top of page
Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin Yaşam Serüveni ve Kerametleri

RAŞİD AĞANIN 20 YILDIR KENDİSİNDEN HABER ALAMADIĞI OĞLUNU VE EŞİNİ GÖZ AÇIP KAPAYINCAYA KADAR ŞEYH OSMAN NURİ HAZRETLERİNİN AMERİKADAN ELAZIĞ’A GETİRMESİ…

Anlatacağımız olayın bir benzeri, Kur'an'ı Kerim'de, Sultan Süleyman Aleyhisselamla, Asaf Bin Berhiya ve Belkıs arasında geçmektedir. Efendi Hazretleri Elaziz’de askeri vazifesini eksiksiz yerine getirirken; kalan zamanını da Elaziz halkının manen dirilmesi için ayırmıştır. Sultanımız; sağlığını ve istirahatini hiçe sayma pahasına, gecesini gündüzüne katarak, Tarikat-ı Âli'nin yayılması için büyük emek vermektedir. Efendimiz, yeni geldiği Elaziz’de halkayı kurup yüzlerce insanı bu Hak yolla tanıştırmıştır. Akşamları halkayı çevirip tarikata intisap eden dervişlerle Hakk’ı zikretmektedirler ve arta kalan saatlerde de Sultanımız, Şeriat ve Tarikat konulu cemaate sohbet etmektedir. Çoğu günler akşam namazı ile başlayan söz, zikir, fikir sabah namazına değin devam etmekte; cemaat sabah namazını kılıp evlerine giderken, Sultanlar Babası hiç uyumadan güne başlayıp zahiri görevi olan askerlik hizmetine devam etmektedir.


Sultanımızın çok sevdiği üstün ahlak ve maneviyat sahibi, Elaziz eşraflarından Reşit Ağa (Ali Han) namında bir dervişi vardır ve bu güzel insan çok da edep ve hayâ sahibi biridir. Her gece Sultanımızın sözüne sohbetine katılmaktadır. Efendimiz de, Reşit Ağa'ya çok değer vermektedir. Sık sık: “Reşit Ağa, senin benden bir isteğin var mı?” diye sormaktadır. Sultanımızın her sormasında: “Efendi, biz bu yola rıza-yı bari için geldik, Cenab-ı Hak'tan tek temennim; sizlerin ve evladı ayalinizin sağlık ve sıhhatidir.” diye karşılık vermiştir.


Bir bayram sabahı Sultanımız, bayram namazını kılmış, cami cemaati ile bayramlaştıktan sonra eve gelmiş; hane halkı ile bayramlaştıktan sonra evde, geri hizmette görev yapan emir erleri ile de bayramlaştıktan sonra ailece kahvaltı yapılmıştır. Sultanımız, divanın üzerine hafif yan uzanmış çay içmektedir. (Efendimiz, çayı aşırı derecede çok sevmektedir; hatta çay için şu kelamları buyurmuştur: “Bu çay, acı doyurur; toku acıktırır. Mevla'nın bir lütfudur insanlığa…


Efendi Hazretleri, çayını yudumlarken; sert bir şekilde kapı çalınmıştır. Sultanımız, oğlu Lutfi Efendi'ye: “Oğlum, Reşit Ağa geldi. Reşit(Ali Han), irfan sahibi, edep sahibi biri; böyle çalmazdı bu kapıyı, hayrola inşallah…” dedikten sonra, Lutfi Efendi kapıyı açmak üzere üst kattan aşağıya inmiştir. Evin geniş bir avlusu vardır ve cümle kapısı da avluya açılmaktadır. Lutfi Efendi kapıyı açmıştır ve karşısında Reşit Ağa ağlayarak davudi bir ses ile: “Evladım, Efendi Hazretleri evde mi?” diye sormuştur. Uzun boylu, yakışıklı ve endazeli bir insan olan Reşit Efendi(Ali Han) perişan bir haldedir. Daha Lutfi Efendi “Babam evde.” demesine fırsat kalmadan, Sultanımız yukarı kattan seslenmiştir: “Buyur buyur Reşit Ağa, evdeyim!” Demiştir. O günün şartlarına göre çok temiz ve şık giyinen Reşit Ağa'nın(Ali Han) üstü başı dağınık bir haldedir.


