Aşklardan Arta Kalan
yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar
ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar
sırf dardı diye kafalar, düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik
sarılmak yakar bizi, deyip, aşkı hep uzaktan sevdik
Charles Bukowski
Her insan, esrik bir günün salaş yazgısından süzülüp gelen ve sabırla akan kum saatinin taneleri gibi sıra sıra yürek çağrısına, aşka davet esinlerine koşmak zorunda bırakılır zamanı geldiğinde… Kırkikindi yağmurlarına özlem duyan kurak toprağın bağrındaki tohumlar gibi filizlenerek aşka yeşermek ister. Bu karşı konulamaz bir yasa... Bir duygu olarak güneş gibi doğan aşk tüm benliğini sardığında, alır her şeyini elinden, böler gecelerini, karşı cinsin gözlerine odaklanır gözlerin, tozpembe umutlardan yana başlar aşkın özlem saatleri akreple yelkovanlar arasında…
Çocukluk çağının masum aşkları, gençlik, orta yaşlılık ve son nefese kadar dinmeyen, ardı arkası kesilmeyen deniz dalgaları gibi hep gönül sahillerine vurup duran aşk… Çekim büyüsüne kapılanları onsuz yapılamaz hale sokan ve sonu belirsiz bir limana taşıyan aşk… Bu aşkı yaratan, âlemlerin Rabbi Vedud’den başka kim olabilir ki?
Ansızın aşk zamanı gelir dehşete düşürerek tüm benliğini sarıp… Göz göze getirir karşı cinsle.. Salar aşkı yaratıcı üzerlerine yağmur olup yağdırır… Aşksız üç kulaç derininde beklemek anlamsız, sarılmak imkânsız, utangaç bakışmalarda kadifeleşir sesler, titreyen bedenlerde ansızın kuşatır insanı baştan sona aşk… Aşk saatlerinde bütün beden arzulara teslim olur, düşer aşk yoluna çaresiz kalır insan… Karşı cinsten birilerine âşık olma dürtüsünden kaçmak olanaksızdır. Aşk en büyük hazdır… Aşk nesillerin devamı için gerekli olan çok büyük bir ilahi sırdır… Rotası doğru yöne, doğru insana çevrilmediğinde günahlara düşmemek olanaksız…
Helallerle örülmüş bir aşk yasasının uzağına düşüp, aşkın büyüsüyle kendilerinden geçerek tüm benliklerini aşka bırakıp sonsuz ürpertiyle soluk soluğa sarmaş dolaş sevişenler eksik değildir aşk konaklarında… İlk deneyim, ilk günah… Açığa çıkarılan, alevlenen aşklarda günahkâr bedenler tekrar tekrar tutuşmak ister. Aşkın kanunsuz yollarından bir sahne ve kirlenmiş bir namus... Aşkın büyüsüyle kendini kaybedenlerin ortak sevi dili : “Sevgilim, aşkım, seninle bu hayat anlamlı, her şey seninle güzel, ben seninle ölmek isterim. Ben sadece sana aitim. Şu dünyada sevdiğim ilk ve tek insan sensin, sana aşığım canım sevgilim.”
