Ricalül gayp Evliyası, Yedilerin Reisi Lâdikli Ahmet Ağanın Sırları…
Hıdır Aleyhi selamla Lâdikli Ahmet Ağa’nın Gökyüzünden İnerek Hacı Halis Kestane Efendiyi Çin Askerlerinin Elinden Kurtarmaları…
1952 Senesinde Kore'de on beş aylık askerken; Vegas denilen bir mevkide cephedeydim. Ağır topların koruma ve savunma hattında mevzideyiz. Bir ramazan günü ve akşam ezanının okunmasına beş dakika var… Kumanyalarımızı hazırladık. İftar saatini beklerken, Çin askeri cephesinden top sesleri gelmeye başladı. Top mermiler peş peşe gümbürdeyerek patladı. Bizim bulunduğumuz mevziinin sağına soluna, ilerisine, gerisine derken; her taraftan yağmur gibi top mermileri düşmeye başladı.
İftar için hazırladığımız kumanya toz duman içinde kaldı, iftar dahi açmadık. Hemen silahlarımızın başına koştuk. Ateş idareden gelecek emiri bekliyor, bir yandan da düşmana caydırıcı taciz atışları yapıyorduk. Saat 02.00 sularıydı.
Bu arada, Çin topçu mermilerinden, bizim topçu taburunun cephanesi ve topları isabet aldı. Cephanemizin patlaması ile birlikte, öyle bir yangın çıktı ki… Ansızın, topçu taburunun bulunduğu yerleşke havaya uçtu… Bulunduğumuz mıntıkada; top, araba ne varsa cayır cayır yandı.Bir taraftan üzerimize top gülleleri; bir taraftan da yanardağ lavı gibi ateş yağıyordu.
Bu arada, silah arkadaşım, Bozkırın Hoca Köyünden, Muhsin Yaşar, yanımda şehit düştü. Allah'ım rahmet eylesin!
Bir ara taarruz durdu ve top sesleri kesildi. Çatışmadan fırsat bulup da iftarı açmamıştım. Sahur vakti yaklaşmıştı. Ertesi günkü oruca niyet etmeden önce, biraz su içip iftar edeyim, dedim. Mataralara, su kaplarına baktım, bir yudum su bile kalmamıştı… Hemen elime birkaç matara aldım, kuyudan su doldurmak için koştum.
Su aldığımız yer, mevziiye yaklaşık 150 metre kadar uzaktaydı. Suyu, bir su kaynağından alıyorduk. Subaşına varıp mataraları doldurdum, bir bardak kadar da su içtim. Sahur vakti girmişti. Subaşında yarınki oruca niyet ettikten sonra birliğimize doğru yürüdüm.
Subaşından üç veya dört metre kadar uzaklaşmıştım ki Çin cephesi tarafından bülbül sesine benzer bir kuş sesi geldi. Batı tarafımda, bir de koyun sesine benzer bir ses duydum. Derken, etrafımda karartılar belirmeye başladı. Hava bulutluydu, fakat ay ışığı vardı. Ay, bazen buluta giriyor her taraf kararıyor, bazen buluttan çıkıyor her yer aydınlanıyordu. Bulunduğum mevkii, sık ormanlık bir yerdi. Ormanda gördüğüm karartılar birbirlerine haberleşme işareti yaparak bana doğru iyice yaklaşmaya başladılar. O anda, bacaklarımın dermanı kesildi ve ben dizlerimin üzerine çöküp öylece kalakaldım.
Başımı gökyüzüne çevirip dua için ellerimi Mevlâ’ya açtım.
“Ey kâinatın sahibi yüce Mevla’m; Sana sığındım. Senden başka beni koruyacak, senden başka beni muhafazasını alacak yoktur! Ya Rabbi! Yalnızca sana sığınırım! Beni bu kâfirlerin eline düşürme Allah’ım!” diye dua edip yalvarıyorken ansızın, semadan gökkuşağı gibi yeşil bir ışık üzerime indi. Işığın içinden, Hocam Hıdır Aleyhi selam ile Lâdikli Ahmet Ağa belirdiler.
Hıdır aleyhi selam bana “Korkma Halis! Allah'ın emriyle senin imdadına yetiştik! Yapış elime!” Dedi. Hemen Hıdır aleyhi selamın elini tuttum. Tam o sırada, dört bir yandan beni muhasaraya alan düşman askerleri, benim hemen önümde toplanmaya başladılar. Hepsi, ellerini başlarının üzerine koymuş, parmakları kilitli bir vaziyette, tek sıra halinde önüme dizilip “Teslim, teslim!” diye bağırdılar. Onlarla birlikte bizim mevziiye doğru yürüdük. Ellerindeki silahları atmışlardı, zararsızdılar. Yürürken askerleri saydım; tam 22 kişiydiler. Onlar önde ben arkalarında bu şekilde bizim mevziiye vardık. Mevzide 12’si Amerikan, 7’si Türk askeri, bir de Koreli tercüman vardı. Çinli askerler, onların önünde durdular. Arkadaşlar, ansızın böyle bir durumla karşılaşınca, hayretler içinde kalarak bana “Bu hal nedir Halis? Anlat!” Dediler. Ben de “Bunu kendilerine soralım, ben de bilmiyorum!” Dedim. Koreli tercümana “Çin askerlerine sor bakalım, bunu kendilerinden öğrenelim.” dedik…
Koreli tercüman, Çin askerleriyle konuştu ve bize dönüp “Bir tek Türk askerine, 22 kişi nasıl teslim oldunuz?” diye sordum. Çin askerler, şöyle cevap verdiler…
“Bizim bir Türk askerine teslim olacağımızı mı sanıyorsunuz? Yeşil sarıklı, yeşil cübbeli; beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, sayılamayacak kadar çok asker vardı. Bizi çembere aldılar, silahlarımızı attırdılar, ellerimizi başlarınıza kaldırttılar; bizi etkisiz hale getirdiler. Bizi buraya o sarıklı askerler getirdiler. Biz, bir askere teslim olacak kadar korkak değiliz! ”dediler.
Bu arada, Hıdır Aleyhi selamla Lâdikli Ahmet Ağa “Halis, biz gidiyoruz! Bizim görevimiz buraya kadar… Yine geliriz!” deyip gittiler. Onlar gittikten sonra, bendeki Mevlâ aşkı, katbekat arttı…
“Acaba, Hıdır Aleyhi selam bir daha ne zaman gelecek?” diyerek yollarını gözler oldum…
Seyyid Muhammed Necmeddin
Hizirlayolculuk.com