top of page

Arslan Kral - Masal

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Yeşil Taş Yeşim Dağı’nın eteklerinde çiftçi bir aile yaşarmış. Bu ailenin, gözlerinden bile sakındıkları bir oğlu bir de kızı varmış. Annelerinin gözünde oğlu bal, kızı da kaymak çalıyormuş ya balın üstüne, balına kaymağına doyamadan ortadan kaybolmuş kadıncağız. Çocukları için ormana çilek toplamaya gitmiş; ama gidiş o gidiş… Kendisinden bir daha haber alınamamış. Dağ bayır annelerini aramışlar; ama nafile… Annelerini bulamamışlar. Sanki yer yarılıp da içine girmiş. Doluya koymuşlar almamış, boşa koymuşlar dolmamış. Anneleri ölü mü diri mi belli değilmiş. Yıllar böylece gelip geçmiş. Üzülmekten başka ellerinden bir şey gelmiyormuş.


Günlerden bir gün iki kardeş ormana mantar toplamaya gitmişler. Ulu kayın ağacından gelen bir sesle irkilmişler. Ağaca doğru yaklaşmışlar. Gördükleri manzara karşısında şaşkınlıktan küçük dillerini yutup oldukları yerde donakalmışlar. Kayın ağacının dallarında dev cüsseli bir kartal duruyormuş. Kartalın iki başı varmış. Gövdesi insana benziyormuş. Sağ kanadı ile güneşi, sol kanadıyla da ayı örtebilen bu kartalın, bakırdan tırnakları varmış. Kartal üst üste çığlık atmış. Bir müddet sonra gökyüzünde siyah siyah bulutlar toplanmış. Kartal kanadını birkaç kez çırpınca şimşekler çakmaya başlamış. Ulu ormana yıldırımlar düşmüş. Çocuklar, olup bitenlerden korkuya kapılmışlar, şaşkınlıktan küçük dillerini yutayazmışlar. Tam bu sırada gökten sicim gibi yağmur yağmaya başlamış. İki kardeş el ele tutuşarak ormanın derinliklerine doğru koşmuşlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, bir müddet sonra ulu bir çınar ağacının altında durmuşlar. Yağmur dinince, artlarına bakmadan hızla oradan uzaklaşmışlar. Eve geldiklerinde, babalarına olup bitenleri bir güzel anlatmışlar. Adam sakallarını ellerinin arasına alıp bir süre düşünmüş.


-Gördüğünüz kartal, efsanevî Bürküt’tür. Atalarımız yüzyıllardır bu kartalla ilgili çok sözler söylemişler. Etrafımız göllerle, denizlerle çevrili. Her su kaynağının Su İyesi bulunur. Bunlar o suların koruyucu perileridirler. Suların derinliklerinde bulunan saraylarda yaşarlar. Açık renkli kıyafetler giyerler. Erkeklerinde saç, sakal, kaş yoktur. Kızları ise yarı balık yarı insan görünümündedirler. Bunlara Su Sunası da denmektedir. Su dalgasına, kuşa, yılana dönüşebilmektedirler. Efsanevî kartal Bürküt görününce, Su Sunaları bir hafta boyunca sahile çıkar, güneşlenirler. Bu onların sevinç haftasıdır. Temiz kalpliler, doğru sözlüler onlarla konuşabilirler. Her ne sorup sual ederlerse kendilerine cevap verirler, demiş.


Çocuklar, babalarının bu sözlerine çok sevinmişler. Su Sunalarına annelerinin nerede olduğunu sormak istiyorlarmış. Ertesi gün için yol hazırlığı yapmışlar, vakit gece yarısı olunca da yatıp uyumuşlar. Tam uykuya dalacakken kapı çalınmaya başlamış. Yataklarından fırlamışlar. Kapıyı açmışlar. Bir de ne görsünler? Karşılarında dev cüsseli bir aslan durmuyor mu? Hemen kapıyı kapatmışlar. Aslan:


-Benden korkmanıza gerek yok. Ormana yıldırım düştü. Yaralandım. Benden size zarar gelmez, demiş. Bu söz üzerine aslanı içeri almışlar. Ona izzet ikramlarda bulunmuşlar. Yaralı ayağını bir bez ile sıkıca sarmışlar. Günler sonra aslan iyileşmiş.


-Sizler misafirperver bir ailesiniz. Bana çok iyi davrandınız. Şu gümüş akçeyi alın. Başınız dara düşerse erkek çocuk gümüş akçeyi ağzına alsın. O anda ben yanınızda hazır olurum. Sakın bu sırrı kimselere söylemeyin. Aksi halde tılsım bozulur, demiş. Hane halkından müsaade isteyip ormanın derinliklerine doğru ağır adımlarla yürüyerek gözden kaybolmuş.