Yasak aşklardan yana her şey çok güzel giderken ansızın araya engeller girer. Aşkın yasasını koyan Yaratıcı, helal sınırları aşanları insafsız bir ayrılıkla kuşatır, bitirir aşklarını, elveda bile demeden çeker giderler… Her iki tarafın yâdında kalan tutkulu bir aşktan hatıra dünlü günlerden kalmış resim kareleri… Kahırlar edilir. Kahır, nefretleri çağırır, nefretler bedduayı... Değişen hiçbir şey olmaz. Güneş yine doğar, mevsimler yine gelip geçer. Aşk unutulmaz. O yakıcı bakışlar, o benliği titreten kudretli, günahkâr sevişmeler asla unutulmaz. Yiten aşkların ardından nefretler çağırılır, yine aşk kaybolmaz… Günahkâr sarılmalar, baş başa birlikte geçirilen saatler, anılarda kalan tek hatıra kalır…
Aşk yasası merak dürtülerini kamçılar… O, başka biriyle yeni bir aşka başlamış mıdır? Ah diğeri de ondan intikam alabilmek için ondan daha güzel yeni bir aşk arayışında! Bu tutumlar aşkın intikam yasası… Denetimsizdir artık namusu kirlenen insan, günah; aşkları ister olanca tutkuyla ve Yaratıcı karşısına çıkarır. Bu istek Yaratıcının değil kendisinin bir seçkisidir… O bunu dilemiş Allah da dileğini kendine kolay kılmıştır… Yeni aşk, daha güzel çok daha alımlı olmalıdır. Yeni bir sevgili daha bulur. Aşkın alev alev ateşi tüm benliklerini ele geçirip yakar. Dudaktan kalbe su sızmaz sarılmalarla yanarlar aşka, saatlerce… Sinemalar, yerini diskoya bırakır… Arabalarda aşk turları atılır. Terkedilen eski sevgiliye yeni aşk, uygun birileriyle bildirilir. O, kıskanıp çatlamalıdır kendini kaybettiğine… Yeni aşkı eskisinden daha seksi ve güzeldir. Bütün bunlar aşkın intikam yasası…
Yeni bir sevgili daha… Beklemeye değmiş... Bu sevgilisi, en sevgili… Kiliselerden kaçmış simsiyah aşk bulutlarının yağmurlarında ıslanıp göz göze gelerek şehvetle bakışmalar… Servi gibi endamlı, sır vermez dip odalarının mazide kalmış günahlarının aşk sandıklarından çıkarılan günahkâr dünü günlerde olduğu gibi yeniden dudaktan kalbe su sızmadık sarılmalar… Bu yeni sevgili asla başkasının olmamalı… Sevgilisine dair her söz ne güzel… Onun aşkı hep kutsalı, onunla hayat sanki tozpembe bir rüya… Bu aşk evlilikle taçlanacaktır: “Sevgilim, canım, aşkım, meleğim…” sözleri aşk kitabından alındık kutsal kelimeler… Yaratıcı ansızın fitneleri onların üzerine salar ve iki sevgili aynı çağlayandan akıp gelen hırçın sel gibi farklı su mecralarında kendilerini akarken bulurlar… İkinci günah, ikinci defa kirlenen namus… Günah, aşkın çekim yasası değil; günah, kalpte sızı kahreden ayrılıktan hatıra, şeytanın sırrı… Günah Âdem’i cennetten kovduran Havva’nın gerçekliği…
Aşk için yaratılan insanın aşktan yoksunluğu günahkârlar için bir gerekliliktir artık… Gecelerin yirmi dört saatinde yirmi dört ayrı yönde ustalıkla gözlenen, düşlenen sevgili… Yüzde yüz bir evlilik umudu ve ayrılık… Sonu kestirilmedik bunalımlar ve çaresizlik… Büyük aşk, en sevgili yok… Bir fitneyle o da gitti… Bu hayatın onsuz ne anlamı kaldı? Aşkın gönül dağının derinliklerine kadar yerleşmiş sevgiliden, ondan hatıra kalan tutkulu sevişme sahnelerini bilinçaltından söküp atabilmek için yeniden uğraş verme zamanı… Ferhat’ın sevgilisine ulaşmak için delmeye çalıştığı dağ gibi, gönülde kök salmış yitik bir aşkın hatıra kalıntılarını söküp atma çabaları… Kahreden bunalımlar, sıra sıra gelen hüzünler…
