top of page
Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin Yaşam Serüveni ve Kerametleri

Kutbû'l Devrân'ın Derik Serüveni: Vergi Tahsili ve Aşiretlerden Asker Teslimi

Bu bölümde Sahibüzzaman, Kutbû'l Devrân, Sultanı Evliya, Esseyyid, Şeyh Osman Nuri (Bağdadi) Hazretleri'nin Derik hatıralarını kaldığımız yerden anlatmaya devam edeceğiz. Şahı Evliya, Şeyh Osman Nuri (Bağdadi) Hazretleri, Mehmet Ağa'nın davetinden ailesi ile eve döndü ve geceyi kendi evinde geçirdikten sonra sabah mesaisine başlamak üzere Gübeye gitmiştir. Makamına geçtikten sonra gelecek vergileri tahsil etmek üzere görevlileri kendi makamına davet etmiştir. Emir erlerine bol miktarda çay demlemelerini emredince görevli tahsildar:


"Kumandanım, bu kadar çayı telef etmeyin; onların sözlerine de inanmayın, onlar söyledi ve eve gidince de unuttular, sizden önce de aynı şekilde davrandılar." diye demesine, Sultanı Evliya sert bir ifade ile tahsildarın sözünü kesmiş ve:


"Sen beni kimle karıştırıyorsun? Az sabırlı ol, birkaç saat içinde olacakları gözlerinle göreceksin, kulaklarınla da duyacaksın. O aleyhinde konuştuğun insanların çoğu şu an yoldalar, bir kısmı da eksiklerini ikmal etmek üzere koru komşudan temin etmek üzere gayret sarf ediyorlar. Birazdan vergilerini yatırmak üzere insanlar kuyruk olacaklar, inşallah biz de o insanlara kuru bir çay ikram edeceğiz." diye çıkınca tahsildar mahcup olmuştur. Tekrar tahsildarın mahcubiyetini giderip gönlünü almak isteyen Sultanımız sözlerine şöyle devam etmiştir:


"Oğlum, biz Hak'ın lütfü ile neler olacağını önceden görürüz, bize kılavuzluğu Hazreti Ali yapar. Kılavuzun Aliyel Murteza olursa, yolun Hak'ka gider." demiş ve gülümsemiştir. Tahsildara devamla günü söylemiştir:


"Evladım, hanımına karşı çok sert davranıyormuşsun, sebepsiz yere de ara sıra dövüyormuşsun ve günlerdir de senden küçük bir isteği olmuş, onu da yapmamışsın." diyince, tahsildarın içinden günler geçmiştir: "Acaba kumandan bunları kimden duydu?" Sultanı Evliya gülerek:


"Allah (cc) haber veriyor, Allah (cc)" demiş ve hanımının o küçük isteğini de elini cebine sokup cüzdanını çıkarttıktan sonra söylemiştir:


"Evladım, hanımın aylardır senden bir fistan (entari) istiyordu. Sen de başından savıyor 'maaşlarımızı alamadık alırsam alacam' diyerek hanımını geçiştiriyormuşsun. Halbuki esnafın yanında bir fistan alacak kredin vardı, ama asıl niyetin hanımını yıldırıp babasının evine dönmesini sağlamak; çünkü dul bir kadınla evlenmek istiyorsun, o da 'hanımını boşa ki seninle evleneyim' diyor. Senin küçük geyiklerden kavga çıkartma sebebin bu. Al şu parayı, hanımını ve çocuklarını giydir; onlar sevinirse Mevla da bizleri sevindirir. O dul kadına gelince, evladım, onun kaderi senin de değil. Kısa zaman sonra buradan uzaklara gelin olup gidecek, senin ona yedirdiğin altınlar da boşa gidecek." Diyince tahsildar içinden "Biz birbirimize Kur'an üzere yemin ettik, bu mümkün değil" diye geçirince:


"Evladım, senin kadere imanın yok, hem de o sevdiğin kadının Kur'an'la hiç alakası yoktur." Tahsildar elini öpüp parayı almış ve cebine koymuştur. "Evladım, evdeki hanımına vicdanlı ve merhametli davran, çünkü hanımın takva sahibi, imanlı bir kadındır." Buyurmuştur.


Efendi Hazretleri'nin buyurduğu üzere, çok kısa zaman sonra kadın Diyarbakır'ın köylerinden bir adamla bir gece yarısı kaçmış ve gitmiştir.


