top of page

Sufism Söyleşisi

İslam dünyasında, sufismin –velayet yolunun- Efendimiz Aleyhi selamla başlayıp günümüze kadar devam ettiği düşüncesi yaygın bir görüştür. Sufizmin başlangıcı hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Sufism yolu, Efendimiz aleyhi selamla başlamamıştır. Âdem aleyhi selamdan günümüze değin devam edegelmiş, ruhani ve gizemli bir yoldur. 


Âdem aleyhi selam dünyaya gelmeden önce bir çok âdemler gelip geçmiştir dünyadan. Yaşamışlar, ölmüşler çekip gitmişler. Bu âdemlerin letaifleri halk – yani dünya- âleminde: hava, su, toprak, ve ateştir. Emir âleminde ise kalp, ruh, sır, hafi, ahfa letaiflerinden yalnızca birisidir. Yani kalp âleminden âdemler yaşayıp gitmiş, sonra ruh âleminden âdemler gelip geçmiş, sır âleminden âdemler konup göçmüş, hafi, ahfa âlemlerinden âdemler dünyaya konup göçmüşler. Dünyaya bütün letaifleriyle gelen, bizim atamız Âdem aleyhi selamdır. Onun torunları olan bizler de halk âleminden “hava, su, toprak, ateş” emir – yani arş- âleminden “kalp, ruh, sır, hafi, ahfa” letaiflerinin tümüyle dünyaya geliyor, sınanıyoruz. 


Peki bu son Âdem dediğiniz kim?

Cennette “yasak meyveyi” yiyen, biz insanların atası, Havva annemizin eşi olan Âdem…


Gelmiş geçmiş âdemlerde de Âdem aleyhi selamdan sonra da “sufism” hep vardı. Her Peygamberin yaşadığı çağın öğretisine uygun olan bir sufismden söz ediyorum…


Sufism neden var, veya neden gereksinim duyulmaktadır?

Melekler âlemindekiler, yedi ismi azamla yanan güneşin içinde yaşam sürenler, sayısız âlemlerde yaşayan ruhaniler, Cennette yaşam süren insanlar için sufism yoktur. Sufisim yalnızca insanlar ve cinler âlemi için söz konusudur. Cennet ve cehennem için sınanan, nefis taşıyan iki zümre vardır: İnsanlar ve cinler. Bütün peygamberlerin getirdikleri din İslam’dır. Cinlerin ve insanların halk âleminden letaifleri: su, toprak, hava, ateş, nefistir. Emir âleminden letaifleri: kalp, ruh, sır, hafi, ahfadır.


Olanca gücüyle kötülüğü emreden nefsin yedi mertebesi vardır. Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziye, merdiyye, kâmile.


Bu dediğiniz nefis mertebeleri  kendi bünyesinde kaç mertebeyi bünyesinde barındırır?

Her nefis mertebesinin kendi içinde en az on bin dairesi vardır. Bir insanın içinde bulunduğu nefis mertebesiyle cehennemdeki azabı, cennetteki nimeti doğru orantılıdır. Başka bir söylemle cehennem genel bir kavram. Ama cehennemin en az on bin mertebede azap türü ve derecesi vardır. Nefis mertebesine göre cehennem azabının türü, azap derecesi şekillenir. Aynı şey cennet için de geçerlidir. İnsanlardan pek çoğu şöyle düşünür: Cennete gitti. Oysa cennet mertebesi farklı farklıdır. Örneğin “levvame” nefis mertebesinin on bin dairesi var. Övülen bir nefis mertebesi... Ancak “levvame” mertebesindekilerin derecelerine göre kendi içlerinde güzelliği, eşi, değişkendir. Aynı değildir. Allah’ı görüp bilmeleri dahi aynı değildir, mertebesine göredir.


Bir örnek verebilir misiniz?

Caddede bir adam yürür, eli nasırlı, köylü bir adam. Bir tarikata bağlıdır. Yıllarca Allah’ı zikretmiştir. Fakirdir, çoğu zaman evine aş götüremez. Sabır ve şükür ehlidir. Üstü başı perişan, ayakkabısı eski... Mülhime nefis mertebesinde vefat eder.


Levvame mertebesinde cennete giden birinin cennet eşi, kendi güzelliği, evi sayısal ifadeyle bin değerindeyse mülhime mertebesinde vefat eden o yoksul köylünün cennet eşi, kendi güzelliği, evi beş yüz bin sayı değerindedir. Aralarında büyük fark var. Sonsuz hayatta kim karlı çıktı? Onun hesabını sizler yapın…


Cinlerin ve insanların nefis konaklarını geçmesi, Allah’ın indirdiği dine -ki tümünün adı İslam’dır- peygamberlerine iman etmeleri, yetkili birinden el alıp sufism yoluna girmeleri, bu yolla Allah’ı çokça zikretmeye bağlıdır. Sufisim bunun için gereklidir. Yani Âlemlerin Rabbi Allah’a intisap edip onu çokça zikrederek nefis mertebelerini geçmek için.