Aşktan yana uzun bir geçmiş öyküsü olan, hiç yorulmadan aşka koşmak zorunda kalan, en azından son bir kez daha denemek için uğraş verilen, maskeli, gerçeklikten yoksun aşk balolarında içtenlikle özlenip yeniden istenen, aşka tanık dolunay akşamlarında üstün, ayrıcalıklı gecelerde aşk yaşamına dair bir sır payı katlayıp ayrılıkla sonlanan her ilişkinin ardından nefret duygusuyla dopdolu kalmak… Aşk denizlerinde öfkeli bir ruh halini yaşamaya tutsak kalan, “Ha o var, ha o yok !” duygu durumunun bulanık, çalkantılı selinde bir çer çöp olarak akmaya zorunlu bırakılmış günahkâr âşıkların, çelişkili ve öfkeli ruh halleri… Kahreden ayrılık ve iki arada bir derede bırakan sonlanmış aşklardan hatıralar… Gözyaşı, nefret, intikam duygusu ve yine o günlerden hatıra kahrolası günahkâr anılar… Adı saklısında kalmış dünlü su sızmadık sarılmaların fotoğraf kareleri… Bilinçaltı dünyasını alt üst ederek bir ceza gibi hep gün yüzüne çıkmaya uğraş veren namusu kirlenmiş günahkâr dünler… Özlemle nefret arasında, arafta, kalmış yitik bir sevdanın hüzünlü aşk öyküsü… Bozuk bir saatin akrep ve yelkovanı gibi hiçbir zaman kalıbına sığmayan depreşen aşk ve nefret duygu durumlarının gelgitleri… İçsel yanış, çaresizlik, özlem, nefret, intikam, acıma, unutma, anımsamadan edemeyiş… Ayrılıktan geriye kalan, çalkantılı, sıkkın, çaresiz, bunalımlı bir ruh hali…
Bu kez ölen aşkları gömmeli, kuş olup semaya uçmalı… Sonra yine, yeni, yeniden aşka yandıkça yanıp vurulmalı… Parka dolan, güçlükle sığan âşıklar arasında, salkım salkım ağaran tan yellerinde, aşkın bitmeyen engelli yollarında, yeni bir yer edinmeli kendine… Öyle bir aşk yaşamalı ki tüm gidenleri unutturmalı… Yeni aşk sergilerini bütün insanlar imrenerek gezmeli, sözler ülkesinden duyulmamış güzel sevgi kelimeleri yağmur gibi sevgilisinin ve kendisinin üzerine yağmalı, dünlü günlerde kalan değmez aşklar bir kaldırım taşı gibi ayaklarının altına serilmeli, yıldızlar aşk gecelerinde alev alev yanan su sızmadık sarılışlarına tanık olmalı, aşklarına özenerek uzay boşluğundan divanece kayıp sonsuz uzay boşluğunda gözden kaybolmalı… Tıpkı eski sevgililerinin mazide kalması gibi…
Aşk rüzgârları da koşar, kır çiçeklerini seher vakti okşayıp, aşka uyarıp nasıl sever bilir misiniz? Aşk, güneş toplayan sevgilinin savrulan ipeksi saçlarına taç yapmak ister. Bu sevgili kim bilir hangi gerçeğin hangi aşığın kır çiçeği? Kim bilir hangi yasak aşkların şiir dizelerinde ateşli bir tema… Bu sevgili, kendinden önce hangi aşkın şiir dizesindeki imgeye konu olmuştur kim bilir? Gün ışığı aydınlığında bütün aşk limanlarını dolaşan kısmeti kapalı bir gemi gibi, hep başkalarının sahiline vurup kendi rotasını kaybeden ve istenmeyen limanlara yanaşmak zorunda kalıp onlardan ayrılan bu yelkenli, yeni aşkın kendisinden başkası değil…