Biz tekrar tahsildarın çay demlenmesi kısmındaki yere dönerek sohbete kaldığımız yerden devam edeceğiz. Şahımızın buyurduğu gibi, bu konuşmaların bitiminde Sultanımız tahsildara "Sen çayında iki yudum alacaksın, üçüncü yudumu almak üzere bardağı ağzına götürürken bizim Mehmet Çavuş, sizin ifadenizle Mehmet Ağa, kapıdan içeri girecek ve 'inşallah benden önce kimse gelmemiştir' diyecek" buyurmuştur. Bu yaşanan olaylar tahsildarı sersemletmiştir. Çünkü hanımıyla arasında geçenleri söylemesi ve diğer olacakları bildirmesi tuhaf gelmiştir.


Emir eri çay tepsisiyle içeri girmiş ve Sultanımızdan başlayarak çay servisini yapmış ve dışarı çıkmıştır. Efendi Hazretleri'nin buyurduğu gibi olmuş, tahsildar çayından iki yudum almış, üçüncü yudumu almak üzere ağzına götürürken kapı vurulmuş ve emir eri önünde Mehmet Ağa içeri girmişlerdir. Mehmet Ağa, Sultanımızın elini öpmek üzere uzanırken "inşallah benden önce gelen olmamıştır" diyerek gülümsemiştir. Bu olanlardan sonra tahsildar hayretler içinde Mehmet Ağa'ya olanları söylemiştir. Mehmet Ağa da:


"Haşa Efendi'den, gafil adam! Daha ne bekliyorsun? Sen de intisab et ve nefsinin, şeytanın elinden yakasını kurtar" diyince, Efendi gülmüş ve "O diğer söylediğim şeyi bekliyor. Dul bir kadına gönül vermiş. Eğer o dediğimde çıkarsa daha sonra gelip intisab edecek" diyince Mehmet Ağa tahsildara dönerek "Öyleyse sana yazıklar olsun" diyince, Efendi Hazretleri araya girmiş ve "Mehmet, onun daha birkaç gün zamanı var. Kadının gittiğini haber alınca üzgün bir şekilde intisab etmek için beni arayacak. O gün beni bulamayacak çünkü ben Derik'in dışında olacağım, sen ders tarif edeceksin, ısrar etme" buyurmuştur.


Emir eri, Mehmet Ağa'ya da çay getirmiştir. Mehmet Ağa:


"Ben, Efendi'nin huzurunda çay içemem" diyince, emirine Sultanımız gülerek:


"Mehmet, sen burada derviş olarak değil, vergisini gülerek devletine ödeyen vatandaş olarak bulunuyorsun" diyince, Mehmet Ağa ağlayarak ayağa kalkmış:


"Efendi, kölen olayım, öyleyse müsaade et, çayımı dışarıda askerlerin yanına gidip orada içeyim" diyince Sultanımız müsaade etmiş ve ağzından şu cümleler dökülmüş:


"Ne tatlı ve güzel bir yol, intisab edince dervişin ilk kazandığı vasıf edep ve haya oluyor..."


Bu esnada Derik halkından vergi borcu olanlar ağır ağır gelmeye başlamıştır. Sultanımızın buyurduğu üzere kısa zaman sonra kalabalık artınca askerler halkı sıraya sokmuşlar ve kuyruk oluşmuştur. Tahsildar bu manzarayı da gözüyle görmüş ve kendi kendine de:


"Hayret bir şey, dün korkumuzdan bu adamların şerrinden değil vergi istemek, kapılarının önünden geçemiyorduk. Bugün ağalar, beyler sıraya dizilmiş gülerek vergilerini ödüyorlar; yetmezmiş gibi bir de Şube Reisi'nin elini öpüyorlar. Olanları gözümle görüyorum, kulağımla duyuyorum ama yine de inanasım gelmiyor. Acaba ben rüyamı mı görüyorum, yoksa hayal mi?" diye mırıldanınca, Şahı Evliya:


"Evladım, siz istemeyi becerememişsiniz; yoksa bu insanlar bu kadar bekletmezlerdi, devlete olan borçlarını öderlerdi" diye gülerek karşılık vermiştir. Tahsildar:


"Kumandanım, vallahi vergi istemek, bunların bulunduğu yerden salavat ile geçerdik ki bize ve çocuklarımıza zarar vermesinler" diyince, vergisini ödeyen vatandaşlardan yörenin söz sahibi ağalardan bir tanesi: "Sen şubenin şeyhine dua et. Yoksa bu gördüğün manzarayı ne hayalinde ne de rüyanda görebilirdin" diye tahsildara karşılık vermiştir. Sultanımızın emrettiği üzere, Derik halkı üç gün içinde borcunu ödemiştir. İmkânı olmayanlara da Efendi Hazretleri mahsul zamanına kadar müsaade etmiştir. Hülâsayı kelam, ilçenin ve köylerin vergisini eksiksiz tahsil etmiştir.


