top of page

Ötelerden Bir Ses

bazen yıldızları süpürürsün farkında olmadan

güneş kucağındadır bilemezsin

bir çocuk gözlerine bakar arkan dönüktür

ciğerinde kuruludur orkestra duyamazsın

kocaman bir aşktır yaşamakta olduğun, anlayamazsın

uçar gider ellerinden, koşsan da yakalayamazsın

(William Shakespeare)


Bir yıldız yağmurunun altında, umut dolu seslerin ardında kalan bir güzel günün müziğini duyma özlemiyle gözlerini kapayıp Allah'ı anarken, başlayan çilelerin yağmuru... Sönmez bir aşkın gülünden koparmak, kalpte tanımsız bir seviyeye yanmak ve yakılmak, isyan dolu gecelerde hançer gibi sözlerin düğümlendiği yazgıya hayıflanarak bakmak, aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamların ellerinde solup giden tüm umutlara... Dilemediğin bir son, ulaşamama, ayrılıklar altında kamburlaşıp, kapalı kapılarda yıllarca umutsuzca beklemek... Bir el tutma gayreti, sıcak bir yuva özlemi, aynalarda kalan eski aşkların tüm görkeminde ortaya çıkan ve her defasında seni çeken, her çekişte ötesel seviyeleri ırmağın kurak toprağına taun gibi düşüren, kalbe akıp giden gözyaşlarının sesi...


Büyüyen umutların izinde ne varsa güzel olan, bu orta dünyada her şey hayal kırıklıklarına yerini bırakır. Zaman, aşka tanık olan bir ayna, aynalardan yansıyan, bir varıp bir yok olan, tüm aşkların iniş çıkışlarında yaşamın gücünü yitiren, yoksul adımların yitik hüzünlü sevdalara koşarken sürekli tökezlemesinden miras kalan dün müdür? Gönülde yanıp tutuşan ve gereksiz yere sarıp sarmalayan, yok olmaya meyilli; sürekli yanıp kavrulan, karanlığı aydınlatırken ürkekçe titreyen bir gaz lambası kadar sıcak ve bir o kadar sisli; ama her alevlenişinde hiç var olmayan, onsuz bir hayatın düşünülemeyeceği, kaderin esiri haline gelmiş aşk ağacının rüzgarla sallanan salaş dallarında asılı kalan adak bezleri kadar çaresizdir aşk...


İnsan, aşkı her yüzde ararken özlediği. Arayan ararken, aranan ararken, ne arayan ne de aranan bulabiliyor aradığını... Her ikisi de aslında görünmeyen, her şeyi yaratanı arıyor... İnsan, aşka doğru koşarken, kaderin döngüsünü aşmaya çalışırken sevgilisinin elini tutmak ister, ancak kader, buluşmalarına izin vermez... Çocukluktan başlayıp ölene kadar süren aşkın koşu yolunda insan kaç kez düşer? Kaç umudu ellerinden uçurumlara düşürür? Her bulduğunu sandığında kaybettiği, gözyaşları, içte yanıp bitmeyen aşkın anlamsız alevlenişleri, aşkın dini tanımaz doğası, her şeyi yakıp yıkması, tanımsız zevklerinden daha çok kalıcı umutsuzluğu, acıları, ayrılığı hediye eder... Gökyüzünde toplanan bulutların mavi denizinde yüzen ve rüzgarın gönderdiği yerlere zorunlu olarak giden, yağmurları içinde taşıyan, gerekli gerekli olmadan yağan yağmur gibi aşkın gözyaşıdır...