Bazıları şöyle düşünüyor: Şeriat yeme içmek, tarikat tatlıdır. Yemeden içmeden yaşanamaz; ama tatlı yemeden de yaşanabilir. Bu söz hakkında ne dersiniz?

Bu söz ne ayettir ne de hadistir. Anlamsız, boş bir sözdür. Bu manada bir ayet:


“Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla mütmain olur.” (Ra’d Suresi 28. Ayet)


Sufismin İslam’daki yeri nedir, İslamsız bir sufism ön görülebilir mi?

Bu soruya bir de şöyle bakalım: Hava, su, toprak, ateş olmadan yaşam sürmek mümkün mü? Dünya âleminde sınanan insanların ve cinlerin nefis unsurları şunlardır: hava, su, toprak, ateş, nefis. İnsan halk âleminde –dünya- bu beş unsurla yaşam sürebilir. Hava, su, ateş, toprak olmadan “nefis” yaşayamaz. Nefsin yaşaması için hava, su, toprak, ateş şarttır.


İnsan on dakika havasız kalınca ölür. Su olmadan yaşam süremez. Toprak olmasa gıdasını alamaz, tüm canlılar gibi insan da yok olup gider. Güneş olmasa yaşam son bulur. Vücut belli bir sıcaklık derecesinde olmasaydı ölüm kaçınılmaz bir son olurdu. Ateş olmazsa yaşam dururdu. Ölen insanların bedenlerine bir bakın. Neden sopsoğuk?


Ölenlerde; hava, su, ateş, toprak ve nefise bağlı hayat bağı kopar.


Âdem aleyhi selamdan günümüze sufism İslam’ın içinde hep yer tutmuştur. Şeriat, insanın cesedi, sufisim ise insanın ruhudur. Ceset olmadan bu dünya hayatında yaşam sürülemez. Ruh olmadan da ceset sadece bir et kemik yığınından ibarettir.


Kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ gibi âlemi emirden olan letaiflerin sağaltımı; Allah’ın esmalarını zikretmeyle alınan ruhani gıdaya bağlıdır. Allah’ın esmalarının nurunu, enerjisini almadan bu ulvi letaifler yaşayamaz, bir zaman sonra kuruyup giderler. Böylesi bir durumdaki bir insan, gerçek manada insanlıktan çıkar ve ebedi hüsrana uğrar.


İslamsız sufism olabilir mi?

İslamsız bir sufism yoktur. Âdem aleyhi selamdan Ahir Zaman Peygamberimize değin gelen bütün hak dinlerin adı: İslam’dır.


Pek çok inançta nefis eğitimi için çeşitli pratikler göze çarpar. Örneğin Türklerin Şamanizm inancı, bazı uluslardaki Budizm inancı, Hinduların Yogası, Musevilerin Kabalası, Masonluk öğretileri ve diğerleri… Bu öğretilerle bazı harika şeylere ulaşmak mümkün; ancak bu usullerle nefis tezkiyesi söz konusu olamaz. Aksine nefis iyice firavunlaşır.  İslam dairesinin dışında kalan tüm uygulamaların kapısı, cinlere ve şeytanlara açılır. Bu yollarda nur yoktur, zulmet ve karanlık vardır.


İslamsız bir sufism kesinlikle söz konusu değildir.


Yaratıcıya yaklaşmak için sufisim şart mıdır, sufisim dışında başkaca bir yöntemle Yaratıcıya yaklaşılamaz mı?

Yaratıcıya yaklaşmak için İslam dairesinde olmak şarttır. İslam dairesinin dışındakiler Yaratıcıya değil şeytana yaklaşırlar. Bu, kesindir.


Namazla, Kur’an okuyarak, sadakayla, zekâtla, cömertlikle, merhametle, oruç tutarak, hacca giderek, kurban keserek, hayır işleyerek, günahlardan sakınarak, misafire ikram ederek, vatan için yiğitçe savaşarak Allah’a yaklaşmak mümkündür. Ancak bu yaklaşmalarla; nefsin yalnızca ikinci mertebesi olan “levvameye” –yani kendi kendini kınayan nefis- konağına kadar gelinebilir. Diğer nefis mertebelerine gelmek için gerçek bir insan-ı kâmil elinden biat alıp Peygamberimizin velayetine, oradan da Allah’a intisap etmek şarttır.


“Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. “ (Fetih suresi 10.ayet) 


Sufismin İbrahimî dinlerle ilgisi nedir?

Nereden baktığına bağlı olarak sorunun yanıtı da değişir. Önceki soruları değerlendirirken değinmiştim. Tüm hak dinlerin özünde sufism vardır. Ancak bu sufisim, günümüzdeki Nakşilik, Kadirilik vb gibi değildir. O günün şartları içinde şekillenen, peygamberlerin öğretileriyle biçimlenmiş bir sufismden söz ediyorum.


