî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Takıyyüddin İbn Teymiyye ve Süyûtî olmak üzere birçok hadis ve tefsir âlimi Hızır’ın hayatta olmadığını söylemiş; onun yaşadığına dair nakledilen haberler İbnü’l-Cevzî, Ali el-Kārî, Muhammed Dervîş el-Hût gibi hadis tenkitçileri tarafından reddedilmiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye de Hz. Hızır’ın hayatına dair nakledilmiş rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu ifade etmiştir (el-Menârü’l-münîf, s. 67). Bu İslam âlimlerinin, Hıdır aleyhi selamın öldüğüne dair ittifak ettikleri açıktır. Hıdır aleyhi selam yaşıyorsa neden bu İslam âlimleri Hıdır’ın öldüğünü savunuyorlar?
Bu İslam âlimlerinin Hıdır aleyhi selamın öldüğüne dair tevillerinde isabet yoktur. Tevillerinde isabet olmasa da kendilerinin sevaptan yana nasipleri var. Çünkü her biri içtihat sahibi yüce İslam âlimlerdir. İçtihatlarında hata etseler dahi sevap kazanabilirler. Çünkü zahire bakarak böylesi bir yorumda bulunuyorlar. Oysa batın, zahirle algılanamaz. Bu yüce İslam alimlerinin ittifak halinde Hıdır aleyhi selamın öldüğüne hükmetmeleri, Hıdır aleyhi selamı öldürmez. Hıdır aleyhi selamın öldüğüne yönelik İslam âlimlerinin bu görüşleri, gerçeklikle bağdaşmıyor. Hıdır aleyhi selamın ölmüş olduğuna hükmetmeleri, bir zandan ibarettir.
Daha önceki soruları yanıtlarken söylemiştik. Hıdır aleyhi selam, dedesi İlyas aleyhi selamla birlikte Âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından ikinci hayat mertebesine yükseltilmiştir. Yani Hıdır aleyhi selam dünya hayatında yaşam sürmüyor. Âlemlerin nizamını sağlamakla görevlidir. Fatiha süresinde geçen bütün âlemlerde Allah’ın kendine verdiği görevi yapmaktadır. Soruda isimleri zikredilen büyük İslam âlimleri, Hıdır aleyhi selamı dünya hayatı içinde değerlendirdikleri için böylesi bir çıkarımda bulunuyorlar. Oysa Hıdır aleyhi selam dünya hayatında yaşamıyor. İkinci hayat mertebesinde yaşam sürüyor. Kıyamete doğru İsa Mesih’in yeryüzüne inmesiyle birlikte her canlı gibi Hıdır aleyhi selam da ölümü tadacaktır. Hıdır aleyhi selam şu an hayattadır. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kendisine verdiği görevleri yapmaktadır.
Velayet caddesinde makam-ı Hıdır’ın bulunduğu, bu makama yükselen bir velinin Hıdır aleyhi selamdan ders aldığı ve Hıdır gibi bir vakitte pek çok yerde bulunabildiği, onların yanlışlıkla Hıdır aleyhi selam sanıldığına dair çeşitli değerlendirmeler var. Hıdır makamına yükselen veliler Hıdır mı oluyorlar? Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Pek çok velayet makamları var. Velayet caddesindeki makamlardan biri de Hıdır makamıdır. Bu makama yükselen bir veli, Hıdır aleyhi selamla görüşüp ondan ders alabilir. Bu makama yükselmediği halde Hıdır aleyhi selamla görüşüp ondan ders alan bolca veli de mevcut. Ruhları, nefislerine galip gelen velilerden kimileri bir anda birçok yerde görülebilirler. Vefatlarından sonra da cisimleşip geçici olarak dünya hayatında görünen sayısız veli örneği var. Evliyalarda pek çokları, Hıdır makamındadır.