Efendimiz, tevazu göstermiş ve Reşit Ağamerdivenlerden yukarı çıkarken, Sultanımız merdivenlerin başına varıp Reşit Ağa'yı karşılamıştır. Mübarek insanın bu tavrı karşısında: “Efendi, ben kimim ki beni karşılamaya merdivenlerin başına kadar yoruluyorsunuz, ben senin kölen olurum. Beni affet, kapıyı küstahlık ettim sert çaldım; lütfen beni bağışla canım yanıyor, senden başkada gidecek yerim kimsem yoktur.” demiş ve daha bayramlaşmadan merdivenin başında; Şah Evliya, Sultan, Şeyh Osman Nuri Hazretleri'nin ayağına kapanmış ve yüksek sesle ağlamaya başlamıştır. Efendi Hazretleri, Reşit Ağa'nın kolundan tutmuş ve ayağa kaldırmaya çalışmıştır; fakat Reşit Ağa, ağlayarak bacağına sarılmış: “Ya beni öldür ya da bu müşkülümü hallet. Bugüne kadar böyle olmamıştım, bugün nefsim beni çok yakıyor. Yaşım kemale erdi, yetmiş beş yaşındayım. Çok zorda kalmasam bu güzel bayram gününde Zatı Alinizi böyle rahatsız etmeyecektim; ama bu gün çok daraldım, çok zordayım.” Deyince, Sultanımız celallenmiş ve sert bir ifade ile: “Reşit Ağa(, ayağa kalk içeri geçelim. Sana söz veriyorum ölüm de dâhil olmak üzere ne gibi bir müşkülün varsa halledeceğim. Bu gün bayram, herkes çağa çoluğu ile keyf ve zevk içinde bayram ederken ben seni ağlatmam. Kalk Reşit Ağa, biz bu âlemde kendimiz için Mevla'dan bir şey istemedik; ama ümmet için isteklerimizi, Mevla geri çevirmedi, inşallah bundan sonrada çevirmeyecek.” demiş ve Reşit Ağa'yı kolundan tutarak kaldırmış, birlikte oturma odasına geçmişlerdir.


“Reşit(Ali Han), şimdi derdini söyle; biiznillah ne ise halledeceğim.” Buyurmuştur. Reşit Ağa'da(Ali Han) ağlayarak: “Efendi, yeryüzünde tek bir oğlum var, o da bundan yirmi yıl önce okumak üzere Amerika'ya gitti ve o gün bu gün haber alamadım ne ölüsünden ne dirisinden. İki defa özel adam gönderdim Amerika'ya, birer yıl kaldılar aradılar izine rastlayamadılar. Defalarca da devlet kanalı ile arattık bulamadım. Bu uğurda bir teneke dolusu altın sarf ettim, altın da önemli değil tek bir defa yüzünü göremedim. Şimdi evlat hasreti ile yanıp kavruluyorum, bu gün bayram her kes cağa çoluğu ile bayramlaşırken ben kokusuna hasret kaldım.” Demiş hıçkırıklara boğulmuştur.


“Bana oğlumu bul, ister ölüsünü ister dirisini. Senin buna gücün yeter, ya da dua et şu aziz bayram günü, Mevla canımı alsın beni bu sıkıntıdan kurtarsın. Günlerim zindan geçiyor, yediğim zehir oluyor, imanım olmasa canıma kastedip bu sıkıntıdan kurtulacağım; fakat ölümden değil imansız gitmekten korkuyorum.” Diyince, Sultanımız Reşit Ağa'nın(Ali Han) sözünü kesmiş ve: “Reşit Ağa, ağlamayı kes; Ayşe Hanım bize bir kahve yapsın. Kahveden bir yudum içeceksin, ikinci yudumda oğlunu buraya, ayağına getireceğim.” Buyurmuştur.


Sultanımız, oğlu Muhammed Lâtif (Lutfi) Efendi'ye:


“Oğlum, annene söyle bize iki tane kahve yapsın, sen de al ve getir.” buyurduktan sonra, Lutfi Efendi hızla odadan ayrılıp Ayşe Validemizin yanına varmış ve Sultanımızın emrini Ayşe Validemize iletmiştir. Kısa sürede kahve hazırlanmış ve Lutfi Efendi, kahveyi alarak Efendimizin bulunduğu odaya çıkmıştır. Kahveyi misafir olduğu için önce Reşit Ağa'ya ikram etmek için tepsiyi uzatınca Reşit Ağa(Ali Han), Lutfi Efendi'ye:


“Delikanlı, ben haddini bilen kullardanım. Lütfen bir daha bana böyle davranma ve ben misafir değilim. Şu Yüce Sultanın ayak türabıyım.” Diyince, Lutfi Efendi önce kahveyi Efendimize daha sonra da Reşit Ağa'ya ikram etmiştir. Efendimiz ve Reşit Ağa kahveden birer yudum almış ve fincanları tabağına bırakmışlardır. Reşit Ağa ikinci yudumu almak üzere fincanı ağzına götürdüğünde konağın cümle kapısı sert bir şekilde çalınmıştır. Reşit Ağa büyük bir heyecanla Efendimizin yüzüne bakmıştır. Efendimiz hafif tebessüm ederek Reşit Ağa'ya:


“Reşit Ağa , oğlunu getirdim. Oğlunla sana bir can daha getirdim.” deyince Efendimiz oğlu Lutfi Efendi'ye:


“Lutfi kapıyı aç, Reşit Ağa'nın beklediği misafirler geldi.” buyurmuştur. Hızla aşağıya inen Muhterem Lutfi Efendi kapıyı açmış ve karşısında hayatta hiç görmediği, kırk yaşlarında, saçı kırlaşmış bir erkek ve otuz yaşlarında bir kadın görmüştür.


Erkek, kırık bir aksanla:


“Reşit Ağa burada mı?” diye sormuştur. Lutfi Efendi de: “Evet, Reşit Ağa burada. Siz kimsiniz?” diye sormuştur. “Ben, Reşit Ağa'nın oğluyum. Beni babamın bulunduğu yere götürür müsünüz?” Diyince, Lutfi Efendi misafirleri içeriye almış ve merdivenlerden çıkarak Efendimizin ve Reşit Ağa'nın oturduğu odaya gelmişlerdir. Kapıyı açıp içeri girdiklerinde, Reşit Ağa  hızla ayağa fırlamış ve gözleri yerinden fırlayacak bir şekilde hayretler içerisinde kapıya doğru bakmıştır. Bu esnada oğlu koşarak babasına sarılmak isteyince, Reşit Ağa  oğlunu sert bir şekilde itmiş ve: “Ulan kerata! Benim değil, önce seni buraya getiren şu Sultanımın ayaklarını öp.” demiş ve yüksek sesle ağlamaya başlamıştır. Reşit Ağa'nın  oğlu hafif aksayarak Efendimize doğru yönelmiş ki ayaklarını öpsün, Sultanımız buna fırsat vermeden Reşit Ağa'nın oğlunu gözlerinden öpmüş ve bayramını tebrik etmiştir. Daha sonra oğlan hızla babasına yönelmiş ve elini öptükten sonra baba oğul birbirlerine sarılmışlardır ve baba oğul uzun süre öyle kalmışlardır, defalarca birbirlerini öperek ağlamışlardır.


Bu arada Sultanımız, Reşit Ağa'nın oğlu ile birlikte gelen bayanla İngilizce konuşmaya başlamıştır. Bayan da Efendimizin elini öpmüş ve yanına oturmuştur. Reşit Ağa  ve oğlu da yan yana oturmuşlardır. Epeyce bir zaman sessizlik olmuş ve bu sessizliği Sultanımızın şu cümleleriyle bozmuştur:


“Reşit Ağa, Allah (cc) bu kuvveti ve kudreti yeryüzünde çok az Evliyaullah'a bağışladı. Bunlardan bir tanesi de Bu Can.” diye elini göğsüne koymuştur. Sözlerine şöyle devam etmiştir:


“Reşit Ağa, sana yirmi senedir görmediğin oğlunu getirdim. Sen sevineceğin yerde hafif hüzünlendin, şeytan sana geldi ve vesvese verdi. Oğlunu gördün, oğlunla sana gelinini de getirdim. Bu kadın da senin oğlunun hanımı, yani gelinin. Şimdi de sana şeytanın verdiği vesveseyi söyleyip gönlünü rahatlatayım.” Dedikten sonra “Şeytan geldi, sana:


“Reşit, senin oğlun buradan sağlam gitti, topal döndü.” dedi. Sen bu güzel günün zevkini çıkartıp oğlunla muhabbet edeceğine şeytan bu güzelliği sana tam yaşatmadı. Reşit Ağa üzülme, oğlun Amerika'da okulunu bitirdi ve Mühendis oldu. Bir fabrikada çalışmaya başladı. Uzun bir müddet çalıştıktan sonra patronları ile anlaşamayarak oradan ayrıldı, başka bir fabrikaya geçti. Bundan dört ay önce yeni girdiği fabrikada bir iş makinesinin başında çalışmaya başladı. Başının üstünde makinenin bir parçasının vidası gevşemişti. Bu gün sıkarım yarın sıkarım dedi ve ihmal etti. İki kilo ağırlığındaki metal parçası yerinden oynadı ve oğlunun ayağının başparmağına düştü, parmağını ezdi. Doktorlar, oğlunun tedavisini yaptı. Yalnız tırnağı ezildiği için tırnağını çektiler, oğlunun ayak parmağı düzeldi ama tırnak yeni çıktığı için oğlun aksıyor. Yoksa oğlun Amerika'da sakat olmadı. Topallamasının sebebi bu beş on güne kadar geçer. Eski sağlığına kavuşur inşallah.” Buyurmuştur.