Yıllar içinde kaybolan bu kaçıncı aşk, isyan neye yarar ki? Ne demek şu beyaz göğüslü ince endamlı dansöz atların içinde bir Lat putuna tapar gibi sevgiliye tapmak? Ya; yasasız ve sınırsız günahkâr saatlerdeki birliktelikler, günahkâr sevişmeler için ar ve namus duygularını bastırmak, vicdanın sesini kesmek adına sorunsuz bir ruh haliyle huzur içinde tutkuyla sevişmek amacıyla ince belli seksi bardaklarda viski yudumlayarak sarhoş olma çabaları? Aşk öncesi şehvet duygularını iyice depreştirmek uğruna diskotekte sevgiliyle baş başa geçirilen dans partilerindeki saatler… Şimdi isyankâr vicdanın sesi kesildi, içki aklı devre dışı bıraktı, diskotekteki dans şehveti kamçıladı, tutkuyla dudaktan kalbe sevişme zamanı… Büyük hazlar, büyük yorgunluk, günahkâr huzur, durmadan değişen, tekrar tekrar istenen ve aşka iştahları kamçılayarak olanca gücüyle kötülüğü emreden nefsin bitmek bilmeyen “Sarılın!” komutuna uyup sarılmalar, aşktan bitkin düşmüş namussuz, günahkar, yorgun bedenler…
Aşk … Vedud adının kudretli tecellisi açığa çıktığında aşka koşmamak imkânsızdır… Vedud tüm aşkların asıl nedeni, aşka koşan insanlar da sonuçlarıdır… Topraktan bedenlerde yaratıcı aşkı açığa çıkarırken, bir de sevgiliye güzel görünmek için süslenmek gerek… Daha alımlı, daha seksi, daha dikkat çeker, daha kışkırtıcı olmak aşkın yasasıdır ve koşarlar insanlar aşkın engebeli yollarında süslenerek… Sevgiliyle baş başa geçen sıcak saatler, bir park, bir sinema, bir taksi, bir ev, bir büro, bir göl huzurunda tutuşup aşka yanmalar… Seslenirler sevgililer aşkın yüce dağına, yankılanır sedaları dört bir yana : “Sevgilim, aşkım, canım, meleğim !” Ansızın bir fitneyle yaratıcı ayırır onları da… Tıpkı tüm günahkâr âşıkları ayırdığı gibi…
Sular duruldu… Günahkâr aşklardan arta kalan sıra dağlar gibi pişmanlık ve günahlar… İyi gitmeyen bir şeyler var… Kirlenen namusuna ceza olarak, kalbine kurşun gibi bir ağırlık yüklenmiş… Bu ağırlığın altında ezilip durmakta… Vicdanının yargıçlığıyla sonsuz azapta… Bu bir ilahi dil, ilahi ceza… Kirlenen namusunun bedeli olarak bunalımla açığa çıkan azap… Dar ve Muzil esmalarının tecellisi kendini ansızın sarmış… Yaratıcının adlarına ayna olan kutsal insan gerçekliği olan bedeni, günahkâr sevişmelerle evrilip yerini şeytanın aynası olmaya bırakmış. Bitmeyen bunalımlar, vesvese cehenneminden korkular… Bölünmüş uykusuz geceler… Gizli gizli ağlamalar. Boğulmalar… İntihar düşünceleri… Psikiyatristte çare aranmalar.... Uzayıp giden terapiler… Yıllarca kullanılan ve soruna çözüm olmayan depresyon ilaçları… Hiçbir şey güzel değil artık… Bu kahreden bunalımlar kendisinde yaşam zevki adına hiçbir şey bırakmamış… Hayat kalitesi düşmüş... Ara ara sosyal yaşamda, dost ortamlarındaki sohbetlerde içtenlikten yoksun zoraki gülücükler… Kaybolan huzur ve tükenen bir ömür... Şimdi dualara sarılma zamanı… Ah hangi dua kendine iyi gelir? Eyvah onlar da çare olmadı! Acaba başka hangi duayı okumalı? Değiştirilen dualar ve hiçbir zaman yok olmayan bunalımlar, korkular…