Rical’ül gayp velileri içinde yer tutan Yediler, yeryüzünde Hıdır aleyhi selam gibi görev yapan en gizemli veli topluluğudur. Yediler, Hıdır aleyhi selama bağlı olarak çalışırlar. Gavs, kutb’ul medar, kutbu zaman, Kutbul Haras, sahib’ül zaman gibi unvanlarla anılan yüce evliyalardan hiçbirinin Yedilere hükümleri yoktur. Bu yüce evliyalar Yedilere emir ve talimat veremezler. Yedilerin reisleri vardır. Allah’tan, Hıdır aleyhi selama emir gelir. Hıdır aleyhi selam gelen emri Yedilerin reisine iletir. Yedilerin reisi de gelen emri kendi buyruğunda olan diğer Yedilere iletir. Ne yapmaları gerekiyorsa onu yaparlar. Yediler, Hıdır makamındadırlar. Tayyı zaman yapma, birden fazla yerde, cismen ya da ruhaniyatıyla bulunabilme onların en belirgin özelliğidir. Hıdır aleyhi selam gibi isterlerse cisimleriyle, isterlerse ruhaniyatlarıyla değişik yerlerde bulunabilirler. Yedilerin, öldükten sonra da cisimleşerek dünya hayatında geçici olarak bulunma yetkileri var. Burada şunu belirtmekte yarar var: Velayette Hıdır makamına gelen evliyalardan hiçbiri, Hıdır aleyhi selamın ledün ilmine sahip olamaz. Hıdır aleyhi selamın ledün ilmi bir denizse, Hıdır makamına gelen bir evliyanın ledün ilmi bir kova su hükmünde kalır.
Şayet Yediler, farklı uyruklardansa birbirleriyle nasıl iletişim kuruyorlar? Dil sorununu nasıl hallediyorlar?
Yediler, hep Türkiye’den çıkmıyor. Dünyanın pek çok coğrafyasında, farklı uyruktan Yediler var. Yediler kahır çoğunlukla ümmidirler, yani okuryazarlıkları yoktur. İçlerinde ümmi olmayan, okuryazarlığı bulunan Yediler de vardır tabii ki… Ama kahır çoğunluğu ümmidir ve çobandır. Yani Veysel Karani meşrep…
Yediler, dil bilmezler. Ana dilleri neyse o dilde konuşurlar. Örneğin Hıdır aleyhi selamın emriyle Türkiye’den bir Yedi evliyası, İngiliz uyruklu biri ile konuşacaktır. Kendi ana diliyle Türkçe konuşur. Allah, bu konuşmayı İngiliz uyruklu kişiye, İngilizce olarak işittirir. İngiliz uyruklu kişi kendi ana diliyle İngilizce konuşur. Allah, o konuşmayı karşıdaki İngiliz’e Türkçe işittirir. Böylece sorunsuz, mükemmel bir iletişim gerçekleşir. Yedilerde manevi bir telefon hattı vardır. Manevi olarak konuştukları zaman da aynı şeyler olur. Herkes kendi ana diliyle konuşur, karşıdaki kişi, bu konuşmayı kendi ana diliyle işitir. Bu keramet, Yedilere verilen ilahi bir rahmettir.
Bütün peygamberlerin mucizeleri, bütün evliyaların kerametleri, bilimsel dünyaya ufuk göstermektedir. Bilim ilerledikçe, böylesi mucize ve kerametlerden pek çoğu, bilim dünyasınca ileride gerçekleştirilecektir.
Hıdır aleyhi selamın ledün ilminden ve bilimsel –teknolojik- ilminden pay sahibi olmadan yana dünyada hangi coğrafyalar ön plana çıkmaktadır? Batılı ülkeler, bilim ve teknolojide öndeyken, neden İslam ülkeleri gerideler?
Son Ahit Kur’an’ı kerimin ilk ayeti “oku” emriyle başlar. Bu oku emriyle, yaratılan evrenlerdeki canlı-cansız tüm varlıklarda Allah’ın kudretini görmeye, velayet caddesindeki ledün ilmine ve Âlim esmasının kudretiyle ortaya çıkan bütün bilimleri araştırmaya yönelik atıf yapılıyor.