Bunun üstüne Reşit Ağa  hızla yerinden fırlamış ve Efendimizin ayaklarına kapanmıştır. Efendi Hazretleri ne kadar da mücadele etmişse de Reşit Ağa'yı kendinden uzaklaştıramamıştır. Reşit Ağa uzun müddet ağlayarak öyle kalmış ve bir müddet sonra Efendimiz:


“Reşit Ağa, bu gün ağlama günü değil. Herkes bayram ediyor, senin bayramın iki oldu, kaldır kafanı oğlunla, gelininle konuş. Onlara sarıl hasret gider. Bak sana iki müjde verdim, bir tane daha çok sevineceğin haber vereceğim. Bu gün seni şad edeceğim, bu bayram senin bayramın olacak.” buyurmuş “Reşit Ağa, sarhoş gibi oldun. Gelinin on günlük bir erkek çocuğuna hamile, kendinin de oğlunun da haberleri yoktur. Bu da sana dede olduğunun haberi.” Diyince, Reşit Ağa(Ali Han) içinde bulunduğu manevi sarhoşluğun tesiri ile Efendimizi met eden ifrat cümleler kullanmış ve sonunda “Şeyh Osman, kelime bulamıyorum senin büyüklüğünü anlatmaya beni affet” demiştir. Efendi Hazretleri, Reşit Ağa'nın gelinine İngilizce hamile olduğunu haber vermiş ve oğlunun olacağını müjdelemiştir. Gelin hayretler içinde kalmıştır. Reşit Ağa konuşulanları anlamadığı için Sultanımız gelinle konuşmalarını da Reşit Ağa'ya  tercüme etmiştir.


Reşit Ağa :


“Efendi Hazretleri, bu gelin Müslüman değil. Her halde huzuruna gâvur geldi, gâvur mu gidecek?” deyince, Efendi Hazretleri: “Reşit az sabırlı ol, bu insan bize de dinimize de garip. Az bizleri ve dinimizi tanısın. İnşallah onu da İslam Dini ile şereflendireceğim. Oğlun da gelinin de daha Amerika'ya dönmeyecekler. Bu da sana son müjdem.” Diyince, oğlu:


“Efendi, sanki bizimle yaşamışsın gibi her şeyi biliyorsun. Bir de bizim içimizden geçenleri eksiksiz söylüyorsun. Ben ömrümde böyle bir şey görmedim.” Diyince, Reşit Ağa oğluna:


“Ulan! Gâvur elinde sen nerden Zamanın Gavsunu göreceksin? Bu karşındaki Zat, bin yılda bir gelir; onu da Allah bizlere nasip etti.” demiştir. Efendimiz, misafirlerine yiyecek içecek ikram ettikten sonra: “Hadi kalkın Reşit , oğlunun kalıbı burada gönlü anasının yanında; eve geçin, evdeki hatununda bayramı bayram ola.” buyurmuştur. “Bayramdan sonraki gün sizleri ailece yemeğe bekliyorum.” Demiş ve misafirlerini yolcu etmiştir.


Bayramdan sonraki gün Reşit Ağa, hanımı, oğlu ve gelini akşam yemeğine gelmişlerdir. Yemekten sonra Sultanımız, gelin ve oğlanla İngilizce iki saate yakın sohbet etmiştir. Sohbetin bitiminde Reşit Ağa'nın oğlu derviş olmuş, gelini de önce İslam Dini ile şereflenmiş daha sonra da Şeyh Osman Nuri Kadesallahu Sırrıhu Hazretlerinin  tarikatına intisap etmiştir…


Makale; Gavsul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin torunu Es-Seyyid Osman Nuri Ölmeztoprak tarafından, Şeyh Osman Hazretlerinin oğulları Es Seyyid Muhammed Arif ve Es-Seyyid Muhammed Latif Efendinin nakilleriyle kaleme alınmıştır.


HIZIRLA YOLCULUK

bottom of page