Yıllar mevsimler gibi bahardan sonbaharlara gelip geçmiş… Evlenmiş, çocukları olmuş. Eşi, kendisinin tutkulu sevişmelerle nicelerinin kollarında namusunu kirlettiğinden habersiz. Çocuklar masum bakışlarıyla çevresindeler… Bilinçaltı bomba gibi patlamış, vicdan kahreden bir azapta… Vicdan azabı, günaşırı kendini yakalayıp hayatını cehenneme çevirmekte… İç konuşmaları: “Evet ben… Başkalarının kollarında aşk yaşadım. Tutkulu bir şekilde pek çokları ile seviştim… Eşim, çocuğum bunlardan habersiz. Söylesem yuvam yıkılır, söylemesem bu vicdan azabı beni yer bitirir.” Evet…Yuvada yalan var… Yuvada namusu kirlenmiş biri var… Yuvada, vicdanının dinmek bilmeyen sesinden boğulmakta olan birisi var…
Süre doldu… Sararmış yapraklar gibi ecel rüzgârıyla dökülüyorlar birer birer. Eller üstünde tabutları… Zinakarların kimi genç, kimi orta yaşlı, kimi ihtiyar… Ecel, ansızın kapıp almış can kuşlarını. Bir beyaz kefende kirli bedenleri… Ölüm şokuyla bilinç yok olmuş. Mezarda ölüler ağlaşmakta, kabri ise cehennemin lanetli iğrenç kokularıyla kuşatılmış. Yılanlar… Gece gibi kapkara yılanlar… Gözleri ateş gibi kırmızı yılanlar… Görenleri korkudan öldürecek dehşette azap yılanları… Günahkâr bedenine sarılıyorlar. Simsiyah maymun görselliğindeki şeytanlar, kendini parçalamak için her taraftan saldırıyorlar. İlahi emirle ruhani bedenini bir mengene gibi sıkan toprak… Kabir penceresinden kendine gösterilen ve yılanların, şeytanların, toprağın işkencesine razı edecek kertede korkunç cehennemin görüntüsü… Oysa tövbe etmişti. Bütün bunlar neden? Günahına tövbe eden hiç günah işlememiş gibi, değil miydi? Yerin altında azap haykırışları… Cin ve insanlara duyurulmayan ölülerin Berzaha uzayan korkunç feryatları… Zinakar bedeni kabir âleminde insan görünümünden çıkmış. O, yaptığı zinaların cezası olarak Allah’ın sırrı olmaktan çıkıp şeytanın sırrına dönüşmüş. O, Allah’ın sıfatı olan insan şeklinde değil… Hayvan şekliyle çarpılmış bir domuz. Kabirlerde insan bulmak ne kadar da güç… Kabirlerde ne kadar da hayvan var? Domuz, köpek, sırtlan, timsah, maymun…
Çocukları aile yakınları mermerden bir mezar yaptırmışlar… Vefa borcu ödüyorlar… Mezarda adı- soyadı, doğum-ölüm tarihi ve çiçekler, leylaklar, güller… Su döküyorlar mezarına… Neye yarar? O, yer altında… Çetin bir kabir azabında… Ne güllerden haberi var ne gelenlerden… Herkes el eteğini çekmiş kendinden… Lat putu gibi tapınıp seviştiği sevgilileri de kendisiyle aynı kaderi paylaşmakta… Meğerse kişi sevdiğiyle berabermiş… Neden kimse kabrini beklemiyor? Kendine imdat edecek biri yok mudur? Şoka girmiş, beyin donuk, farkında olduğu tek şey öldüğü… Bir de akıl almadık azap… Ah ölüm olsa keşke, yok olsa! Aslanın pençesinde can çekişen bir ceylanı diğer bir aslanın diri diri yemeye başlamasına benzeyen ceylanın ruh hali gibi kabir azabı tüm benliğini sarmış. Ateş gözlü yılanlar bedenini sıkarak iflahını sökmekte, dişlerini Berzahtaki bedenine