top of page

Ricalül gayp Evliyası, Yedilerin Reisi Lâdikli Ahmet Ağa’nın Sırları…

Ricalül Gayp Evliyası Yedilerin Reisi Lâdikli Ahmet Ağanın, Hıdır Aleyhi selamla Birlikte Hacı Halis Kestane Efendiye, İlahi Emri Müjdelemek İçin Gelmeleri…

Hacı Halis Kestane Efendi, Kore’de askerdir. Askerden önce Konya’da gördüğü Lâdikli Ahmet Ağa’yı ve yanındaki zatı unutamamıştır, her geçen gün ilahi aşkla yanıp tutuşmaktadır. Aradan çok uzun yılar geçmiştir, hep kendilerinin yolunu gözlemektedir. Günlerden bir gün, Hacı Halis Kestane Efendinin Kore’de, nöbet tuttuğu askeri mıntıkada, ansızın iki şahıs zuhur eder... Bu zatlar, Lâdikli Ahmet Ağa ve Hıdır Aleyhi Selamdan başkası değildir… Lâdikli Ahmet Ağa ve Hıdır Aleyhi selam, Allah’tan gelen ilahi emri kendisine iletmek için geldiklerini söylemişlerdir. Hacı Halis Kestane Efendi, yaşanan bu esrarlı olayı şöyle anlatıyor…


“Rüyamda bana şerbeti sunan zatı ve o gece koyunun önünde gördüğüm, “Ben de çobanım! Lâdikli Çoban Ahmed derler bana!” diyen muhteremi bir türlü unutamadım… Acaba, bu muhterem kimseleri bir daha görebilecek miyim?, diye yıllardır bekliyordum. Aradan, epey bir zaman geçmişti. Kore’deki askeri birlikte, bir gece, nöbet tutuyordum. Nöbet mıntıkamda, ansızın iki kişinin bana doğru yaklaştıklarını gördüm ve hemen kendilerine parola sordum…


“Parola! Çoban Ahmet’le Arkadaşıdır!” Dediler, yanıma geldiler. Dikkatle baktım, gelenlerden biri bana rüyamda şerbeti sunan zattı, diğeri de Ben de çobanım!” diyen Lâdikli Çoban Ahmet Ağaydı…


Lâdikli Ahmet Ağa bana; Halis, bizi uzun zamandır beklediğini biliyoruz. Ancak, şimdiye kadar seninle görüşmemiz için izin verilmemişti. Bugünkü Divan Toplantımızda bize, seninle görüşmemiz emrolundu. Cenabı Hakk'tan senin için gelen emrin bildirilmesi de bize nasip oldu. O vesile ile geldik!” dedi.


Bu arada, benim nöbet sürem dolmuştu. Nöbeti devralmaya gelen nöbetçi mangası, onları görmüyorlardı. Nöbeti, asker arkadaşa teslim edip nöbet mahallinden hep birlikte ayrıldık. Üçümüz beraber, kışlanın nizamiye kapısına kadar yürüdük. Nizamiye kapısına gelince, Mevla'dan, benim hakkımda gelen emri haber verip müjdelediler. Mevla’dan gelen bu emri, yazmama müsaade edilmediği için onu burada yazmadım... Çünkü Mevla’mız, bu sırrın gizlenmesini; kendisi ile üçümüz arasında bir sır olarak kalmasını emretmişti... Böylece bana, Lâdikli Ahmet Ağa ve yanındaki gizemli zat, müjdeli haberi vermiş oldular. Bu görüşmemiz, nöbet yerinden tugay nizamiye kapısına gidene kadar tamam olmuştu. Nizamiye kapısına gelince, Ahmet Ağa’nın yanındaki arkadaşı bana:


“Halis, şimdi görevimiz bitti. Biz gideceğiz. Üzülme. Biz senin yanına daha çok geliriz… Seninle uzun seneler arkadaşlık yapacağız inşallah. Sana manevi görev verilecek, görev verilince de seninle birlikte cihat yapacağız!” deyince, ben “Siz kimsiniz? Rüyamda bana şerbet sundunuz; ama iç demediniz. Yirmi gün sonra yine rüyamda sizi gördüm, bana sunduğunuz şerbeti arkadaşlarla birlikte içeceğimi söylediniz. Dört senedir bekliyorum. Ortada ne şerbet var ne de arkadaşlar var… Ben o şerbeti ve sizi gördüğüm günden beri Allah aşkıyla yanıyorum… Yalan dünya, bana zindan oldu.” Dedim. O an, içimdeki ilahi aşk ateş yine kalbime galebe çaldı ve ağladım… O mübarek zat, gözümden akan yaşları bir cam kaba koydu, kapağını kapatıp cebine koydu ve bana “ Halis üzülme! Ben yakın bir zamanda tekrar geleceğim Allah'ın izniyle inşallah, beni bekle!” deyip gittiler...


Onlar gittikten sonra, Mevlâ’nın aşkı, bende on misli daha arttı… O günden sonra, hiç sabrım kalmadı. Ayları, günleri değil; saatin dakikalarına, hatta saniyelerine bakar oldum. Acaba bu saatte mi, şu saatte mi gelecekler?, diye yollarını gözlüyor, sabredemiyordum…”


Seyyid Muhammed Necmeddin

Hizirlayolculuk.com

bottom of page