Çocukluk aşkı, gençlik aşkı, orta yaş aşkı... Değişen bedenlere inat her zaman yeni filizlenen ve asla solmayan, daima genç kalan aşk... Kim bilir aşk yolculuğunda kimler senin için yandı? Kim bilir sen kime yandın? Takvim yaprakları düşerken, artık kaybolan yılların arasında kalmıştır kayıp sevdalar... Aynalarda kalan, silinmeyen, senin olmayan, sende kalmayan tüm aşklar, acılara tutunmanın çaresizliği... Yeni bir umut yolunda, aşkın alevleri yine, yeni, yeniden yandığında ve seni ele geçirdiğinde, akıl kenara çekildiğinde, yanıp tutuştuğun insanla yan yana giden iki tren gibi, sonsuzluğa uzanan aşk yollarında ve aşk konaklarına gitmek... O duygu dolu bakışlarda kaybolan, eriyen evren ve her zaman yeniden var olan, sonsuza dek sürecek aşk. El ele tutuşmanın günahının yakıcı yakınlığı ve sarmaşıklar gibi sarılıp asla ayrılmama arzusu, öylece ölmek dileği. Dudaktan kalbe giden bir yolun yolcusu olmak, orta dünyanın kaderinde, daha önce hiçbir aşık yanmadığı gibi yanma umudu... Sonra, yan yana giden aşk trenlerinin ayrılma zamanı... Ayrılığa lanet okumak ve onlu günlerin özlemiyle, bir kar tanesi gibi eriyip gitmek yıllar boyunca... İçinden söküp atma çabası, unutamamak, dalıp gitmek... O artık hayatında yok... Hayat onunla güzel, hayat onunla anlamlı, her yüzde onu aramak, onu bulma çabası... Yılların silmediği, yılların tükettiği bir kalbin, yeni bir aşk bulma çabası...


Bir gelin, bir damat... Gelinin çocukluk aşkı, gençlik aşkı, göz göze bakıştığı, el ele tutuştuğu, aşkıyla yanıp tutuştuğu, seviştiği adam, bu damat değil... Damadın çocukluk aşkı, gençlik aşkı, göz göze bakıştığı, el ele tutuştuğu, seviştiği kız, bu gelin değil... Birbirlerini seviyorlar, geçmişleri kilitli bir aşk sandığında, hiç açılmamak üzere kalmış... Birbirlerine diyorlar ki: "Dünyada sadece seni sevdim, hayatımda yalnızca sen vardın... Senin öncen ölmek isterim..." Çocukları oluyor, mutluyuz diyorlar, yıllar geçiyor... Geçmişin aşk günahları, dopdolu sandıklarda... Bu orta dünya... Yalanların izinde büyüyen, aslında olmayan; ama her zaman varmış gibi görünen aşk oyunları... Yüzler değişik, aşk oyunları aynı...


Bir adam, şehrin sokaklarını geride bırakıp, kırlara açılıyor... Şehrin dışında, yaratılış sırrını arıyor... Aşk yağmurlarıyla dolu... Çevresinde, zamanı aşan ve aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamlar... Onları göremiyor... Bu peçeli adamlar, yüzleri asla görülmeyecek, kim oldukları asla bilinmeyecek, gizemli adamlar topluluğu... Aşk yağmurlarıyla gelen, ismi azamla bağlantılı özel görevliler... Üzerlerinde zamanın ötesine geçen elbiseler... Ellerinde ismi azam mühürleri ve mektuplar... Bir adam, evi başına yıkılmış bir adam... Halkın gözünden gizlenmiş, Allah'ı zikrederek kendinden geçmiş, kırlarda yürüyor... Orta dünyanın hayat mertebesinde, yaratılış sırlarını derinlemesine araştırıyor çevresini...


"-Bu, onların mekanı, tüm zamanların yansıması... Bu, orta dünyadan çıkıp başka alemlerle buluşma noktası... Fırat Nehri'nin kenarı... Yıldızların parlayan ışıklarıyla geceyi aydınlatan, yıkık eski evlerin çatılarında öten yaslı baykuşların gece sessizliğini bölen, yarasaların gece kelebeklerinin peşine düştüğü, insanı ötelere çağıran tüm güzel duyguların, kalbi tanımsız bir sıcaklıkla sarıp sarmaladığı mistik beldesi..."