İslam ülkelerinin de içinde bulunduğu Doğu ülkeleri; bilimi, bilimsel araştırmayı ihmal ettiler. Bundan dolayıdır ki bilimsel gelişmelerden yana bir hayli geri durumdalar. Hıdır aleyhi selamın ledün ilminden pay sahibi olmadan yana Doğu ülkeleri ön plandadır. İslam ülkelerinin de içinde yer tuttuğu Doğu ülkeleri, velayet sahasında ön plana çıkıyor. Çünkü Hıdır aleyhi selamın ledün ilminin mirasçıları olan veliler, kahır çoğunlukla İslam coğrafyasındadır. Hıdır aleyhi selamın ledün ilminden pay sahibi olmanın temel koşulu: Müslüman olmak, Kur’an ve sünnete uygun düşen bir hayat yaşamaktır. Bundan dolayıdır ki Yahudi, Musevi, Hristiyan, Budist vb inançtan olan kimseler, kesinlikle Hıdır aleyhi selamın ledün ilminden yana hiçbir bilgiye sahip olamazlar. Bu kesindir. Derseniz ki Batılı ülkelerde, Hıdır aleyhi selamın ledün ilminden pay sahibi olan hiç kimse yok mu? Tabii ki vardır. Ama bu kabil kimseler kesinlikle İslam’ı seçmişlerdir. Batılı ülkeler, Hıdır aleyhi selamın ledün ilminin varisi değiller. Evliyalar, veliler, bütün rical’ül gap adamları bundan dolayıdır ki hep İslam ülkelerinden çıkmaktadır.
Hıdır aleyhi selam, âlemlerdeki bütün bilimleri bilmektedir. Medeniyetlerin teknolojik gelişmelerine Hıdır aleyhi selamın katkı sağladığı da bilinen bir diğer gerçekliktir. Hıdır aleyhi selamın bilimsel ilminden pay sahibi olan uluslar, Batılı ülkelerdir. Bilimsel ışığın aydınlığında ilerleyen Batı’ya, yeni rakiplerin geldiği de diğer bir gerçekliktir. Rusya ve Çin. Sıkça duyduğumuz bir hadisi şerif var: “ İlim Çin’de de olsa öğreniniz.” Bu hadiste, ilimin Çin’de yaygınlaşıp zirveye çıkacağına atıf var.
Günümüzde, Hıdır aleyhi selamın bilimsel- teknolojik ilminden pay sahibi olan ülkeler Doğu değil, Batılı ülkelerdir. Hıdır aleyhi selamın bilimsel- teknolojik ilminden pay sahibi olmak için Müslüman olmak şart değildir. Batılı ülkeler bilime, araştırmaya büyük önem veriyorlar. Bundan dolayıdır ki bilimin ve teknolojinin sancağını bugün Batılı ülkeler taşıyorlar.
Medeniyetlerin teknolojik gelişmelerine Hıdır aleyhi selam nasıl katkı sağlar?
Bunu üç şekilde yapar: İlham vererek, rüyayla ya da açıktan gözükerek.
Hıdır aleyhi selamın âlemlerdeki teknolojik ilminden pay sahibi olan bir insan ırkı var mı, buna bir örnek erebilir misiniz? Sizce dünya dışı evrende yaşam süren insanlar söz konusu mudur?