Biraz izah edebilir misiniz?

Örneğin Musa aleyhi selam bir İslam peygamberidir, ancak o dönemdeki ricalül gayp adamlarından, Hıdır aleyhi selamdan habersizdi. Allah’ın bildirmesiyle Hıdır aleyhi selamı tanıdı ve kendisine talebe olmak istedi. Üç soruyla da kaybetti.


Hıdır aleyhi selam İbrahim aleyhi selamın yaşadığı çağdan bu yana yaşıyor ve hâlâ görevini icra ediyor. Yaşadığı çağlar boyunca da ricalül gayp velileri hep var olmuştur… Sufismin kaynağı hep aynıdır: Allah. Ancak, çağlara göre sufisim uygulama pratikleri farklıdır.


Musevilikteki Kabala öğretisiyle sufismin kaynağı aynı mı?

Musevilikteki Kabala öğretisinde temel düşünce şudur: “İnsanın nasıl yaratıldığı ve daha yüksek varoluş seviyelerinde nasıl faaliyette bulunduğunu sorgulamak… Kabalada, bilgeliğin manevi dünyaya çalışmak için bir araç olduğuna inanılır. Dünyamızı keşfetmek için, fizik, kimya, biyoloji gibi bilimleri kullanırız. Bu bilimler beş duyumuzla algıladığımız fiziksel dünyaya çalışır. İçinde yaşadığımız dünyayı bütünüyle anlamak için, duyularımızın algılayamadığı gizli âlemi keşfedebilecek bir araştırma aracına ihtiyacımız vardır.


Kabala bilgeliğine göre realite iki güç veya nitelikten oluşur: alma arzusu ve ihsan etme (vermek) arzusu. İhsan etme arzusu vermek istediği için bir alma arzusu yaratır, bu nedenle daha yaygın biçimde kullanılan adı ‘Yaratan’dır. Bu yüzden inanca göre tüm yaratılış bu alma arzusunun tezahür(görünüm)leridir. Kabala sadece yaratılışın tasarımını öğretmez, aynı zamanda realitenin her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen başlangıçtaki tasarlayanı gibi, nasıl tasarlayanlar olunabileceğini öğretir.”


Peki Musevilikteki Kabala öğretisiyle nefis tezkiyesi mümkün mü?

Tabii ki değil. Peygamber Efendimizle birlikte eski mukaddes kitaplarının hükmü ortadan kalkmıştır. Yani Allah; son ahit, Kur’an’ı indirerek nurunu tamamlamıştır. Kur’an dışındaki tüm mistik uygulamaların kapısı kesinlikle şeytana açılır.


Tüm hak dinlerin adı İslam’dır, tüm hak dinler içinde sufism hep vardır, kaynakları tektir yani Allah’tır. Uygulama pratikleri ise Âdem aleyhi selamdan günümüze farklı farklıdır.

 

Sufismin; Budizim, Hinduzim gibi öğretilerle bir ilgisi var mı?

Sufisimin; Budizm, Hinduzim gibi öğretilerle amaç bakımından herhangi bir ilgisi yoktur. Sufism, doğrudan doğruya nefsin ıslahını Allah’a kavuşmayı ve O’nun aşkını amaç edinir, kaynağı İslam’dır. Budizim, Hinduzim gibi öğretilerin amacı; huzur haline ulaşmak ve aydınlanmaktır. Bu öğretilerin kaynağı şeytandır.


Derin düşünce – meditasyon- pratiği, Budizim, Hinduzim gibi öğretilerde de var. Sufismdeki nefsin yedi mertebesi, bu inançlarda “çakra” olarak geçmekte. Sufismin kaynağı ilahidir; yani son ahit Kur’an’ı kerimdir. Sufismden beklenen yarar Allah’ı zikrederek nefis konaklarını geçmektir. Diğer öğretilerin amacı sonsuz huzuru elde etmektir.


Bu inançlarla sonsuz huzur elde edilebilir mi?

Hayır.


Günümüzde gittikçe yaygınlaşan Yoga, Meditasyon, Mindfulness (bilinçli farkındalık) öğretileri, sufismden beklenen yararları sağlamaz mı?

Yoga, meditasyon, Mindfulness öğretileri yoluyla çeşitli olağanüstülüklere ulaşmak olası... Zihinden geçenleri okuma, uzaktaki bir kişinin yaşam öyküsünü aktarma, havada durma, yemeden içmeden su üzerinde günlerce kalma, düşünce gücüyle eşyaları yerinden oynatma, enerji nakliyle kimi hastalara şifa yansıtma, ateş ve cam parçaları üzerinde yürüme gibi…


Aslında bütün bu olağanüstülüklerin arka planında cinler ve şeytanlar vardır. Böylesi harikalara kapılanlar şeytanın ağına düşerler ve bir daha da ondan yakayı kurtaramazlar.