Yaşı yetmişi aşkın, ancak fiziksel görünüşü otuzlu yaşları çağrıştıran, bir heykeli andıran bir adam, gece karanlığında bu beldenin kırlarında dolaşıyor. Sürekli dua ediyor, Allah'ı anıyor. Aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamlar, adım adım ona yaklaşıyor. Varlıklı bir adam... Bir şehirden uçakla gidip geliyor... Eşi, çocukları var... Bir şeyhin isteğiyle bu yerlere gelmiş... Kırklara karışacak ve orta dünyanın yirmi dört saatlik zaman diliminden sıyrılarak gizemli ülkelere açılacak... Bu aşk ateşi, tüm varlığını sarıp sarmalamış... Aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamlarla henüz karşılaşmamış... Bir konakta, kalp gözü açılmış... İnsanların gerçek görüntüleri -yılan, domuz, tilki, katır, maymun, timsah vb.- kendisine gösterilince dayanamamış... Ne yana dönse insan yok... Çareyi, önüne bakarak yürümekte bulmuş... İnsanlardan kaçarak kırlarda dolaşıyor... Onlardan uzak kalarak kırlarda bir yaşam sürüyor... Yanına yaklaşıp selam veriyorum. Konuşuyoruz:


"-Şeyhin izniyle bu yerlere geldim. Zenginim. Uçakla gidip geliyorum. Bu kırlarda, geceleri gezerek Allah'ı andım. Gaybî insanlarla karşılaştım. Kalp gözüm açıldı. Kırklara ulaşamadım. İnsanların içinde insan bulamadım... Hepsi bir tür vahşi hayvan... Onların elinden kaçtım... Bu kırlarda ibadete devam ederken eşim isyan etti... Perişan olduklarını, kırlarda deliler gibi ne dolanıp durduğumu sürekli hatırlatıyordu... Eşim, evimi başıma yıktı. Kırklar arasına giremedim. Çareyi, ailemi buraya getirmekte buldum. Burada bir ev yaptırdım. Yaşıyoruz gidiyoruz."


"-Bu orta dünyada, insanların yüz aynasında gördüğün her bir hayvan görüntüsü, senin nefsinin özelliklerinin bir yansımasıdır. Onlardan kaçmak yerine, onlara kusur bulmak yerine, kendi önyargılarına bakabilseydin, kırkları bir konakta bulabilirdin."


Adamdan ayrılıyorum. Gece karanlığı, bu beldede çökmüş... Aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamların izini sürmekten yorgun düşmüş ayaklarım. Bulsam ne yapacağımı bilemiyorum. İşte burası, peçelilerin geldiği konak... Kimi ölmüş, kimi yaşayan, her biri gizemli altı adam... Yağmur sonrası, ıslak toprak kokusu, tüm benliğimi sarıyor. Biz de toprak değil miyiz? Yedi nefis mertebesinden oluşan yedi beden... İçimizde taşıdığımız ruh, ölümsüz; ten, ölümlü. Bir yanımız şeytan, bir yanımız melek... Ruh, sonsuz aşka yanmış; beden, ona uyumsuz... Bulup bulup yitirmek aşkları... Ulaşmak istedikçe kaybolan ve onsuz bir hayatın düşünülemeyeceği aşkların peşinde, bir ömür sürmek...


Dolunay, esrarengiz bir bulutun ardından parlak yüzünü gösterdi, ağaçların yaprakları, meltem rüzgarlarıyla sallanmaya başladı. Martıların gece sessizliğini bölen çığlıklarına, kamışlıklardan yükselen kurbağaların sesleri eşlik etti. Mistik bir hava, her yanı sarmaya başladı. Kalbim, nereden geldikleri, kim oldukları bilinmeyen altı adamın gelişini müjdeler gibi çarpmaya başladı. Sisler arasında, belirsiz peçeli adamlar çıkacak ve ben, hayat serüvenimin tüm çilelerini unutarak, yaşamıma yepyeni bir kapının aralanmasının müjdesini, haberini alacağım. Yalnız hayatımda bir hayat arkadaşı, bir eş bulup, güvenle yarınlara yürüyeceğim. Evim, kabir olmaktan çıkacak, sabah eşimin sesiyle uyanacağım. Yuvasız çalıkuşu olmaktan kurtulup, yepyeni bir hayata başlayacağım. Çocuklarım olacak ve kızım olursa Belya, oğlum olursa Melkân adını koyacağım. O çocuklar bana baba diyecekler. Ben onları seveceğim. Eşimle sımsıcak bir yuva... Dine hizmet edeceğim. Umut dünyası işte...