Hıdır aleyhi selamın bilim ve teknoloji ilminden pay sahibi olan tabii ki âdemoğulları var. Süreyya Kameri ehlinden olan âdemler var. Yani, bizler gibi onlar da insan. Ay’a ilk adım atıldığında, Süreyya Kameri kavminden âdemoğulları uçan daireleriyle bu uzay mekiğini izlediler ve ona eşlik ettiler. Süreyya Kameri kavmine bu teknoloji ilmini, Hıdır aleyhi selam öğretmiştir. Uzay aracına eşlik eden ışıksı kümelerinin görüntüleri NASA tarafından da kayda alınıp dünyadakilere izletildi… O ışık kümeleri, sultani güç teknolojisi kullanan âdemoğullarına aittir. Yani gezegenlerin soyut yüzünde yaşam süren Âdem neslinden gelen âdemoğullarına…
Bu manada bir hadis: “Ümmetim mübarek bir ümmettir, evveli mi yoksa sonu mu daha hayırlıdır bilinmez.”(1)
Hadiste ön görülen “ümmetin evveli”, Süreyya Kamerinde ve diğer gezegenlerde yaşam süren insanlardır. Bunlar, Hıdır aleyhi selamın teknoloji ilmiyle, sultanî güç denen, harika teknolojiler geliştirmişler. Dünyada uçan daireleri gören yüz binlerce insan var. Bu uçan daireler, “ümmetin evveline” yani Süreyya Kamer ehline ve diğer gezegenlerde yaşam süren insanlara aittir. Sultani güç dediğimiz şey, ışık hızından daha ötedir. Örneğin, bir uçan daire görürsünüz. Pırıl pırıl, çelikten, tabakımsı bir uzay aracı. Gördüğünüz şey somuttur. Göz açıp kapayıncaya kadar yok olur. Bunlar sultani güçle çalışır ve bu teknoloji ilmini Hıdır aleyhi selam onlara öğretmiştir…
Sultani güçle neyi kastettiniz?
Sultani güçle kastettiğim şey “zaman yolculuğu” teknolojisidir. Yani somut evrenden soyuta geçen bir teknoloji… Sözgelimi tabakamsı bir uzay aracı- UFO -görürsünüz. Bu araç, somuttur. Göz açıp kapayıncaya kadar birden yok olur. Süreyya Kamerine gider. Geçen zamanı hesaplasanız beş saniye sürmemiştir. O uzay aracı beş saniyede sultani güçle Süreyya kamerine çoktan varmıştır. Oysa dünyadaki uzay araçları, ışık hızına ulaşsa dahi Süreyya Kamerine, ancak 400 yılda ulaşabilir. Ümmetin evveli olan Süreyya Kamer ehlinde yaşam süren Âdem nesli, ümmetin ahiri olan ve dünyada yaşam süren âdem neslinden bilim ve teknoloji bakımından kıyas kabul edilemeyecek kadar öndedir. Çünkü sultani güce, soyut evrene yolculuk yapan teknolojiye sahipler. Sultani teknolojiyi Allah’ın izniyle onlara öğreten Hıdır aleyhi selamdan başkası da değildir…
Âlemlere rahmet olan Peygamberimizin sav iki tür ümmeti vardır: Öncekiler, sonrakiler. Öncekiler yalnızca Süreyya Kamerinde yaşayan âdemoğluyla sınırlı değildir. Âlemde yaşam süren diğer âdemoğulları da önceki ümmetlerden olan âdemoğullarıdırlar.
Cinler ve insanlar sultani güce sahip değiller. Bu ilim, Hıdır aleyhi selama verilmiş olan bir ilimdir. Hıdır aleyhi selam bu teknoloji ilmini, Süreyya Kamer ehlinden olan âdemoğullarına ve diğer gezegenlerde yaşam süren insanlığa öğretmiştir. Göklerin ve yerin sınırlarını aşmak sultani güçle, zamanda yolculuk teknolojisiyle, mümkündür. Dünyada yaşam süren âdemoğulları bir gün sultani gücü elde ederlerse göklerin ve yerin sınırlarını aşmaları, işte o zaman mümkün olacak.
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp öteye geçebilirseniz haydi geçin! Ama (tarafımızdan verilmiş) sultani bir güç olmadıkça geçemezsiniz (Son Ahit, Kur’an’ı Kerim, Rahman suresi, 33. Ayet).