Işığını, son ahit Kur’an’dan almayan bütün öğretilerin kapısı şeytana açılır. Meditasyon, Yoga, Mindfulness gibi öğretiler masum değildir. Sufismden beklenen yararlar, kesinlikle diğer öğretilerle elde edilemez.


Sufism yoluna girmek isteyenlere ne önerirsiniz?

İçinde bulunduğumuz çağ oldukça çalkantılı. Sufism öğretilerinin yapıldığı dergâhların büyük çoğunluğu, görsellikten öte ruhani bir derinlik taşımıyor. Sarıklar, cübbeler, tefler, asalar, kadınlı erkekli zikirler, ilimsizlik, bidat, şirk, cehalet almış başını gidiyor… Dergâhlarda şeyhler var, şeyh değiller; halifeler var, halife değiller, dolayısıyla müritler de mürit değiller.


Dergâhlardaki görsellik ve debdebe oldukça ihtişamlı. Ahir zamanın sözde şeyhleri saltanat sürüyorlar. Dergâh duvarlarında Osmanlı tuğrası tabloları, altın yaldızla yazılı ayetlerden ihtişamlı tablolar… Makam arabaları, özel şoförler, korumalar… Her taraf şeyh kaynıyor… Kimi rüyada icazet aldığından, kimi falan efendiden icazet aldığından dem vurup duruyor… On binlerce müritleri var, insanlar karşılarında el pençe divan duruyorlar… Bu dergâhlardaki şeyhlerin kendi öngördükleri ünvanları ya kutb’u-zaman ya da gavs… Büyük şehirlerdeki dergâhların büyük çoğunluğunda olup biten bu…


Ya kırsaldaki dergâhlar, onlar hiç geri dururlar mı? Devasa türbeler yaparlar. Şeyhlerinin evlatlarına kul köle olurlar… Bağında bahçesinde köle gibi çalışırlar… Yalnızca şeyh menkıbeleri anlatıp dururlar. Bu yolla cenneti garantilemeyi umarlar…


Hiç iyi örnekler yok mu?

Tabii ki var. Ancak şunu iyi bilin ki “ahir zaman velileri” dergâhlarda değiller, sarıkları, cübbeleri de yok, çağdaş kıyafetler giyerek halkın içinde oturup kalkıyorlar. Onları tanımak mı? Allah’a kalmış…


Hakiki mürşitlere bir bakın, yerlerine kimseyi bırakmadan öte âlemlere göçüp gittiklerine tanık olursunuz. Zaman göz önünde olan, kendilerine şeyh süsü verenlere biat edip bağlanma zamanı değildir;  zaman, ötelere yürümüş gerçek mürşitlerin yoluna vekâleten el verenleri bulup onlardan el alarak üveysi tarikiyle o mürşitlere bağlanma zamanıdır… En sağlamı budur.


Peki bu kişiler nasıl bulunabilir?

Kendisine bağlanmak istediğiniz kişinin tarikat silsilesine ve yetkisine bir bakın. Sonra da içinizden kendisine soru sorun. Sorularınızı yanıtlıyorsa sonra da şu özelliklere bir bakın:

Yüzüne bakınca size Allah’ı hatırlatıyor mu? Sohbetlerinden sıkılmayıp ruhani bir haz yaşıyor musunuz? Üzerinizdeki bunalımlar onun yanındayken ortadan kalkıyor mu? Yanından ayrılmak istemiyor musunuz? Sizden hiçbir maddi talepte bulunmuyor mu? Şeriata uyup bidatlardan kaçınıyor mu? Bunlar kendisinde varsa tereddüt etmeden kendisine bağlanmanızı öneririm. O insan Allah’ın veli kuludur…


Bir kişi sufi olduktan sonra sarık takıp, cübbe giymesi gerekli mi?

İslam dünyasına şöyle bir bakın “sufism” öğretilerinde içselliğin değil, şekilciliğin ön plana çıktığını görürsünüz. Erkekler için “cübbe-sarık”, bayanlar için “kara çarşaf” olmazsa olmaz koşullar olarak görülür. Bu algıdan dolayı; bilim insanlarının, eğitim-öğretim seviyesi yüksek kişilerin bu yollara girme şansları pek yok gibi…


Ahir zaman şeyhlerinin büyük çoğunluğu “şekilleriyle” ön plana çıkmayı yeğliyorlar. Sakal, cübbe, sarık, şalvar…


Çağlar boyunca İslam âlimleri “sarığın nereden sarkıtılacağıyla” ilgili tartışmalar yaptılar. Acaba sünnet olan kıyafet nasıl olmalı? Sarık omuzun neresinden sarkıtılmalı?


