Zor zamanda Allah’ı unutmamak…
Şayet, dünya yaşamını kesitlere bölmemiz istenseydi, bunu; bebeklik, çocukluk, gençlik, orta yaşlılık, yaşlılık şeklinde gruplardık. Her yaş konağında farklı bir enerji, yönelim, algıların değişimi ve sıralı olarak birbirini takip eden duygu durumları… Öpücüklere boğulan, çevredeki insanların sevgiyle kucakladığı bir bebek olmanın hazzı tanımsızdır; ancak bir zaman sonra çocukluğa adım atıldığına bebeklik çağının gerekçeleri ortadan kaybolur. Derken, çocukluktan gençliğe, orta yaşlılığa ve oradan da yaşlılığa doğru ömür düzleminde zorunlu bir yolculuk başlar… Yaşam kesitlerinin yalnızca yaşlılık konağında sabit kalınır… Bu da gerçek bir sabitlik değildir hiç kuşkusuz… Yaşlı, daha yaşlı, en yaşlı şeklinde akıp gider…
Sevgi, aşk, tutku, beğenilmek, sevilmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, dünyalık biriktirmek, derken; yaşlılık konağında her şey anlamını yitirecek ölümün nefesi tüm soğukluğuyla enselerde hissedilmeye başlanacaktır… Şurada bir teyze var, yaşı seksen yedi, şurada bir amca var, yaşı doksan iki… Anılardaki fotoğraflara bakıp iç çekmekteler… Her şey ne kadar da değişmiş, gençlik enerjisiyle aynaların karşısına geçip kendini izleyen ve kendine hayran olan bu teyze ve amca, şimdi, pörsümüş bedenlerinden nefret etmekteler…
Belki de yaşlanmak, yazılı olmayan bir betiğin sayfalarından ibretlik birer yargıdır, ondaki dili bilenlere… Yaşlanmayan, hep genç kalan nefis ve ona eşlik edemeyen tükenmiş bir beden… Gençlik yıllarında tutkuyla, sevgiyle, aşkla birbirine sarılan eşler, yolun sonunda birbirlerinden dert yanmakta, her biri kendi canının derdine düşmüş…
Bunları bilmek neyi değiştirir? Hiçbir şeyi… Şayet Allah, yaşlı bir insanı on beş yaşına döndürseydi, şu anki düşünceleri ortadan kalkar, yine o yaşlarda bir ergen gibi tutum ve davranış sergilerdi… Değişen bir şey yok…
Ancak ayrımında olamadığımız bir gerçeklik var ki hayat döngüsünde, her şey değişip dönüşüyor… Kalıcı olan bir şeyler yok, Baki olan Allah’tan başka… İşin sonunda, dünya hayatındaki objeler acı bir alınyazısıyla ortadan kayboluyorlar… Öldükten sonra arkada kalan dost çevrelerce, iyi sözcüklerle anılmak ve o kelimelerin sesleminde güzel bir ton olarak kalmak… Bu, belki bir avuntu olabilir; ancak bir gün dostlar da birer birer göçüp gittiklerinde ötelere, her şey kabir yalnızlığından ibaret kalmayacak mı? Ötelere gidenlerin ardından on binlerce insan sevgiyle kendilerini övüp dursalar bunun kabirdekine ne faydası olabilir ki? Hiçbir faydası…
Her insana, zerre kadar iyiliğin de zerre kadar kötülüğün de hesabının sorulacağı bir gün beklemekte… Kabirde iyi şeyler olmuyor, insanlar feci bir şekilde azap görüyorlar… Onların azap sesleri, insanlara ve cinlere işittirilmiyor… Güzel şeyler olmuyor kabirde… Azabın elli tonunu tadıp duruyorlar… Evliyalardan, velilerden pek çokları kabirde yaşananları görüyorlar, ancak bunları söylemeye ruhsatları yok… Neye yaradı onca dünya serveti, eş, çocuk, dostlar, sosyal çevre?! Hepsi dünyada kaldı, onlardan hiçbir fayda gelmemekte…
Cennetten dünyaya, dünyadan kabre, kabirden mahşere sonu kestirilemedik amansız bir yolculuk… Ya kaybedenler arasında isek ne yapabiliriz o zaman?
Kıyametten önce olacaklar, sessizce oluyor… Aile bağları, gerçek dostluk, vefa birer birer yok oluyor… Öğüt dinlemeyen, şehvetini ilah edinmiş, sapkınlıklar içinde yüzmeye kararlı bir nesil yağmur gibi yağıyor… Böylesine zor bir çağda gerçek bir Mümin olarak kalmak için oturup düşünmeli ve İslam’ın yolunda yürümek için kararlı bir duruş sergilemeli… Kınayanların kınamasına aldırmadan, olanca gücüyle kötülüğü emreden nefse karşı, Allah’ı zikredip onunla savaşım vermeyi sürdürmeli… Bunun da İslam dairesinde elli tonu var… Şu dünyada en büyük şey; Allah’ı çokça zikretmektir… Günahlardan elden geldikçe sakınan, günaha girdiğinde istiğfar eden ve Allah’ın buyruklarında yüz çevirmeyen Müminler, çok büyük dereceler elde ediyorlar… Çünkü zor zamanlarda ibadet etmek ve İslam sınırları içinde kalmak büyük sevaplar, dereceler kazandırmakta…
Din; anlatıp söyleme, öğüt verme dinidir… Kimseyi, herhangi bir inanca, davranışa, eyleme ya da ibadete zorlamak bu dinin özünde bulunmamaktadır… Yetişkin olan herkes, özgür iradesiyle hayata adım atmalı, neyi yapıp neyi yapmayacağına kendisi karar vermeli… Her kul, seçtiği yolun sonuçlarını iki dünyada da görür, görecektir de…
Şimdilik güven verici bir çevredesin, bolca dostların ve arkadaşların var… Eşin, çocukların akrabaların var… Sosyal bir toplumda yaşıyorsun harika komşuların var… Unvanların, kariyerin, saltanatın var… Ölüm sana geldiğinde bil ki iki günden fazla hiç kimse sana katlanmayacak, bir an önce seni toprağa gömmek için çırpınıp duracaklar… Bil ki kabirde meslek de, kariyer de yok… Herkes aciz bir halde… Seslenip yardım umdukları sevgili eşleri, çocukları, dostları ne acıdır ki kendini işitmiyorlar… İşitseler ne fayda? Kendileri yalnızca kendileriyle baş başa… Peygamberler, evliyalar, veliler, kabir azabından söz ederlerdi, inanmazlardı… Dünyadayken onlar Allah’ı unutmuşlardı, Allah da şimdi onları unutmuş…
Ferhat Saul Aaron
Hizirlayolculuk.com