Ertesi gün çiftçi çocuklarını yanına alıp yola koyulmuş. Dağ bayır geçip deniz kıyısına varmışlar. Sahile geldiklerinde bir de ne görsünler? Saçları altın sarısı, gözleri deniz yeşili, gül yanaklı, kiraz dudaklı Su Sunaları kumsalda güneşlenmiyorlar mı? Hemen ağaçların arkasına saklanıp bir plan yapmışlar. Erkek çocuk babasını ve kız kardeşini ikna edip Su Sunalarının yanına gitmeye karar vermiş. Kız kardeşi ve babası da kendisini gözetleyip kollayacaklarmış. Kalbi heyecandan çarpmaya başlamış. Birkaç kez derin bir nefes alıp tüm cesaretini toplayarak Su Sunalarına doğru yürümeye başlamış. Çocuğu gören Su Sunaları sürüne sürüne sahile varıp deniz dalgaları içinde kaybolmuşlar. Sahilde yalnızca bir Su Sunası kalmış. Sevgi dolu gözlerle çocuğa bakıyormuş. Çocuk bu masum bakışlardan cesaret alarak onun yanına doğru yürümüş. Göz göze gelmişler. Su Sunası ansızın korkunç bir yılana dönüşmüş. Çocuk, aklını yitireyazmış. Korkudan boncuk boncuk ecel terleri dökmeye başlamış. Aklına aslanın kendisine verdiği gümüş akçe gelmiş. Akçeyi ağzına alıp almamaya tereddüt ederken Su Sunası:


-Benden sana zarar gelmez. Bizler, sevinç haftasındayız. Seni buralara getiren şey nedir? Bizden ne istiyorsun, demiş. Çocuk tüm cesaretini toplayıp:


-Biz çiftçi bir aileyiz. Yıllar önce annem ormanda çilek toplamaya gitti. Bir daha da kendinden haber alamadık. Ölü mü diri mi bilmiyoruz. Annemi sizlere sormak için geldim, demiş. Su Sunası birden altın sarısı bir kuşa dönüşüp kayın ağacının dalına konmuş.


-Doğru sözlü, dürüst, çalışkan, başkalarına kötülük planlamayan, iyi kalpli ve cömert bir aile olduğunuzu görüyorum. Çok güçlü bir aile bağınız var. Size yardım edebilmeyi umuyorum. Annen, ormanda çilek toplarken Kübey Hatun ağacına rastladı. Bu ağacın belden yukarısı bir kadın şeklindedir. Alp yiğitleri emzirip büyütür. Kökleri sonsuz mutluluk ülkesine uzar. Işıktan bir dünyaya gölgesi düşer. Onun emzirip büyüttüğü bir alp, kötü kalpli devler tarafından yıllar önce kaçırılmıştı. Kübey Hatun iyi bir anadır. Lakin onun kötü kalpli devler ülkesine herhangi bir dahli yoktur. Devler ormanda annenle karşılaştılar. Kübey Hatun devlerden kaçan anneni saklamaya çalıştı; ancak bunu başaramadı. Devler anneni kaçırıp devler ülkesine götürdüler.


-Oraya nasıl gidebilirim?


-Sizi oraya götürebilmeyi çok isterdim. Ama bu mümkün değil. Yarın sevinç haftasının son günü. Su Sunaları gözden kaybolacak. Kartal Bürküt bir daha dünyaya ne zaman gelir, bilinmez. Kartal Bürküt’ün üzerine konduğu kayın ağacına geceleri orman perileri gelir. Onlar; çalışkan, dürüst çocukları çok severler. Seni mutlaka sınarlar. Sana güvenip inanırlarsa yardım ederler, demiş. Tatlı bir tebessüm ederek yeniden Su Sunasına dönüşmüş, altın pullu kuyruğunu çırparak denizin derinliklerine doğru ilerlemiş, bir müddet sonra da deniz dalgaları arasında gözden kaybolmuş. Çocuk, meraklı gözlerle kendisini bekleyen ailesinin yanına koşmuş. Su Sunasının söylediklerini onlara iletmiş. Çok sevinmişler sevinmesine de “Dağ ne kadar yüce olsa da üzerinden yol aşar.” deyip işe koyulamamışlar; çünkü karşılarında kötü kalpli devler varmış. İyi bir plana ihtiyaçları varmış. Dağ bayır, dere tepe geçip evlerine varmışlar. Kız, erkek kardeşini çok seviyormuş. Onun başına kötü bir şey gelsin istemiyormuş. Bu düşünceden dolayı yalnız başına ormana gitmek istemiş. İstemiş istemesine de bir var ki bacı kardeş ciğerdir, birbirinden hiç ayrılır mı? Erkek kardeşi buna razı olmamış. Aralarında bu konuyu enine boyuna tartışmışlar. Başlarına nelerin gelebileceğini bir söyleyip iki dökmüşler. Sonunda hep beraber ormana gitmeye karar kılmışlar. Sabahın ilk ışığıyla da yola koyulmuşlar. Su Sunasının sözünü ettiği kayın ağacını bulmuşlar. Gece olunca kayın ağacının üzerinde orman perileri belirmiş. Ben diyeyim yüz siz deyin iki yüz peri… Gözler görmedik, kulaklar işitmedik güzelliktelermiş. Perilerden biri yanlarına gelmiş.