Âdem aleyhi selamdan Efendimiz aleyhi selama değin yüz binlerce peygamber gelmiş. Her peygamber kendi kavminin kıyafetini giymiş.


Cübbe-sarık, sakal; kara çarşaf öylesine kutsanmış ki bu düşünceye karşı çıkanlara pek de iyi gözle bakılmıyor. Sünnet düşmanı olarak nitelendiriliyorlar…Hâlbuki dinin özünde İslami bir kıyafet yoktur; erkekler ve bayanlar için örtünme sınırları vardır. Hepsi bu kadar…


Dergâhlarda akademik kariyer yapmış bir tane şeyh göremedim, halifeye de rastlamadım…  Sufism yoluna giren kişilerin büyük çoğunluğu eğitimsiz… Sufism yollarının en büyük sorunu bu…


Modern yaşam içerisinde sufi olunabilir mi?

Modern zaman içinde sufi tabii ki olunur. Sorun şu “gerçek bir insan-ı kâmil” bulabilmek… Dergâhlarda kahır çoğunlukta “şeyh” göremiyorum, “halife” de göremiyorum”  aşırılık, bidat, hurafe, cehalet, bağnazlık, sapkınlık almış başını gidiyor… Sufismin önündeki en büyük engel; yetkisiz, eğitimsiz, donanımsız, cahil insanların mürşitlik yapıyor olması…


Bir Türk atasözü vardır: Kılavuzu karga olanın, burnu pislikten kurtulmaz. Dergâhların alın birini vurun ötekine… Bu yollara girenlere dergâhlarda öğretilen ilk ders şu:


“Şeyhe soru sorulmaz. Neden niçin denmez. O, zamanın sahibidir, gavstır. Her yaptığı işte bir hikmet vardır. Onun yanında yıkayıcısına teslim olmuş ölü gibi ol.” İnsanlar, bu itikatla körü körüne “ şeyh” bildikleri insana biat edip kendisine kul köle oluyorlar… Yüz yıllardır dergâhlarda “veli” yetişmiyor. Şeyh olmadıkları halde şeyhlik yapanların öteki dünyadaki azapları korkunç… Eğer bilselerdi el etek öptürmezlerdi…


Velayet yollarının önündeki en büyük engel “şeytan” değildir; ahir zamanın yetkisiz, kibirli, sahte şeyhleridir…


Ahir zamanın gizli bir gerçekliği şu an modern çağın insanı üzerinde kasırga gibi esiyor… Bu da kıyametin alametlerinden biridir. Geçim, iş kaygısı herkesi derinden sarsıp etkileyecek… İnsanlar iş bulamayacaklar… Geçinemedikleri için ek iş arayacaklar… Bu koşturmaca içinde sufi olup da Allah’ı zikretmek şöyle dursun ibadetleri yapabilmek dahi çok zor olacak...


Çok zor diye sufism yoluna girip Allah’ı zikretmeyelim mi? Tabii ki değil… Zor şartlar içinde Allah’ı zikretmek büyük dereceler kazandırır; ölüm anında şahadet mertebesi getirir… Şu dünya hayatında en büyük şey: Allah’ı zikretmektir…


Sufi yolculuğu nasıl bir yolculuk, herkes için aynı mı? Sufi yolculuğundaki ilerleme derecesi her yol için aynı mı?

Sufi yolculuğu ruhani bir dünyada kalple yapılan bir yolculuktur. Efendimiz aleyhi selam cismiyle Miraç yaptı. Ümmeti için de kalben Miraç yolu açıktır. Üstün sevme yeteneğiyle, kalben yapılan bir yolculuktur.


Sufi yolculuğu, herkes için aynı değildir. Bu, yaratılışa göre değişkendir. Sevme yeteneği bağlamında insanları üç gruba ayırabiliriz: Nesnel, akılcı ve sevme yetisi orta, âşık olma yeteneği çok yüksek.


Sevebilme yeteneği bir yaratılış sırrıdır. Nesnel yaratılışta olanlar, sevme, âşık olma yeteneği bulunmayanlar sufism yolunda ilerleyemezler. Akılcı, sevme yetisi orta derece olanlar düşe kalka bu yollarda ilerlerler. Âşık olma yeteneği ile yaratılmış olanlar, sufim yollarında çok seri bir şekilde yol alırlar.  Bu sınıfta yer alanların özelliği ta çocukluk çağlarından başlayarak şiddetli bir şekilde âşık olmalarıdır.