İşte geliyorlar... Ağaçların gökyüzüne uzanan dalları, asırlık bir dua gibi... Kendimi toparlıyor, saygıyla ayağa kalkıyorum. Peçeli adamlar, tam altı kişi... Kar tanesi altıgen, örümcek ağı altıgen, arıların bal petekleri altıgen, Allah adının ebced değeri 66, Vekil adının ebced değeri 66, her iki adın toplamı 132, Peygamber Efendimizin Muhammed adının ebced sayı değeri... Kur'an ayetleri 6666, peçeli adamlar 6... Altının gizemi nedir ki? Bu peçelilerin neden yüzleri kapalı? Bunlar yaşayan kişiler mi, ölen insanlar mı? Peçeleri açılsa, tanınsalar ne olur?


"-Dileğin nedir?"


"-Bir yuva kurmak için ne yapmalıyım?"


"-Kader arama, sabret."


İçlerinden biri, gecenin sessizliğini bölen rüzgar uğultusuyla yanıma doğru yanaştı. Tokalaştık.


"-Ben seninle öz akrabayım."


"???"


"-Peçemiz, sırrımız bizim. Bizi görmeyi dileme... Kim olduğumuzu sorma... Nereden geldiğimizi bilme... Ömrün boyunca kim kimle sevişmiş, asla bunlardan söz açma. Sevişen iki insanı gözlerinle görsen, onları görmezden gel, kimselere anlatma. Bu insanlar yanına gelseler, iç dünyandan asla onları kınama. Onlara kötü gözle bakma. Sana yıllar önce, iri yarı bir dede geldi... Buna benzer şeyler söyledi. Öleli yıllar oldu. Hatırladın mı? Ne demişti sana?


"-Sevişen, zina eden iki insanı görsen, ört bunu... Kimseye açma... Onlara sakın kötü gözle bakma... Kınama..." demişti.


"-O olaydan sonra kaç kişiyi sevişirken gördün?"


"-On kişiden fazla."


"-Ne yaptın peki?"


"-Kimseye anlatmadım. Örttüm. 'Allah'ım, bunlar dini nikahlı insanlardır, nişanlılardır, eşlerdir,' dedim. Cennette de bunları böyle aşkla dopdolu kıl." diye dua ettim.


"-Gözüne herhangi bir zamanda insanlardan kimileri hayvan şeklinde gözüktü mü? Bu durumda ne yaptın?"


"-Evet. 'Allah'ım, bu temiz kulların ayna oldu bana... Onların yüz aynalarında görünen maymun, domuz, yılan, benim nefsimin sıfatı. O insanlar senin güzel kulların,' dedim."


"-Allah katında sen mi değerlisin, erkeklerle sevişen, zina eden bir kız mı?"


"-Erkeklerle sevişen, zina eden kız daha değerlidir."


"-Neden?"


"-Bir iyilik yapar, Allah affeder. Bizim ne olacağımız belli değil."


"-Yıllarca seni takip ettiler, aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamlar. Evini başına yıkan bunlardı. Yapayalnız kaldın... Perişan bir hale düştün. Hayatın boyunca sana denenleri yaptın. O gördüğün dede, senle akrabaydı, ben de senle akrabayım."


"-Benimle gel, sana bir şey göstereceğim."


"-Şu mezarlara bak dikkatlice... Korkma..."


"-Simsiyah maymunların parçaladığı insanlar, kobra yılanlarının zehirlediği kızlar, açılıp kapanarak sıkıştırılan mezar toprağı... Gökyüzüne çıkan feryatlar... Böyle bir azap, cehennemde olmalı..."


"Avukatlar, mühendisler, akademisyenler, işçiler, memurlar, zenginler, yoksullar, köylüler, efendiler... Ne kadar da özgürce yaşarlardı... Aşktan aşka koşarlardı... Zina eder, sevişirlerdi... Dünya malını sever, her şeyi dünyadan ibaret görürlerdi..."


"-Şu kafatasına bak? Gözleri oyulmuş... Kuru bir kafatası... Görüyor musun?"