geçirip zehirlerini akıtmakta… Şerli sırtlanlar gibi dört bir yandan kendine saldıran kırmızı gözlü siyah lanet, iğrenç şeytanlar… Acımasızca parçalamaktalar… Günahkâr bedeni insan görünümünden çıkmış iğrenç bir domuz şekliyle çarpılmış… Tıpkı tüm zina edenler gibi o da domuza dönüşmüş… Feryadı arşa çıkıyor… Bedeni azap görüyor… Bu beden mezarda çürüyen cismi değil, kabirdeki ruhani bedeni… Azabı tadan mezardaki bedeni değil, kabir berzahındaki ruhani bedeni…
O seksi güzel kız bu mudur? Bu kız, hani erkeklere en sevgili olan… Bu kız, aşk için erkekler tarafından paylaşılamayıp şiddetle arzulanıp hep aranılan… Bu kız, bahçelerde, evde, parkta, sinemalarda, arabada, bürolarda, bir göl kenarında aşka uygun tüm kuytu mekânlarda dudaktan kalbe erkeklerin kollarında tutkuyla sevişen… Bu kız, sevgililerinin kollarında namusunu kirleten… Bu kız, tutkulu aşklarla, günahkâr sevişmelerle gününü gün eden… Albenili, kışkırtıcı seksi kıyafetlerle, rüzgârın dansına bıraktığı ipeksi saçlarıyla, havalı siyah güneş gözlükleriyle, lüks arabalarda şehvetli öpüşmeleriyle, pahalı parfümlerin kışkırtıcı kokularıyla, kırmızı renkteki dudak rujlarıyla sokaklarda boy gösterip, nice erkekleri kendine delice âşık etmişti… Erkeklerin peşine düşmesinden gizli bir zevk alır, kendisi gibi aynı yolun yolcuları olan kız arkadaşlarıyla ortak sevgililer tutardı… Onlarla bir araya gelip sevgililerini birbirlerine anlatır, bir diğerini kıskandırma oyunları oynarlardı… Bu kızın, şehirlerde, köprüler ve patikaların kestirilemedik kuytu yerlerinde, sevgilisiyle baş başa olduğu tüm mekânlarda nabzı aşka atardı… Erkeklerin, telefonuna attıkları mesajlardan büyük bir haz alırdı… Kendine âşık olanlar arasında evli insanların olması da apayrı bir onurdu! Demek ki güzeldi, demek ki seksiydi, demek ki kadınsılığın tüm albenisi kendisinin üzerinde toplanmıştı… Demek ki en güzel, en seksi, en sosyete kız kendisinden başkası değildi; yoksa bunca erkek kendisine âşık olup mesaj atıp peşine düşer miydi hiç? Bunlar içinde evli erkekler de vardı… Bütün bunlar bir kız için çok onur duyulası bir şeydi… Sevgili çetelesi çok kabarıktı… Evet, çok seksi, çok güzel, çok özel biriydi… Şimdi kirlenmiş günahkâr bedeni Yaratıcının emriyle kudretli ve çok çetin bir azapta… Her şeyin ayrımına varmış olmalı… Şu kabirde yatan, aşağılık domuz şekliyle çarpılmış o seksi kız işte… Kabirde ta Mahşere kadar azapta… Suçu: Zina…Kod adı: Fahişe… Makamı: Cehennem!
Bu delikanlı, dünya yaşamında manken gibiydi… Bu delikanlı, kudretli, şehvetli bakışlarıyla kızları baştan çıkaran seksi, fiziğiyle nice kızların gözdesiydi… Kendisine sevgili olmak isteyen kızlar tarafından paylaşılamaz, kızlar tarafından şiddetli, şehvetle bir şekilde arzulanırdı… Moda elbiseler, lüks arabalar… Kışkırtıcı parfümler, erkeksiliğin gücünü fiziksel bedeninde toplamanın gururuyla Uzza putu gibi topluluklarda arzı endam etmeler… Siyah güneş gözlükleri… Takılar, küpeler… Kızların kendisinin kollarına gelmesinden, sevişmesinden başkaca bir amaç