Sufism yollarında ilerlemenin temel koşulları şunlardır: Mürşidin hakiki bir silsilesinin olması, irşat edilmesi, kendisine mürşitlik icazetinin verilmiş olması, seyr-i sülukunu tamamlamış olması, kalp gözünün açık olması, ledün ilmine sahip olması…


Evliyalar aynı derecede değiller, makamları farklı farklı… Sufism yollarında ilerlemek için mürşidin yetkin ve mertebe bakımından üstün olması gerekir. Bazen derecesi düşük bir mürşide, üstün yetenekli kişiler öğrenci olurlar. Belli bir mertebeye kadar mürşit ona destek verir. Mürşidin belli konaktan sonra gücü, ilmi yetersiz kalır, o öğrenciyi daha yüksek mertebedeki bir evliyaya gönderir…


Günümüz ahir zaman… Dergâhlarda gerçek bir mürşit bulmanız oldukça zor… Şeklen mürşit görünümündeler, hakikatte sahteler… Mürşitlikle uzaktan yakından bir ilgileri yoktur… Allah kendilerine bir fırsat vermiş, çalıp oynuyorlar… Herkes, mürşit bildiği kişiyi “sahibül zaman”, “gavs” bilerek saygı gösterip el pençe divan duruyor… Bu çok büyük bir sorun…


Diğer bir sorun önlerine gelene ders veriyorlar… Bu da çok büyük bir vebaldir… Herkesin her yolda nasibi yoktur… Yıllarca tespih çeken kişi ölünce boşa çıkabilir… Yani sufi olarak ölmez… Ders vermek için istihare şarttır. 


İstihare nedir ki?

Gerçek istihare, bir velinin karşıdaki kişiyi bir saniyelik nazarla tanıması ve yollarında kısmetinin olup olmadığını kalben öğrenmesidir. Bu, en sağlam istihare şeklidir.  Diğer sünnet olan istihare şekli, istihare namazı kılıp kalbin yatkınlığını, olurunu iki yönlü olarak algılamaktır… Gerçek istiharenin rüyayla hiçbir ilgisi yoktur.  Rüya yoluyla yapılan istiharelerin tümüne şeytan müdahale eder, kendilerini yoldan çıkarır. Bu arada kimi sufiler “rüyada” icazet alarak şeyhliğe başlıyorlar. Rüya İslam’da delil değildir. Rüyayla amel olunmaz. Böylesi kişilerin dayanağı şu hadis-i şeriftir:


“Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez.”


Siz asr-ı saadette Peygamber efendimizi gördünüz mü ki rüyada gördüğünüzün Peygamberimiz olduğunu öne sürüyorsunuz? Rüya yoluyla yetki veren, mürşitlik icazeti veren yüzde yüz şeytandır. Peygamberimiz asla rüya yoluyla icazet vermez…


Sufi yolculuğunda ilerleme, mürşidin velayet mertebesine, sufinin çalışmasına bağlı olarak değişkendir. Gerçekten “gavs” mertebesinde olan bir mürşidin sufileri dünyadaki en şanslı sınıf…


Sadece depresyon veya diğer manevi hastalıklardan kurtulmak için sufi olunur mu?

Manevi hayattan, sufism yoluna girmesi istenen bazı insanlar olur. Oysa o kimselerin uzaktan yakından sufism ile ilgileri yoktur. Hayatlarının bir döneminde durup durduk yere, ansızın şiddetli bir depresyona yakalanırlar, buna panik atak eşlik eder. Psikiyatriste giderler, kendilerine tanı konur, ilaç tedavisine başlarlar, ancak bundan bir yarar göremezler. Sonra dualara yönelirler. Araştırma yaparlar… Hastalıklarına iyi gelecek bazı dua önerilerini bulup uygularlar, bundan da bir fayda göremezler. Vitamin desteği alırlar, bu da bir işe yaramaz… Son çareyi sufism yollarında aramaya başlar. Gerçek bir mürşit, veli bulurlarsa sorun yoktur.  O velinin, önerdiği esmaları yaparak sorunlarından arınırlar. Ancak, hastalıkları tam geçmez, bir eser kalır kendilerinde… Hastalıkları tamamen iyileşse, yollarını terk etme olasılığı vardır. Bu süreci yürüten Allah’tır. O hastalık, bir nevi imanlarının kurtulmasına, hidayete ermelerine, Allah yolunda kalmalarına vesile olur… Hastalık zehir hükmündeyken hakikatte şifaya döner…


Depresyon ve manevi hastalıklardan kurtulmak niyetiyle sufism yollarına girilir mi?

