top of page

İNSAN VE NEFİS

Gönül sultanlarından Veysel Karânî Hazretlerine sordular: “Hâl nicedir? Nasıl vakit geçirirsin?” Cevap verdi: “Sabah olunca akşamı, akşam olunca sabahı beklemem. Her an ne gerekiyorsa onu yaparım. Ne iş tutarsam tutayım, her an Allah’la beraberim.” Yüce Peygamberimiz, ne güzel buyuruyor: “İnsan sevdiği ile beraberdir.” İrfan, Hak yolcularının iç âlemine vâkıf olmak demektir. Tek istisna olmadan bütün insanlar Allah’a muhtaçtırlar. Allah’ı bilen sever. Sevince de O’na uyar. Uyduktan sonra mâsiva ile ilgisini keser. Bir kimse her an, her yerde, her işte Allah ile beraber olursa her kötü şey ondan uzak durur. Bir kimse, Allah’tan uzak eden şeyleri bir yana atarsa Hak’la olanlarla olur. Bir kimse kendine hedef olarak iyiyi, doğruyu, güzeli seçerse hep hayırdan yana olursa kendini nefsaniyetten uzak tutacak, her an kendini Rabbine yaklaştıracak mesuliyetler içinde olursa Hak’la olur… Bütün günleri meşkle, aşkla, mutlulukla dolar. Fazıl Hüsnü Dağlarca,

“Çocuğum dua et geceleri,

İnsan uzaklaşabilir Allah’tan…” diyor.


Hakk’ın zikriyle dolan gönül, başka aldatıcı güzelliklere iltifat etmez. Kalp sırlarını saklayan, gayb âleminin sırlarına kavuşur. Bütün maksadını tek şeye bağlayana Allah yeter. Bir kimse Allah’ın rızası yolunda çalışırsa başkalarının darılması onu üzmez. Kâinatın Efendisi, “Bir kimse sabaha çıktığında, kalbinde Allah’tan başkasını bulursa ona Allah’tan bir nasip yoktur.” Buyuruyor. Bir kimse Allah ile olursa Allah’ın emrinde olursa, Allah da onun ihtiyaçlarını yerine getirir. Tövbe ile arayan, mağfiretle bulur. Dua ile arayan, icabetle bulur. Sevgi ile arayan vuslatla bulur. Allah rızası yolunda koşanın, bütün muhtaç olduğu şeyler ihsan edilir. Bir kimse, Allah’a kavuşmayı arzuluyorsa, Allah da onu arzuluyor demektir. Dünyaya haris olan, kendini Allah’tan uzak bulur. Allah’ı vekil bilen, her hayra kavuşur. Azla yetinmeyen, sürekli şikâyet makamında olan, şükür, sabır, kanaatten uzak yaşayanlar, zelil olarak hayatlarını bitirirler.

Bu âlemde Hakk’ı görmekten yana âmâ olan, öbür âlemde de âmâ olur. Emeller ancak niyetlere bağlıdır. Gönül gözü perdeli olanlar, kalp sahiplerinin sözünü anlayamazlar, onlar herkesi kötülerler; ama kendi nefislerinin kötülüklerini görmezler, kuldan utanır; ama Allah’tan utanmazlar. Kullar önünde boyun büküp, Hak önünde dik gezerler. Maddi varlıklarının ölmesinden korkarlar; ama kalplerinin ölmesi akıllarına gelmez.

Nefis, Resulullah Efendimize uyduğu sürece Hakka ve hakikate boyun eğebilir. Peygamberi devreden çıkarmak isteyenler, bir süre sonra avuçlarını yalayacaklardır. Bekleyelim, görelim. Ona bunu çatmak kolay; ama bir süre sonra toz duman dağılınca, patırtı gürültü bitince, atlı, kim, yayan kim ortaya çıkacaktır.