edinmemiş… Ömrünü buna adamış… Nice kızlarla sevişmenin hazzıyla yorgun düşerek kendinden geçmiş… Aşk ne güzel şey… Büyüleyici bedenine âşık olanlar arasında evli olan bayanlar da var… Ne büyük onur... Sayılarını anımsayamadığı nice kızla tutkulu aşklar yaşayıp sevişmiş. İçki kadehlerini özenle yudumlayıp, diskolarda dans eden sevgilisiyle transa girerek kendinden geçmiş. Bir sevgiliyle baş başayken yedek sevgili kendini aramış… Yağmur gibi sevgili yağıyor… Öz bakımına büyük bir özen göstermekte… O, en seksi, o, kızlar tarafından en aranılan, o, en kudretli erkek… Öyle olmasa bunca kız kendinin sevgilisi olmak, kollarına gelmek adına can atar mı hiç? Ah! Kabir feci bir bedel ödetmiş… Bir iğrenç domuz şekliyle çarpılmış… Şeytanın sırrı olmuş… İnsi şeytana dönüşmüş… Bu iğrenç domuz dünyada kızların en sevgilisi olan o delikanlı mı? Simsiyah, ateş gözlü kobra yılanları bedenine kenetlenmiş, ateş renkli gözleriyle soluğunu kesip zehirleyerek sokmaktalar… Simsiyah maymun şeklindeki şeytanlar dehşetli bir şekilde kendini parçalıyorlar. Cehennem çukurundan bir çukura dönüşen kabrinde helak edici çetin bir azap… Feryadı ta arşa çıkıyor… Kabir penceresinden izlemeye mecbur edildiği cehennemdeki korkunç makamı… Kabirde, domuz şekliyle çarpılmış bir delikanlı…
Cehennemde insan yok. Cehennemdekilerin tümü hayvan şeklinde… Çünkü insan, Allah’ın sıfatı… Bu sıfatın cehennemde işi olmaz… Cehennemde aşk da yok… Çünkü aşk iki dünyada en büyük ihsan, en büyük sır… Aşk, Vedud esmasının tecelli anı… Burası çıldırtan işkencelerin yapıldığı yer: Cehennem! Burası, günahkâr bedenlerinin ateşle temizlendiği korkunç bir mekân… Melekleri amansız, insafsız… İçecekleri ise: kan, irin, zehir.
Aşk… Aşk, sensin… Sen aşka aynasın… Tıpkı tüm insanlar gibi… Vedüd adının tecellisi ile aşk zamanı geldiğinde yeşeren umutlarının peşinde koşmaktan bitkin düşersin… Aşkın, sarp, dikenli yolları ulaşılmazdır, bir başkasının kalbinde yediveren gülü gibi filizlenmek bedel ister. Pencerene vuran yağmurun sesinde, ayın romantik dolunay görüntüsünde, yağan kar tanelerinin sessiz musikisinde, dağ yamaçlarına serpilmiş renk renk nazlı kır çiçeklerinin başını okşayan tan yellerinde, geceleri aşkı haykıran bir bülbülün sesinde, atomların aşkla tutuşmalarında, geceyi aydınlatan uzay boşluğunda sıra sıra dizilmiş yıldızların yaratılış hakikatinde ilahi aşkı görebilirsin…
Hayat, aşka bakan yönüyle kendine uygun inançlı, namuslu bir kalp bulmayı öğütler… Bedensel çekiciliği amaç edindiğinde özlediğin aşka kavuştuğunu sanır, aldanırsın… Varsıllığı için birini eş olarak seçiyorsan, sararan son bahar yaprakları gibi tüm ümit yaprakların kurur, bir rüzgâr önünde savrulup gidersin… Acı kader, her köşe başında ayrılıktan yana tuzak kurar sana… Üzerine sevda sevda yağan aşk yağmurlarının sağanağında imanlı bir kalp ara… Şimdiye kadar ardı arkası kesilmeyen, adı saklında kalan nice aşklar bir bahar bulutu gibi yaşamının üzerinden geçip gitti, neden? Vefasız yıllarda tükenen hep sen oldun, neden?