"-Evet."


"-Bir eczacı... Zayıf bir delikanlı... Sözde Müslüman... Üniversiteyi okudu, eczacı oldu... Arkadaşlarıyla içki âlemleri düzenlerdi... Dostlarına göre, kalbi çok temizdi; krediler çekti, faiz yedi... Yaşı otuz beşi aştı, hala bekardı... Başına kurşun gibi ağrılar giriyor, çaresiz kalıyordu... İntihar etmeyi düşünüyordu... Bu ağrılar, neyin nesiydi? İçini huzursuzluk sarıyordu... Bunaldıkça bunalıyordu... Sevgilisi vardı, zina ediyordu... Kendi gibi dostları vardı... Kimi evli, kimi bekar... Bir araya gelir, kahkaha atar, içki içer, müzik dinlerlerdi... Ne güzel günleri vardı... Cuma namazına gider, orucunu tutardı... Piknik yapmayı çok severdi... Hele kayak yapmaya bayılırdı, sorma gitsin... Kendine göre bir din anlayışı vardı... Tarikatlı insanlara kötü gözle bakar, onlardan hoşlanmazdı... Ömründe bir kez olsun Allah'ı zikretmeyi düşünmedi... Arabası vardı, gezerdi... Dünya malının iki yakasını bir araya getiremedi... Evlendi, huzur bulamadı... Çocukları oldu, hayır göremedi... Kanserin pençesine düştü, öldü gitti... Şimdi gerçeği gördü... Berzah cehenneminin kara bulutları arasında, azaptan feryadı arşa yükseliyor... Al sana, akademik bir kafatası... Hem de eczacı..."


"-Berzahı görmek ister misin?"


"-Evet."


"-Bir kasırga hortumu gibi upuzun... Simsiyah dumanlarla kaplı olan bu yerlerde, cehennemlik kullar bulunuyor. Bunların, kuyruk sokumlarındaki atomlarıyla Berzahtaki bedenleri arasında bir bağ var... Mezarlarında öldükleri yaş kesitiyle uyumlu, ruhani bedenleri var... Azabı, bu ruhani bedenleri çekiyor... Kabir toprağının sıkması da, yılanların sokması da, simsiyah maymuna benzeyen şeytanların parça parça etmesi de, daha akıl almadık azapların, işkencelerin tümü de, ruhani bedenlerine oluyor. Bu azap, ne cin ne insana duyurulur... Bağırmalar, feryatlar, Berzaha çıkıyor... Hayat döngüleri, hep aynı şekilde... Âşık olmak, aşk yaşamak... Huzurlu bir yuva... Zeki çocuk... Bol para... Çalakalem ibadet... Allah'ın buyruğuna sırt dönme... Dünya malının peşine düşme amacı... Hep aynı şey... Hep aynı son..."


Süt gibi beyaz bulutlar, cennetlik kulların bulunduğu Berzah bölümleri... En üste enbiyalar, sonra ashaplar, şehitler, veliler, sıddıklar... Bunlar, türlü cennet yiyeceği ile rızıklanırlar. İnsanların yaptıkları dualar, yiyecek şekliyle temessül eder. Buradakiler, cennet eşleriyle zevk içindedirler."


"-Oradaki kızlardan birini görmek ister misin?"


"-Evet."


"-Bak öyleyse."


"-Aman Allah'ım. Ayet ve hadislerde anlatılan huriler için söylenenlerden tümü, okyanusta damla misali gibi kaldı. Yani dehşet bir şey. Bir tercih olsa, insan kesin ölmek ve ona kavuşmak ister. Hatta parça parça olup ölmeye kesin razı olur. Hiç bilmeyen birine bu kız gösterilse, 'Allah bu' diye secdeye kapanır..."


Kız:


"-Senin eşin benim. Çileli hayatının tüm konaklarında ben seninleydim. Ben, seninle sonsuz bir hayatta, sonsuz bir aşkı yaşamak için varım. Senden başkasına bakmayan, senden gözlerini ayırmayan, seni incitip kırmayan aşk benim."


"???"


Peçeli adam:


"-Bize bir şey sormak ister misin?"