Süreyya Kameri ehlinden âdemoğulları demiştiniz. Süreyya Kameriyle hangi gezegeni kastediyorsunuz? Şayet bir gün dünyada yaşam süren âdemoğulları sultani gücü elde edip de Süreyya Kamerinde yolculuk gerçekleştirseydi onları somut olarak görebilirler miydi?
Süreyya Kameriyle kastettiğimiz şey, Ülker yıldızıdır. Dünyada yaşam süren insanoğulları, kıyamete kadar pek çok gezegeni keşfedecek, oraya yolculuk yapacaklar. Bir gün, Süreyya kamerine dahi yolculuk gerçekleşecektir. Ancak Süreyya kamerinde yaşayanları ve diğer gezegenlerde yaşam süren âdemoğullarını göremeyecekler. Buralarda yaşam süren âdemoğullarını her göz göremez. Onları görebilmek, Hıdır aleyhi selamın ledün ilminden pay sahibi olan velilerin harcıdır. Uzayda yolculuk yapan Batılıların görebilecekleri tek şey, taş-toprak ve kumdan ibaret kalır ve kalacaktır. O gezegenlerde yaşam süren âdemoğullarını göremezler. Çünkü onlar, gezegenin soyut evreninde yaşam sürmekteler…
Süleyman Hilmi Tunahan (ks) bir vaazında: “ABD Ay’a gitmeye hazırlanıyor. Fakat bu masraflara yazık… Bu gayret, Mars için olsa çok isabetli olurdu… Çünkü Ay’da hayat yok. Ay kupkuru. Fakat Mars’ta hayat var! Orada insanlar var… Su var… Orada Hz. Kur’an aynen var! Hz. Muhammed (sav) oradakilerin de peygamberi… Yani; orada Ümmeti Muhammed var… Hatta orada varisi Resullerin evlatları (seyyidler)var… Ve yine orada İslamiyet’e sarılma bizden çok fazla. Orada Kur’an, ahkâmı hâkim… Ve nihayet o insanlar Hz. Kur’an’a sarıldıklarından dolayı teknolojik olarak bizden çok öndeler!” diyor. Oysa NASA gözlemlerine göre Mars’ta yaşayan herhangi bir insan topluluğu yok. Su da yok. Deniz de yok. İnsanlar da yok. Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri keşfinde yanılıyor mu? Bu konuda sizin düşünceniz nedir?
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri (ks) çok büyük bir evliyadır. Bu sözleri kalp gözüyle, ledün ilmiyle, görerek söylüyor. Söylediği sözlerin tümü kalp gözüyle görme ufkunda değerlendirildiğinde doğru; zahiri gözle görme ufkuna getirilip değerlendirildiğinde ise tamamen gerçek dışıdır. NASA gözlemine göre Mars’ta ne insanoğlu var ne de onların yaşadığı şehirler, kentler, evler. Ne de su var… Mars, taş kum ve toprak yığınından ibaret. Gözlemlenebilir, somut hiçbir yaşam emaresi de yoktur. Buradan şöyle bir sonuç çıkmaz. NASA verileri Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerini keşfinde yalancı çıkardı. Marsta ne hayat var ne de insan…
Süreyya Kamerinde- Ülker yıldızı- yaşam süren âdemoğulları var dedim. Biz ölüp gittikten yüzyıllar sonra bu makaleyi okuyan biri şöyle diyemez. “Ferhat Saul, NASA Ülker yıldızına indi. Ortada ne âdemoğlu var, ne de onlara ait bir kalıntı. Düşüncelerin tümüyle gerçek dışıymış…” Biz Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri gibi demiyoruz; Mars’ın soyut evreninde âdemoğullarının yaşadığından söz ediyoruz. Ve diyoruz ki Mars’a uzay mekiği yollayın. Orada deniz, su, âdemoğlu, şehir, köy, hiçbir şey göremeyeceksiniz. Gördüğünüz sadece taş, kum ve buz kristalleri olacak…
Mars’ta, Süreyya Kamerinde, başka yıldızlarda yaşam süren âdemoğulları da var. Bunlar, ümmetin evvelidirler. Ancak, bunlar o gezegenin bize göre soyut, onlara göre somut yüzünde yaşam sürüyorlar. Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, Mars’ın bize göre soyut yüzünde hayat süren âdemoğullarını somut olarak görüp bunları dillendiriyor. Gördüğü haktır; ancak soyut-somut algısına göre değerlendirme görecelidir ve izaha muhtaçtır.