Nereden bakıldığına bağlı olarak değişkendir. Çünkü bazen bu hastalıkları, batında kalmış bir mürşidin ruhaniyatı yapar. Örneğin Seyyid Abdulkadir Geylani hazretleri… Ruhaniyatı birini sevmişse ve dilemişse onu şiddetli bunalımlara atar. O kişi, sufism yollarına girmezse, iş cinnet geçirmeye kadar varır. Daha sonra da krizler geçirmeye başlar. Hayatı alt üst olur, hangi doktora gitse şifa bulamaz. Kendi başına dua eder; ancak bundan da bir fayda göremez… Yıllar geçtikçe bunalımın şiddeti daha da artar, sosyal fobi gelişir, toplum içine çıkamaz olur… Hayata küser, kendisini hiçbir şey mutlu etmez… Böylelerinin önünde iki seçenek vardır: Bu şekilde sürünerek ölüp gitmek, sufism yollarına girerek Allah’ın yolunda yürümek. Bunlardan kahır çoğunluğu sufism yoluna girmeyip içine düştükleri bunalımlarla perişan olup göçerler bu dünyadan… İçlerinden pek azı da sufism yollarına girerek huzur bulur, bu dertlerden bir nebze olsa da kurtulur…


Depresyon ve ruhani hastalık sorunlarıyla psikiyatrisiler ilgilenir, ama bazen işin arka planında değindiğimiz manevi nedenler de olabilir. Bunlar, göz ardı edilemez. Gölgeyle gerçeğin iç içe olduğu bir dünyada neyin gerçek neyin gölge olduğunu kim bilebilir ki?


Ceddinde şehit, evliya bulunanlar, seyyid nesilden olanlar, yaratılıştan sufism yollarına uygun bir kalp taşıyanlar yaşamlarının bir konağında şiddetli bunalımlara yakalanırlar. Bu bir sırlı dildir… Kendilerine ilahi bir davet vardır. Bu dili ve daveti anlayıp da sufism yollarına girerlerse sorunlarından kurtulmaya adım atmış olurlar. Burada önemli olan, gerçek bir veli bulmaktır. Sahte, yetkisiz şeyhlere biat etmeleri sorunlardan kurtulmalarına katkı sağlamaz, aksine bunalımlarının iyice artmasına neden olur...


Allah’ın yollarına yalnızca Allah rızasını, nefis tezkiyesini dileyerek girmek gerekir. Önerilen budur...


Şu da var ki sufism yollarında çaresiz hastalıkların, ruhsal sorunların dahi şifası vardır. Hastalıklardan ve sorunlardan kurtulmak isteyenlerin sufisim yollarına girmelerinde bir sakınca yoktur. Sufism yolları ümit yollarıdır, Allah’ın rahmetinden ümit kestirmek doğru değildir… Ancak hastalıktan kurtulmak için bu yollara girenlerin, zaman içinde Allah’ın rızasına doğru adım atmaları önerilir… Aksi halde sufisim yollarında bulunma nedenleri yalnızca hastalıktan kurtulmak olur… Bu da Allah’ın rızasının dışında kalan bir iştir…


Sufism yolculuğu sırasında manevi bir dünyaya kapı açılacağı için bu, altından kalkılamayacak kimi ruhani sorunlara yol açar mı? Bu yolculukta nelerle karşılaşılır?

Kalp gözünün açılması, ruhani dünyalarla irtibat kurma noktasında birkaç söz söylemek isterim. Kalp gözleri açılanlar, ruhani dünyayla irtibat kuranlar iki caddeden birine adım atarlar: Ya şeytanların ya da Allah’ın yoluna…


Şu sınıfta yer alan kişilerin kalp gözleri kesinlikle cinlerin ve şeytanların âlemine açılır: Kendi başlarına Allah’ı çokça zikredenler, havas ilmiyle ruhanileri davet edip ayetlerin, esmaların ruhanileriyle irtibata geçenler, sahte bir şeyhten el alıp Allah’ı çokça zikredenler, hak olan bir sufism yolunda olan; ancak el vermeye yetkisi olmayan bir sufiden el alarak çokça zikredenler, hak bir yolda el verme yetkisi bulunan; ancak nefsine uyup kendi başına halifeliğini, şeyhliğini ilan eden birine biat ederek çokça zikredenler, rüya yoluyla kendisine mürşitlik yetkisinin verildiğini ön gören birinden el alarak çokça zikredenler, kalp gözü açık ve meczup birinden el alıp Allah’ı çokça zikredenler, medyumlar, yoga, meditasyon, mason ritüelleri ve benzeri öğretilerle ruhani dünyaya açılanlar… İstisnasız olarak böylelerini cinler ve şeytanlar ele geçirirler, bu kesindir ve kaçınılmaz bir sondur. Bu tarz kişiler, altından kalkılmadık ruhani sorunlarla karşılaşırlar. Şeytanın oyuncağı olarak bu dünyadan göçüp giderler.