"-Evet. Yaşamımda bana evlenme sözü veren, sonra çekip gidenler ne oldu?"


"-Aldatmanın, sözden dönmenin bedeli çetindir... İkisi de, ruh bunalımları ile, bu hayatta cehennemi yaşayacaklar. İkisi de başka biri ile evlenecekler... Her ikisinin de evlilik hayatı, cehenneme dönecek... Her ikisi de boşanacaklar... Sana yaşattıkları tüm acıların, bin beterini yaşayacaklar... İkisi de Berzah hayatında, simsiyah dumanlar arasında, feci bir sonla karşılaşacaklar. Sen, kader arama, bekle, sabırla bekle... Bizim kalbimiz, Allah'ın kalbi, bizim kalbimiz, Allah'ın kalbi... O, sana gelecek, bekle, sabırla bekle... Bütün peygamberler, sabırla yol aldılar. Allah'ın bir milyar iki adından, Sabır gibisi yoktur..."


"-Melkân, dünya hayatı bir oyun gibidir. Bu oyunun sonunda, yüzde doksan dokuzu kaybeder, yüzde biri kazanır. Dine hizmet etmekle ömrünü geçir. Allah'ı çokça zikret. Sana söylediğimiz sözlerin izini sür." kayboldular...


"-Aman Allah'ım, gece yarısı olmuş... Ben neredeyim? Rüya mı bütün bunlar? Gerçek mi? İyi de, ben peçelilerin anlattığı çoğu şeyi yaşamıştım... Bana bunlar söylenmişti... Ben, bu peçeli adamların anlattığı kaderi de yaşadım. Bunlar kimdi? Aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamlar... Ya o kız?


İki Doğunun, iki Batının Rabbi'ne şükrolsun... Bir Doğu, güneşin bir Batı da... Bir diğer Doğu, Berzah'ın bir diğer Batı da... Simsiyah bir karanlığın sonsuzluğunda, nuruyla hep var olan, sönmeyecek ölümsüz o nurun, Allah'ın aşkına yanma zamanı... Görüyorum, evrendeki kudretini, ne varsa tümü, Allah'ın adlarından tecelli... 99 adın açığa çıktığı kusursuz bir evren... İkinci yüzünde, Cennet hayatının numunelerini görüyorum. Üçüncü yüzüne, orta dünyanın gördüğü gibi bakıyorum, her bir şey, Allah'ı hesaba katmadan, olduğu gibi, rastlantısal... Bu üçüncü yüze takılı tüm hayatları, acı bir son kuşatıyor, ürperiyorum... Apaçık görüyorum, dünyada işveli endamlı güzellerin, ötelerdeki fiziksel çirkinliklerini, görüyorum, sürüm sürüm sürünen velilerin, arşı sallayan fiziksel güzelliklerini... Firdevs cennetinin sonsuz güzelliğinde, kalpte sızı, nice tanımsız aşklara koştuklarını da...


Çileler, velilerin ikinci hayata doğum sancıları... Nerede güzel bir insan, nerede bir veli varsa, amansız acılarla çevreleri kuşatılmış... Görüyorum, besmelenin evrendeki sırrını... Üç isim, yan yana... Allah, Rahman, Rahim... Allah, yaratana, Rahman, erkeğe, Rahim, kadına bakmakta... Erkek ve kadın, içten bir sevgi ile yuva kurduklarında, Rahman ve Rahim, yani erkek ve kadın, Allah'ın tecellisi ile de, bismillahirrahmanirrahim sırrını açığa çıkarmakta... Demek ki, Allah, evlenenlerde, besmele sırrını açığa çıkarmakta... Bekarlar, bu sırdan yoksun kalmakta... Rahman'dan tecelli, erkek; Rahim'den tecelliye, kadın, aşkla yöneldiğinde, Allah unutulduğu için, tüm aşkların ömrü, en çok iki yılla sınırlı... Şarkılar, romanlar, şiirler, demek bunun için ağlıyor hep, demek ki...