NASA, hangi gezegene giderse gitsin, o gezegenlerde hep taş-kum görecektir. Hadisi şerifte “ümmetin evveli” diye anılan âdemoğulları gezegenlerin -bize göre - soyut evreninde yaşam sürdüklerinden, onları görmek mümkün değildir. Uçan daireleri gözleriyle somut olarak gören yüzbinlerce insan var. Ancak, bu uçan daireler, bir saniyede yok olup gidiyor. Yani soyut evrene geçiyor. Çünkü sultani güç teknolojisi kullanıyorlar. Süleyman Hilmi Tunahan’ın Mars’ta hayat var sözü, Mars’ın soyut evreninde yaşam süren âdemoğullarıyla ilgilidir. Ve söylediklerinin tümü de gerçektir. Ancak dünya gözüyle bakarsanız, bu söylenenlerin hepsi gerçek dışı olur. Dünya evreninde yaşam sürenler kendi algılarına göre“ somutu” görüp somuta yolculuk yapalar. Bu somut, dünya yaşamına göredir. Yani görecelidir. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Allah’ın kendine bahşettiği ledün ilmiyle Mars’ta yaşam süren âdemoğullarını görüyor; ancak gördüklerini somut evrenin şartlarında değerlendiriyor. Bu algı, bu nedenledir ki gerçeklikle bağdaşmıyor. Bu, âdemoğullarının yaşadığı diğer evrenler için de aynıdır. Soyut evrende yaşam süren âdemoğulları için, dünya ve diğer yıldızlar “somut” değil, soyuttur. Gerçek şu ki diğer gezegenlerin soyut evreninde yaşam süren âdemoğulları, teknoloji olarak bizden oldukça üstünler. Sultani güç teknolojisiyle bizim evrenimize gelebiliyorlar; ancak dünya hayatında yaşam süren bizler, onların evrenine gidemiyoruz. Çünkü ortada sultani güç teknolojisi yoktur.
Sultani güç, zamanda yolculuk, Hıdır aleyhi selamın ilminden bir ilimdir. Sultani güç teknolojisini elde etmeden, soyut evrende yaşam süren âdemoğullarını görmek imkânsızdır…
Marsın ve diğer gezegenlerin soyut evreninde yaşam süren âdemoğullarıyla, cinleri mi kastettiniz?
Hayır. Sizin bizim gibi cismi olan, diğer bir söylemle sizler bizler gibi insan olan âdemoğullarından bahsediyorum. Kafaları kocaman, gözleri iri uzaylı varlıklardan söz etmiyorum. Mars gezegeninde yaşayan bir âdemoğlu, yaşadığınız şehre gelse, caddede yürüse, kimse onda bir farklılık göremez… Çünkü onlar da sizler bizler gibi birer insan ve âdemoğlu…
Sosyal medyada, Yedilerin reislerinden olan Lâdikli Ahmet Ağa’nın, Hıdır aleyhi selamın emriyle, kendisi gibi Yedilerden olan bir ricalül gayp adamıyla birlikte tayyı zaman yapıp Alexander Graham Bell’in cenaze namazına katıldığı ve Alexander Graham Bell’in aslında gizli bir Müslüman olduğu, Hıdır aleyhi selamın kendisine yardım ettiği dillendiriliyor. Bunun aslı var mı? Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Sosyal medyada yer alan pek çok yazı bilimsel gerçekliğin denetiminden geçmeden servis ediliyor. Sonra da bu yazılar kopyala yapıştır mantığıyla birçok sitede yayınlanıyor.