-Bizden ne istiyorsunuz, demiş.


-Onlar; şöyleyken şöyle, böyleyken böyle diyerek olup bitenleri bir güzel anlatmışlar. Peri bir kelebek gibi üzerlerinden uçmuş. Onları şöyle bir süzmüş.


-Hiç yıkılmayan duvar nedir, diye bir sual sormuş.


-Dürüstlük yıkılmayan bir duvardır. Dürüst olmayanların duvarları bir zaman sonra yıkılmaya mahkûmdur, demişler.


-Sizler zeki ve değerlerine bağlı kişilermişsiniz. Sizlere yardım edeceğim. Ormanda Kübey Hatun adlı ulu bir ağaç yaşar. Annen kötü kalpli devler tarafından kaçırıldı. Kübey Hatun’u bulun. Olanları ona anlatın. Size dallarından bir dal verir. O dalı ateşe atın. Ateşten sakallı bir cüce çıkar. Ona olup bitenleri anlatın. Cüce size ne yapmanız gerektiğini söyler, demiş ve gözden kaybolmuş.


Hep birlikte ormanın derinliklerine doğru yola çıkmışlar. Bir vakit sonra Kübey Hatun ağacını bulmuşlar. Kübey Hatun’a olup bitenleri bir bir sayıp dökmüşler. Kübey Hatun bir müddet düşünmüş, sonra dallarından bir dal kopararak onlara vermiş. Çocukların mutluluktan gözlerinin içi parlamış, etekleri zil çalmış. Eve doğru sevinçle yola koyulmuşlar. Kübey Hatun’un verdiği dalı büyük bir merakla ocağa atmışlar. Dal yavaş yavaş tutuşmaya başlamış. Önce maviye, sonra yeşile, sonra kırmızıya dönen alevler içinden birden bire sakalı bir cüce peydahlanmasın mı? Gözlerine inanamamışlar. Cüce ateşten çıkıp yanlarına gelmiş. Bu durum karşısında şaşkınlıktan akılları başlarından gitmiş. Beri yandan da sevinçten uçayazmışlar. Cüceye olup bitenleri bir güzel anlatmışlar. Cüce, sakalını eline alıp biraz düşünüp taşınmış.


-Dünyada bir şeylere ulaşmak pek de kolay değildir. Çaba ve sabır gerekir. Sabır acıdır; meyveleri tatlıdır. Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas. Yedi sene sabredin. Hiç kimseye dert yanmayın. İşinize gücünüze bakın. Yedi sene sonra size vereceğim şu taşı ocak ateşine atın. Sabır sınavından başarıyla çıkmışsanız ne ala… Gelip size gerekenleri söylerim. Yok, başarılı olunmamışsa siz sağ ben selamet, deyip kendilerine bir taş vermiş. Sonra da gözden kaybolmuş.


Kara gün kararıp kalmaz, diyerek sabra çekilmişler. İşlerine güçlerine bakmışlar. Hiç kimseye dert yanmamışlar. Yıllar, mevsimler gelip geçmiş. Yedi yıl dolunca ocakta bir güzel ateş yakmışlar. Elleri ayakları heyecandan titriyormuş. Ya, sabır sınavında başarılı olunmamışsa, deyip içlerinden alıp veriyorlarmış. Kalplerine bir kurt düşmüş ki sormayın gitsin! Sonunda, korkunun ecele faydası yoktur, deyip taşı ateşe atmışlar. Ateş, renk değiştirmeye başlamış. Mavi olmuş, yeşil olmuş, sarı olmuş, derken birdenbire cüce ateşin içinde belirivermiş. Gözlerine inanamamışlar, buna ziyadesiyle sevinmişler.