Tarih şahittir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah Efendimizin önünde saygı ile eğilmeyen, O’nu kendisi ve bütün âlemler için nur ve ışık kaynağı görmeyen hangi insan güzellik ve neşe kaynağına ulaşabildi? Buyurun, gösterin…

Nefsini bilen Rabbini bilir, ne var ki bilen çok azdır. Onu bilmek bir yana, onun varlığını anlamak yoluna girenler dahi aziz sayılır. Onu anlamadıktan sonra, şerrinden kurtulmak çok zordur. Kapıdan kovulsa, bacadan girer. Nice insan nefsin şerrinden kurtulduğunu sanır, bir gurur, bir kibir içinde sağa sola saldırırlar. Kalp kıranlar, gönül incitirler. Ama bir bilseler ki, nefislerini gerçekten Müslüman etselerdi, bu işleri yapabilirler miydi? Mağrur bir totem gibi etrafa kılıç sallayabilirler miydi? Ya o şahıslar, o hor gördükleri, hakir gördükleri şahıslar yarın din gününde davacı olurlarsa ne yapacaklar? Bugünün yarını da var. O vurup kırmanın, o atıp savurmanın faturasını ödetirler bir gün. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz...

Şimdi soruyorum: Peygamber Efendimiz kime çattı, kimi horladı, kimi küçük gördü, kimin kalbini kırdı? Buyurun cevap verin. Okudukları bir iki kitapla, yaptıkları bir ibadetle, kendilerini Hüccetül İslâm sananlara soruyorum: Peygamberimiz kime çattı, kime saldırdı. Örnek gösterin…

“İlim, ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır…” -Yunus Emre

Tek istisna olmadan, Allah cümlemizi nefsin oyuncağı olmaktan korusun. Nefsin oyunlarını bilmedikten, görmedikten sonra marifet yolu nasıl tutulabilir? Nefsini bilen bir kimse için, bir an dahi rahat yüzü yoktur. Bu sebeple, artık başkası ile uğraşmaya vakti kalmaz. Peygamberimiz, “Allah’ım, beni bir an, bir andan da kısa bir süre nefsime bırakma.” buyuruyor.

Bugüne kadar, hangi irfan sahibi, hangi Allah dostu, nefsi bırakıp, başkaları ile uğraşmıştır. Bir tek örnek gösterin lütfen. Bir anlık ihmal, nefsin kötülüğünü ortaya çıkarabilir. Allah cümlemizi esirgesin. Nefsini bilmeyen aldanmıştır, aldanmaya mahkûmdur. Bir gün bir gönül dostuna gidiyorlar. “Efendim,” diyorlar, “falan Müslüman var ya şöyle bir hata işledi.” Çok üzülüyor ve o mübarek zat, “Keşke,” diyor, “Kamçı altında ezileydim de böyle bir söz işitmeyeydim.” Hz. Ömer mütemadiyen tekrarlardı: “Ya Rabbi,” derdi, “nefsimin şerrinden sana sığınırım.” Bir kimse marifet gözü ile Yaratanın saltanatını anlarsa nefsin sahte sultanlığı gözünden silinir gider...

İnsanlar binlerce yıldan beri hep bu nefisle uğraştılar. Niceleri onu öldürmeye kalktılar. Hâlâ, günümüzde bile yazılan bazı kitaplarda bir nefsi öldürme edebiyatı yapılır. Nefis ölmez efendim, kapıdan kovsan bacadan girer. İlk defa Kâinatın Efendisi doğru teşhisi koydular: “Nefsin senin binek hayvanındır. Onu ıslah et. Ona, rıfk ile muamele et.” buyurdular. Karanlık kovulmaz düşüncelerden. Işık gelince, karanlık gider. Bir kimse hep hayır düşünür, hayır konuşur, hayırla hareket ederse hayırla yatar, hayırla kalkarsa işleri hep hayır olur. O zaman Hak şerleri hayreyler. Nur gelir, zulmet gider. Bütün işleri Allah için yapan ve O’nun bütün hükümlerine râzı olanlar, ne güzel insanlardır. Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler…

Selam, sevgi ve saygı ile…

SABRİ TANDOĞAN
Yargıtay Emekli Hâkimi

Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman’ın Talebesi

bottom of page