Lâdikli Ahmet Ağa, 1888 yılında doğmuş. 26 yıl askerlik yapmış. Askerdeyken Hıdır aleyhi selamla karşılaşmış. Terhis olduktan yıllar sonra, Hıdır aleyhi selamın irşadıyla Konya Lâdik’te Yedilerin içine girmiş ve daha sonra da Yedilerin reisi olmuş. Lâdikli Ahmet Ağa’nın 19 yaşında askere gittiğini varsayın. Bu,1907 yılına tekabül eder. 26 yıl askerlik yapmış. Ladikli Ahmet Ağa’nın terhis olduğu tarih 1933 yılını gösterir. Lâdikli Ahmet Ağa 1933 yılında henüz Yedilerin içine girmemiştir. En iyimser tahminle bir yıl sonra Yedilerin içine girdiğini varsayın. Tarih, 1934 olur.
Telefonun mucidi olan Alexander Graham Bell, 3 Mart 1847 Edinburgh/İskoçya doğumludur. Bell, 2 Ağustos 1922’de Kanada Nova Scotia, Cape Breton Adası’ndaki Baddeck’teki evinde ölmüştür. Bell, öldüğünde Lâdikli Ahmet Ağa, askerdi ve Yedilerin içine girmemişti. Lâdikli Ahmet Ağa, 1933’te askerliği bitirdiğinde Bell, öleli 11 yıl olmuştu. Lâdikli Ahmet Ağa’nın Bell’in cenaze namazına katıldığı görüşü hayal mahsulü olup bilimsel gerçeklikle örtüşmemektedir.
Sosyal medyada, Yedilerin reislerinden olan Lâdikli Ahmet Ağa’nın, Hıdır aleyhi selamın emriyle, kendisi gibi Yedilerden olan bir ricalül gayp adamıyla birlikte tayyı zaman yapıp Alexander Graham Bell’in cenaze namazına katıldığı ve Alexander Graham Bell’in aslında gizli bir Müslüman olduğu, Hıdır aleyhi selamın kendisine yardım ettiği görüşleri, tamamen gerçek dışıdır, uydurmadır. Bell’in, Hıdır aleyhi selamdan yardım gördüğü, gizli Müslüman olduğu düşüncesi de tümüyle uydurma ve hayal mahsulüdür.
Söyleşi için çok teşekkürler. Hıdır aleyhi selamla ilgili söylemek istediğiniz son bir şeyler var mı?
Harika sorularınız için sizlere teşekkür ediyorum. Sitenize, yayın hayatında başarılar diliyorum. Söyleşi boyunca söylediklerimin en doğrusunu hakkıyla Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir, diyorum. Farkında olmadan, söyleşinin bütünlüğü içinde herhangi bir hata yapmışsam, Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan mağfiret diler, onun sonsuz rahmetine sığınır, bağışlanma dilerim. Söyleşinin, inanan bütün Müminlere mübarek olmasını diliyorum. Bir gün, Hıdır aleyhi selamı görüp reddolmayan duasını almak dileğiyle…
Allahummessalli ala seyyidina Muhammed ve seyyidina Hıdır ve İlyas ve seyyidina cemii enbiyayı mürselin sellim vessellim.
Ferhat Saul Aaron
hizirlayolculuk.com
Kaynaklar
1.Ramûzu'l-Ehadis s. 83, 1151. hadis. (İbn-i Asakir, Amr b. Osmandan mürsel olarak); Kandehlevi Muhammed b. Yûsuf, Hayatu's-Sahabe I-IV, Konya 1983, II, 599; Sübülü's-Selam IV, 127; es-Savaiku'l-Muhrika s. 211.