-Sabır sınavında başarılı oldunuz. Şu iksiri alın. Dolunay çıkınca iksiri için. Ormandaki kayın ağacının altında bekleyin. Sigun Geyik sizin yanınıza gelir, size ne yapacağınızı söyler, demiş. İksiri kendilerine verdikten sonra bir anda gözden kaybolmuş. Bir dolunay akşamında ormana doğru yola koyulmuşlar. Kayın ağacının altında durmuşlar. Cücenin verdiği iksiri içmişler. Çok geçmeden bir hışırtı duymuşlar. Geriye dönüp baktıklarında bir de ne görseler iyi? Dev cüsseli, altın boynuzlu, yeşil gözlü bir geyik! Tüyleri gümüş gibi parlayarak ışık saçıyormuş.


-Devler ülkesine gitmeniz için kendinizi uçurumdan aşağı bırakmanız gerekiyor. İçinizde bunu yapabilecek var mı, demiş. Onlar:


-Biz yaparız demişler.


-Pekâlâ, beni takip edin öyleyse, demiş. Geyik önde kendileri arkada az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, yüce bir dağın doruğuna varmışlar. Aşağısı uçurummuş. Sisten göz gözü görmüyormuş. Geyik Sigun’un işaretiyle kendilerini uçurumdan aşağı bırakmışlar. Boşluktan aşağı doğru süzülürken kendilerini ansızın yeşil bir bulut kaplamış. Daha ne olup bittiğini anlamadan gözlerini devler ülkesinde açmışlar. Bu duruma çok sevinmişler. Bir yandan da korkmaya başlamışlar. Devlerle baş etmek, pek de kolay bir iş değilmiş. Ne yapacaklarını düşünürlerken delikanlının aklına aslanın kendine verdiği gümüş akçeyi ağzına alma fikri gelmiş. Bu düşünceyi babası da kız kardeşi de benimsemişler. Delikanlı gümüş akçeyi ağzına almış. Ansızın önlerinde devasa bir aslan belirmiş. Aslan, güçlü pençeleriyle yeri eşeleyerek kükremiş. Sonra da mağaraya doğru koşmuş. Bir müddet sonra mağara ağzında belirmiş. Aman Allah’ım o da ne öyle? Aslanın yanı başında bir alp yiğit ve anneleri durmuyor muymuş? Gözlerine inanamamışlar. Hızla koşup gözyaşları içinde annelerine sarılmışlar. Hal hatır edip hasret gidermişler, sevinç gözyaşları dökmüşler. Aslan:


-Gümüş akçeyi kız kardeşine ver, ağzına alsın, demiş. Kız, akçeyi ağzına almış.  Birdenbire ne görseler iyi? Aslan yakışıklı bir delikanlıya dönüşmesin mi? Meğerse o bir şehzadeymiş. Kötü kalpli bir cadı büyü yapıp onu aslana dönüştürmüş. Büyüden kurtulabilmesi için devler ülkesinde temiz kalpli bir kızın, gümüş akçeyi ağzına alması gerekiyormuş. Tam bu sırada yer sarsılmaya başlamış. Kötü kalpli devler geliyormuş. Devler etraflarını sarmışlar. Onlarla baş etmeleri imkânsızmış. Bildikleri tüm duaları okumaya başlamışlar. Ansızın bir mucize gerçekleşmiş. Geyik Sigun karşılarında belirmesin mi? Buna çok sevinmişler. Geyik Sigun’u gören devler korkularından tir tir titremeye başlamışlar. Başlarını saygıyla yere eğip geyikten eman dilemişler. Meğer Geyik Sigun, çift başlı kartal Bürküt’ün yeryüzü elçilerindenmiş. Devler, ondan çok korkarlarmış. Geyik Sigun’a zarar verirlerse, Bürküt’ün kendilerini helak edeceğini çok iyi bilirlermiş.


Sigun, devlerin emanını kabul etmiş. Devlerin omuzlarına binip hep birlikte ülkelerine gelmişler. Alp yiğit, Kübey Hatun’un yanına gitmiş. Şehzade, saraya dönmüş. Çiftçi aile de Yeşil Taş Yeşim Dağı’ndaki evlerine yerleşmişler, huzur içinde yaşamışlar. Bir zaman sonra padişah çiftçinin kızını oğluna almış, kızını da çiftçinin oğluna vermiş. Bunlar kırk gün kırk gece düğün ederlerken şehzadeye büyü yapan kötü kalpli cadının kırk katıra mı kırk satıra mı verildiği haberi gelmesin mi! Eee, eden bulur, etmeyenler erer muradına! Biz çıkalım kerevetine… Gökten üç elma düştü, üçü de güçlü aile bağı olanların başına!


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

bottom of page