İkinci caddede yürüyenler, hak bir mürşitten el alanlardır: Bu sınıfta yer alan ve kalp gözleri açılan sufilerin gördükleri haktır, manevi dünyaya açılma ufukları velayet derecelerine göre değişir. Hak yolda bulunan velilerin kalp gözlerinin açılması hiçbir soruna yol açmaz. Kur’ana, sünnete uyan ve kalp gözü açılan velilerden kahır çoğunluğu bir konakta çakılıp kalırlar. Çünkü bunlar, şeriata uymayanlardan, zina edenlerden, sosyete yaşamı sürenlerden, kafelerde aşk muhabbeti yapanlardan, açık saçık gezenlerden, plajlarda uygunsuz kıyafetler giyerek yıkananlardan, alkol alanlardan, esrar içenlerden, diskoteğe gidenlerden, sosyal hayat içinde el ele tutuşup birbirlerine sarılıp öpüşen sevgililerden, şarkıcılardan bir bütün olarak nefret ederler, onlara kötü gözle bakarlar, kendilerinden kesinlikle hoşlanmazlar…


Bu tarz velilerden kahır çoğunluğu, kendi algılarınca İslami kıyafetler giyerler. Yani sarık sarmak, cübbe giymek gibi… Çevrelerinde kendilerini veli bilerek sevip sayan binlerce kişi olur. Bunların oturup kalktıkları yerler genellikle dergâhlardır… Böylelerinin sorunları; şeriata uymayan Allah’ın kullarından nefret etmeleri, onları eleştirmeleri ve kendilerine kötü gözle bakmalarıdır. Bunlar, bir konaktan sonra kesinlikle manevi olarak ilerleyemezler. Ötesel velayet sırlarına ulaşamazlar. Kusurları, Allah’ın kullarını hor görmek, onlardan nefret etmek ve tiksinmektir. Böylelerinin ilham yoluyla Allah’tan alacakları bilgiler engellenir. Velayet yörüngesinde, sabit bir şekilde dolanıp durmak böylesi velilerin alınyazısıdır.


Bir de sosyal hayat içinde yaşam süren, tanınmayan veliler vardır. Bunlar, derğahların semtine dahi uğramazlar. Sarık sarmaz, cübbe de giymezler. Kot pantolon, spor kıyafetler giyerler. Sakal bırakmazlar. Sosyal hayat içinde düşüp kalkarlar. Şeriata aykırı işler yapan günahkâr kişilere kesinlikle kötü gözle bakmazlar. Sevişen, zina eden, açık saçık giyen, diskoteğe giden, esrar içen, alkol alan ve benzeri işler yapan kişiler hakkında asla kötü düşünmezler. Üstelik de Allah’ın kulları olarak onları yürekten severler. Bu tarz velilerin manevi yolları tamamen açıktır, bir engelle karşılaşmazlar. Böylesi velilerin bilgi donanımları dünyadaki şeyhlerden üstündür.


Bu veliler, yabancı romantik aşk şarkıları dinlerler, sinemaya giderler, kafelerde otururlar. Camilerde bile onları pek göremezsiniz… Bunların, doğrudan doğruya Allah’tan bilgi alacak manevi iletişim hatları vardır. Dergâh velilerinin, bazı şeyhlerin velayet dereceleri bin ise, bu velilerinki yüz bin ufkundadır… Aralarında korkunç bir fark var. Bu veliler; kesinlikle rical’ül gayp adamıdırlar. Onları hiç kimse tanıyamaz, hatta tanıyanlar dahi tanıyamaz…


Sufisim yolculuğu çiçeklerle, güllerle donatılmış bir caddede yürüyerek yapılmıyor... Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yürüyüşte kesinlikle bir bedel isteniyor. Samimiyetiniz, sabrınız sınanıyor… Sevdikleriniz, aşklarınız, sağlığınız, işiniz, eşiniz, çocuklarınız elinizden alınabiliyor. Çoğu zaman çevresiz kalabiliyorsunuz. İşin başında coşku ve heyecanla yürüdüğünüz sufism caddesindeki yolculuk, zaman içinde çileler, belalar, bunalımlar içinde Allah’a yürümeye yerini bırakıyor.


Bu neden gerekli?

Gerçekten seven, samimi olanla; ikiyüzlüleri, sahteleri ayırt etmek için tabii ki de.


Sufism yolculuğunda, kederler, sevinçler birbirini takip eder. Çok sayısız ruhani haller yaşanır. Kimileri çıktıkları yolculuktan gerisin geri döner, kimi kuruyup gider, birçoğu yoldan sapar, bazıları yola düşman olur, bazıları, düşe kalka da olsa yolculuğu devam ettirerek bu dünyadan göçüp gider. Bunlara ötelerde Allah’ın akıl sır ermedik büyük ihsanları olacaktır. Sufism yollarına girip de kararlı, güçlü bir şekilde Allah’ı zikreden, yolundan dönmeyen bütün Müminlere selam olsun… Çıktıkları ruhani Miraç yolculuğu kendilerine mübarek olsun.


Söyleşi boyunca söyleyip durduklarımızın en doğrusunu hakkıyla bilen Allah’tır. Hatalarımız olmuşsa bunun için Âlemlerin Rabi olan Allah’tan mağfiret diliyoruz…


Ferhat Saul Aaron

hizirlayolculuk.com




bottom of page