Gece çöktüğünde, çoktan el etek çekildiğinde, evren, siyah yorganını serdiğinde üzerine yeniden... Bir yalnız adam, yorganına bürünmüş yatıyordu, zaten gündüzleri de karanlıktı, geceleri de... Aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamların arasında, kalbiyle yaşıyordu...


Bir sevgi için, beklemeliyim, ümitle, hep karlar yağsa da üzerime, geceden... Sevmediğim bir kalple olmaktansa, hiç yuva kurmadan, ölüp gitmeliyim, onurluca... Yuvasız bir çalıkuşu gibi, soğuk kış gecelerinde, hep ayazlarda kalarak, üşüsem de, ümitle, baharın doğuşunu beklemeliyim... Aşkların en güzeli, ölüm, geldiğinde, soğuk bedenim, uzanırken, boylu boyunca, bir heykel gibi, toprağa, ilk ve son defa, çileli, yorgun bedenime bakıp, kaybolmalıyım, bu orta dünyadan... Biliyorum, aşk şiirlerim, yetim kalır, denemelerim, gözyaşı döker... Ben, yalnızca, Allah'ın rahmetine dayanıp, yine Ona yönelmeliyim... Bitecek, tüm dertler, bitecek... Aşk yağmurlarıyla gelen peçeli adamların izinde, Berzah'taki sevgilime kavuşunca...


Burası, Berzah... Orta dünyanın, yirmi dört saatlik zaman aralığı yok, burada... Berzah'a girenlerin tümü, mesleklerini, varsıllıklarını, dünyaya ait, her şeylerini yitirmekte... Berzah'ta yatanların arasında, insan görmek çok zor... Peygamberler, ashaplar, şehitler, evliyalar, veliler, salihler, sıddıklar dışında, insan simasıyla, mezarda yatan, bir tek Allah'ın kulu yok... Tümü hayvan... Nefis mertebelerinin, baskın gelen sıfatlarıyla, dökülmüşler, buraya... Domuz, maymun, köpek, tilki, çakal, yılan, at, katır, eşek... Tümü çarpılmış... Kafirler, Ay'ın Berzah konağında, bir kısmı, Dünya'nın merkezinde, bir kısmı, Güneş'te, tümü de, Cehennem çukurundan, bir azapla kuşatılmış... Bağrışmaları, âlemleri sallıyor... Bir evliyanın, gece gündüz, neden "Allah'ım, beni insan et." diye ağlayıp yakardığını, bir evliyanın, neden "Beni, şehir mezarlığına gömmeyin, it köpekler içinde yatmak istemiyorum, beni dağa gömün" diye vasiyet ettiğini, şimdi daha iyi anlıyorum... Cennetlik kullar, Yıldızların çevresindeki Berzah'talar... Tümü, cennet bahçesinde... Tümü, çekici güzellikte... Sevgilileri var, aşk yaşadıkları... Yı ldızlar, tüm alemlerin, gizemli güzelliklerini gezdiren, bir uçak sanki... Hem Cehennemlikler, hem Cennetlikler, mezardaki bedenlerinin, kuyruk sokumundaki atomlarına bağlı... Mahşerde, diriliş, bu atom çekirdeği ile, cisimleşerek olacak...


Burası, Orta Dünya... Yüz binlerce erkek, bugün, sevgilisi ile buluşup, sevişecek, yüz binlerce insan, zina edecek... Yüz binlerce insan, eğlencelerde kendinden geçecek... Milyarlarca insan, içki içecek, faiz yiyecek, milyarlarca insan, bugün, dünya serveti elde etmeyi, tek amaç edinerek çırpınıp duracak... Binlerce, Allah yolunun yolcusu, sufi kendilerinden geçerek, gözlerini kapayıp, Allah'ı zikredecek, Binlerce mümin salih dine omuz verip koşturacak... Ne sufi, ne de herhangi bir cemaatin neferi olmayan Müslümanlardan, milyonlarcası, tv karşısında, ahlaksız dizi izleyip, kendinden geçecek, hem namazını kılacak, hem orucunu tutacak, hem faiz yiyecek, hem tv dizilerini izlemekten geri kalmayıp, bu programların bağımlısı olarak, ölüp gidecek... Burası, Orta Dünya...


Saul Aaron

bottom of page