Şimdi sizlere Sultanımız'ın, Mehmet Ağa'nın evinde Derik halkından istediği diğer konuyu, yani asker kaçaklarının aşiret reisleri tarafından getirip teslim edilmesi bölümünü nakledeceğiz.


Şahımız topladığı vergileri, memurların yanına hem askerlerden hem de bölgeyi iyi tanıyan insanlardan oluşan korumalarla Mardin iline naklettirmiş ve yetkili kurumlara teslimat yapılmıştır.


Vergi tahsilatının ağırlıklı bölümü üç gün içinde tamamlandıktan sonra asker kaçaklarının teslimatına sıra gelmiştir. Ağalar ve aşiret reisleri, askerlik hizmetini yerine getirmemiş olan çevrelerindeki insanları ve çocukları kafileler halinde getirerek teslim etmeye başlamışlardır. Sultanımız da ihtiyaç duyulan bölgelere sevk etmeye başlamıştır. Bu esnada bir akşam, Derik'in ağalarından bir tanesi akşam saatlerinde evde istirahat eden Efendimiz'i ziyaret etmek üzere evine gelmiştir. Eve hizmet eden emiri, Sultanımız'ın huzuruna gelmiş ve izin istemiştir. Sultanımız da:


"Misafiri kapıda bekletmeyin, misafir odasına alın." talimatını vermiştir.


Gelen Ağa'nın tek oğlu vardır ve Sultanımız, onun da askerliğinin zamanının geldiğini getirilip şubeye teslim edilmesini istemiştir. Oğlan, tek olduğu için çok nazlı ve değerlidir.


Sultanımız'a, oğlunun Derik'te ya da Derik'e yakın bir askeri birlikte vatani görevini yapması talebini iletmek üzere gelmiştir. Ancak, yanında getirdiği Yüce Sultanı tam olarak tanıyamadığı için yanlış yapmış ve Sultanımız'a üstü kapalı bir rüşvet getirmiştir. Getirdiği rüşvetler ise şunlardır: iki yaşında safkan bir Arap atı, yüz tane Reşat altını ve bol miktarda ipekli kumaşlar. Oğlunun yakında askerlik yapmasını istirham ettiğini söyleyip hediyeleri çıkarınca, Efendimiz, bu rüşveti edeplice gelip rica etmeden, hediye perdesi altında getirmediği için oğlunun askerliğinin Edirne'ye askeri birliğe gönderileceğini söylemiştir. Getirdiği rüşvetleri de alıp gitmesini ve oğlunu da yarın şubeye getirip teslim etmesini emretmiştir. Ağa, mahcup bir halde huzurdan ayrılırken ağzının içinde şu cümleleri mırıldanmaktadır:


"Sana boyunum kıldan ince. Sen olma, gelsin Sultan Abdulhamid elimden alabiliyor mu?" dediğinde Efendimiz, Ağa'ya hitaben:


"Adamlığı öğreneceksiniz. Dine, ahlaka ve kanunlara uymayan her şeyden uzak durmayı inşallah bu beldeye çok yakında öğreteceğim. Hanımın bu habere çok üzülür, ona da benden selam söyle. Oğlun sağ salim gidip dönecek, üzülmesin. (Çünkü o yıllarda askerlik hizmeti beş yıldı.) Askerlik dönüşünde oğlun evlenecek, sende hanımın da torunlarınızı göreceksiniz. Epey de uzun yaşayacaksınız." buyurmuştur.


Ertesi gün Ağa, oğlunu getirip teslim etmiştir ve Efendi'nin buyurduğu şekilde Edirne'ye sevk edilmiştir.


Sultanımız kısa süre içerisinde firari askerleri de toparlayıp askere etmiştir. Bununla birlikte Derik kazası huzurlu günlere kavuşmuş, yol kesme, soygun, ırza, namusa, taciz gibi suçlar da neredeyse hiç kalmamıştır. Suç işleyenler de çok kısa sürede yakalanıp mahkeme huzuruna çıkarılmaktadır. Yani kısacası, Derik'e, Hak'ın Nuru, Geyh Osman Nuri (Bağdadi) Hazretleri dünya ve ahiret huzurunu getirmiştir.


Bu sohbet, Sultanımız'ın oğulları Muhammed Arif ve Muhammed Latif (Lutfi) Efendiler tarafından rivayet edilmiştir. O yüce zatları saygı ve minnetle anar, Yüce Mevla'dan rahmet ve mağfiret niyaz ederiz.


HIZIRLA YOLCULUK


bottom of page