Her kızın, her delikanlının nice yitik sevdaları olur. Aşk yolunda, yaşamın bir kesitinde, yan yana giden iki tren gibi aşka doğru yol alanlar, kader makinistinin rotalarını ansızın değiştirmesiyle ayrı ayrı yollara düşerler... Aşkın gönül oyununda hep aynı başlangıç, hep aynı son… Aşk doğsa ne olur, doğmasa ne? Kader, yollara hep sıra sıra ayrılık yazmıştır. Kavuştuğun aşkla yuva kurduysan iki yıl sonra her şeyin başlangıçtaki gibi olmadığına tanık olursun. Âşık olduğun insan bu mudur? İçinde tutuşan mavi aşk mumunun üzerinden nice aşklar gelir geçer. Sen de geçersin artları sıra koşarak… Siyah kader bulutları üzerlerinde toplanır kavuşamayanların. Eleğimsağmalardan atlamaları gerek, kavuşmaları için! Aşkın teline takılı kalmıştır uçurtmaların, bakakalırsın gökyüzüne; allı turnalar katar katar geçer üzerinden… Ayrıldığın insanların hatıraları bir azap gibi hep peşinde… Kadere isyan etmek boş…
Nice aşkların peşinden koşmaktan yorulursun, ömrün tükenir. Her aşk kapısında bekletilirsin yıllarca, sonra yüzüne kapanır kapılar. O artık başkasına yar… İsyankâr gecelerin elinde tutsak kalırsın. Sabır taşın ansızın çatlar. Hiç dinmez gözyaşın, acı feryadın yükselir arşa…
Yaratıcı zina ettirmek için âşık etmez... Çoğunlukla yuva kurmak için de vermemiştir aşkı... Bu ilahi sır… Allah’a akılla değil kalple, bilgiyle değil aşkla gidilir… Ulaşamadığın tüm aşklar Allah aşkına seni taşıyan bir köprüdür. Aşk bunun için verilmiş… Allah, aşkı köprüde kalman için değil, köprüyü geçip kendine yönelmen için vermiş…Allah aşkı evlenmen, nesillerin devamı için vermiş… Gidenlerin ardından ağlama… Nice Leyla’lar, nice Mecnunlar yok olup gittiler bu sevda yollarında… İçinde ölen biri var, aşkına ihanetin vicdan azabında… Giden her Leyla’dan, her Mecnun’dan geç… Aşkını köprülerde değil köprünün ötesinde sevilmeyi bekleyende Allah’ta ara… Gidenlere de taş bebeği bırak… Hüzünlü, kırılgan bir şiir gibi doğmalarına fırsat verme… Ümit burcundan doğacak yepyeni, tertemiz bir aşkın şafağını bekle…
Aşkta, sen kimsenin onuru, izzeti, şerefi, ümitleri ile oynamamışsan; söz verip de sözünden dönmemişsen; Allah’a şükret… Seni yüzüstü bırakanlara, onurun, izzetin, şerefin, ümitlerin ile oynayıp sözünden dönenlere hiçbir şey söyleme… Sus, sabırla bekle… Senin vuracağın silleden geriye küçük bir iz kalır; Allah vurdu mu tabutlar kalkar… Nesilleri boyu çekerler… Allah’ın sillesi sessizdir. Ansızın iner, perişan eder… Aşk hayatında seni aldatanların sonunu er geç Allah sana gösterecektir. Hem de bu dünyada… Aşkta aldatılan her zaman şanslı… Zaman, yalancı insanların yitik aşkları için köprüde bekleme zamanı değil… Zaman, yepyeni, imanlı bir aşk bulma zamanı…
Varsıllığı, güzelliği için biriyle evlenme; kalbi temiz inançlı insanları ara… Yalancı, sözünden dönen, aldatan insanları, halleriyle baş başa bırak…
Unutma ki her bir zinakar için yerin altında iğrenç bir hayvan suretiyle çarpılma ve dehşetli bir azap vardır… Dişini sık, yer gök aşk olup şak şak üzerine yağsa, zinadan yılandan çıyandan kaçar gibi kaç… Bu hayat fani… Temiz bir eşle yaşayacağın aşk yeterli…
Yollar ikidir. Biri günahkârlar zinakarlar yolu… Bu yolun sonu hüsrandır. Yerin altında onlar için çok çetin bir azap vardır. Bir diğer yol İslam yolu… Bu sınırlar içinde yaşam sürüp iffetlerini, namuslarını koruyanlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. Birincisi baklava gibi albenilidir. Ama o baklavanın içinde öldüren dehşetli bir zehir vardır. Diğer yol sabır ister. Biraz zahmetlidir. Kuran’a tam iman edip günahlardan kaçınmayı, ibadetleri ister. Sonu ise ebedi huzur, ebedi kazanımdır…
Seçki, özgür; dileyen dilediği yolu seçiyor, seçmiş de zaten…
Berke Ahren