top of page

RİCALÜL GAYP KIRKLAR EVLİYASI OPR. DR. HÜSEYİN MÜNİR DERMAN’IN ALMANYA FRANKFURT’TA ASLANLA KONUŞMASI ve HELAL KAZANCI YEMEYEN FARELER…

Şeyhü’l- Ekber Muhiddini Arabî Hazretleri, “Fususu’l- Hikem” adlı eserinde peygamberlerin hikmetlerini anlatır, Yâni peygamberlere verilen özel ilim, yetki, bilgi gibi hususlar. Her peygambere değişik hikmetler verilmiştir, Meselâ Hazreti İsa aleyhi selam ölüleri diriltme, körlerin gözünü açma gibi hikmetlere sahipti. Hz. Süleyman aleyhi selam hayvanların dilinden anlayıp cinlere hükmederdi. Peygamberlere verilen hikmetlerden bazılarının büyük velilere de verildiği söylenir. Buna göre Münir Derman Hocamıza hem Hz. İsa aleyhi selam, hem de Hazreti Süleyman aleyhi selam hikmetlerinden verildiği anlaşılmaktadır…


Münir Derman’ın kerametle, ameliyatsız olarak gözlerini açtığı körler var… Cinlere hükmettiği de bazı kişileri uzaktan ve kerameti ile cinlerin tasallutundan kurtarmasından anlaşılıyor. Hayvanlarla konuştuğunu da onu tanıyan herkes biliyor... Derman Hocanın, kedi, eşek, akbaba, arı, sinek, fare, aslan, köpek, kanarya gibi hayvanlarla konuşmaları kitaplarında yer almaktadır.


Münir Derman Hazretleri'nin Almanya'da Frankfurt Hayvanat Bahçesini gezerken yaşadığı olaylar hayli uzundur. Özetleyelim. Hayvanat bahçesinde üç saat dolaşıyor. Sinekten file kadar, dünyanın her yerinden getirilmiş hayvanlarla konuşuyor. Parmaklıklar arasındaki genç bir aslana yaklaşıyor Onunla konuşuyor. “Yaklaşmak tehlikeli ve yasaktır!” levhasını görmemiş. Çevredeki halkın şaşkın bakışları arasında aslanı okşuyor. Aslan ilk defa kükrüyor. (Hayvanat bahçesine kapatılan hayvan kükremezmiş), Polisler geliyor “Sen çıldırdın mı?” diyorlar. “Görüyorsunuz, okşadım. Bir şey yapmadı.” diyor. Biri “Siz necisiniz?” diye soruyor. “Sihirbaz değilim. Doktorum. Hayvan lisanından anlarım. Biraz aslanla konuştum.” diyor. O günkü olay Frankfurt Gazetesi’nde yayınlanmıştır.


Derman Hoca bir konuşmasında “Fareler helâl malı yemezler. Haramları temizlerler…” demişti. Ben de o yıl Bursa Karacabey asfaltı üzerindeki tarlamıza buğday ektirmiştim. Karacabey İlçe Tarım Müdürü bana “Kırkpınar” adını verdikleri sıfır yaşında tohumluk buğday vermişti. “Hasatta bunu pazara satmayacaksın yine tohumluk olarak ya köylüye ya da bize vereceksin.” demişti. Çok iyi bir ürün oldu. Hasat zamanı, amcamın çocukları köyden römork getirdi. Tohumluk buğdayı biçerdöverden römorka yükledik. Çuvallara doldurduk. Ziraat Müdürünün sözü üzerine pazara değil, ekim ayına kadar bekletmek üzere köye götürdük.


Köyde depom yoktu. Amcamın evinin altında bir yer vardı çuvalları oraya yığdık. Etrafı açıktı köylüler dediler ki “Ekim ayına kadar fareler çuvalları deler, bunların hepsini yer. Bizim ambarlarımızı delip giriyor, yiyorlar!” “Benim buğdayımı yemezler!” dedim. “Yahu Hoca, neyine güveniyorsun. Sen Ankara'ya gideceksin. Bunlar burada sürüyle geziyorlar. Kim koruyacak. Gelince çuvalları boşalmış bulacaksın!” dediler. “Ben bu buğdayın zekâtını daha tarlada ayırdım verdim. İçinde haram kalmadı. Fareler helâl mala yaklaşmaz!” dedim (Münir Hocam doğru söyler). “Eh! Görürsün... Dört ay sonra, gelince konuşuruz!” dediler.


Bizim Köyün halkı zekât deyince canlı hayvandan ve altın gümüş gibi servetten verilir biliyorlardı. Koyun, keçinin kırkta birini herkes veriyordu; ama tarım ürünlerine zekât düştüğünü bilmiyorlardı. Münir Hoca ile tanışıncaya kadar bir çiftçi çocuğu olarak ben de bilmiyordum. Oysa kuru tarımda ürünün onda biri, sulu tarımda yirmide biri zekât olarak verilmeliymiş. Belki de köylünün ambarlarına fareler bunun için giriyordu. Çünkü fakirin hakkı olan zekât verilmezse o mal, sahibine haramdır. İslâm'da zekât çok mühim bir meseledir.


HÜSEYİN KANYILMAZ

TRT Ankara Televizyonunda Prodüktör, Belgesel yönetmeni.

bottom of page