top of page

Kökleşen Yanılsamalar

Gecelerin karanlığını dolunay yırtar, taşır gökyüzüne büyük sırrını. Yaşam dağlarının Sagarmatha zirvesinde; kıvılcım saçan bir yaşanmışlık şimşeğinin parıltısı ipeksi bir elbise gibi vücut kıvrımlarında titreyerek, Kuzey Yıldızı’nın açılmamış sır gömülerini, düşten güzel umutlara taşır. Yakmayan, ısıtmayan bir ateş: titrek, mavi, sarı, mor… Islatmayan bir yağmur… Kentin ateşi, şelalelere yansımış bir gelecek… Ateşi söndürmeden, onun üzerine yağan ve yüzleri belirsiz kılan sonsuzluk sağanağı… Yaşam yollarını, toz toprak içinde bırakan koşturmacalar… Buharlaşıp gri bulutlara dönüşerek kızıl ufuklara yükselen hercai düşünceler: geçmiş zaman hayalleri, tutkular, seviler, yakarılar, göz aydınlıkları, sitemler…


Ne geçmişin tasası ne ufka ait telaş… Ne sevinç ne hüzün… Ne sitem ne serap… Ne varlığın ayrımına varamayış ne hiçlik duygusu… Sanki yıllar; keskin şimşeklerle ince ince kıyılan ve hiç kimseye sezdirmeden yaşam obruklarında derinleşen, aklın ve düşün, uyum ve uyumsuzluğun ötesinde son, en son söz gibi yankılanır. Bir demet umut; küllerinden yeniden doğan Anka kuşunun ölümsüzlük derinliğinden bir yansı, bir umutlanış, bir pırıltı…


Her şey bir ölümsüzün eseri: pınarlar, bengisular, taş kemerler, eleğimsağmalar, sulu sepkenler, yıldızlar, burçlar… Her şeyin tümüyle yok olduğu anda bile gözden, gönülden gitmeyen O’nun sonsuz gerçekliği…


Yarın denen şey, dünlerin yansı görseli… Hayat ve ölüm çizgisinde yanıtsız bir soru gibi kalan, insanı hiç beklenmedik şaşırtılar içinde bırakan, sorgulara iten yaşam serüveninin yanıtını bulmak… Düşüncelerin yay büklümünde, çözümün düğümlerin açamamak…


Düşen, yükselen, kayan, kaybolan hayatlarda yeniden doğma umudu… Ölen, dirilen o büyülü yarınların gizemli açılımlarında, ruh ölümsüzlüğünün yaşam döngüsünde dirim suyunu arayış… Hayat yolcularına bilmece soran, bilemeyenleri yutan alın yazısı Sfenks’i…


Elips küre: Dünya. Göz kamaştıran güzellikleriyle uçsuz bucaksız… Say ki yerleri demir, gökleri bakır. Nehirleri, gölleri, denizleri, bitkileri, çiçekleriyle, ele avuca sığmayan güzellikleriyle, baş döndüren dünya… Onun albenisinde bir pervane gibi yanıvermek; içsel dünyanın ikili yönelim cenderesinde kırılganlıkların örtüsüne bürünmek, serap görsellerde duyguların izini sürmek, çoğu kez, doğru zamanda yanlış yapıp pişmanlıklar denizinde kulaç atmak…


Duvarda asılı resimler akarken gençliğe, günler dünlerden mirastır… Akşamlar, böylesi anlarda kente kutsal bir öğreti gibi girer, bir müjde getirir. Ses kesilir, gece yarısıdır. Keçe ve su… Bozkırların eteklerinde yeşeren kır çiçekleri: Yeni umut.


Yağmuru zemzem yapan bir sessizlik sonrasında gelen ilk buyruk: Oku!


Bir kış örtüsünün beyazlığında, defne ağaçlarının ölüm dirim kuşağında, incir ağaçlarının yalnızlığından devşirilip kurutulan, kaynamış çöl iklimlerinde doğup büyümüş kum tepelerinde yeşeren yarın hayalleri kalır dünlü günlerde…


Bir arı oğuludur belki tutkular. Balık görünce çırpınan martı arzusu gibi… Ulaşılamayan isteklerin bekleme konakları: Kurak toprakları ıslatan bir yağmur… Kederlerin sarıp sarmaladığı hüzünlerin dünyasında, gölgelerini büyüten alın çizgilerinin derinliği… Farkına varılmayan kuşluk; omuzlarda bir yük, yüzlerde ırmak izleri gibi derin çizgiler... Hayat kıyısının sahillerinde kalan düşünceler: Robin Hood’un Düşünen Adam Heykeli.


Umut çağlayanlarında; taşlarda iz bırakarak akan, gün vurmuş ekinlerin üzerinden sessizce geçen ikindi saatlerinde, mermer yontuların geleceği vardır. Bahar ve alnımızda kırmızı toprak izleri derinliği… Umut yağmuru: Annelerin kova kova taşıdığı can suyu... Yürek burkuntusu, bizleri bırakıp giden yaşanmışlıklarımız… Uzaktan bakınca geçip giden bir yolcu trenini anımsatan ömrün yaz gecesi… Eski sayrılıkların hummasına sönen dünler…


Yazgılar yola çıkarken hedeflerini bulmak için, gönül dağlarında ateşten bir kıvılcım ateşten de öte… Kalbin sahillerine vuran umut dalgaları: Gül güneşi aydınlığı... Yaşam alaca karanlıklarında ümitler, yeni bir şafağın doğuş vakti…


Ne kadar dalsan da gökyüzünün, okyanusların derinliğine, umutları kovamazsın kalbinin derinliklerinden. İnsana yeni bir hayat bağışlayan diriliş müjdelerinde her zaman için ümit fısıltılarını yanı başındadır. Kalbin, yaşam koşturmacalarından yorgun düşünce, çevrende kanat çırpan ümit kelebeklerini bulursun. Sonsuzluk suru üflenene değin, karanlıkların şafağı olan ümitler elmas çizgisi gibi hep pırıldar üzerimizde…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

bottom of page