top of page

Ricalül gayp Evliyası, Yedilerin Reisi Lâdikli Ahmet Ağa’nın Sırları…

Hıdır Aleyhi selamın, Ricalül Gayp Evliyası Yedilerin Reisi Lâdikli Ahmet Ağa ile Birlikte Gökyüzünden Kanatlı Atlarla Gelip Savaşta Yaralanan Hacı Halis Kestane Efendiyi Kurtarmaları…

1952 senesinin Aralık ayı sonları idi… Kumkale Mevkiinde cephenin ileri hatlarında ağır ateşli silahların oluşturduğu birliğe katılmıştım. Birlik kumandanı Yüzbaşı Nevzat Bey’in bana vermiş olduğu görev; iki arkadaşımla beraber her akşam, düşmanın en yakın ileri hatlarına sızıp kulağımızla duyacak kadar onlara yaklaşıp düşman askerlerinin ne yaptıklarını Ateş İdareye telsizle bildirmekti…


Bir gün görevde iken, Çin ileri karakolunun askerleri bizden haberdar oldular ve bize ateş ettiler. Ben sol bacağımdan yaralanıp olduğum yere yığıldım. Yanımdaki arkadaşlar, beni bırakıp gittiler. Bulunduğum yerden yaralı bacağım sürüyerek bir tepe arkasına kadar gittim ve sık bir ormanın içerisine gizlendim. Allah’a yalvarıp Hocamın gelmesini bekliyordum. Tam bu esnada iki beyaz atlı, semadan uçarak yanıma geldiler; atları kanatlıydı... Atların üzerinden inmeden bana “Halis biz geldik! Haydi, gideceğiz!” dediler. Gelenlerden biri Hocam Hıdır Aleyhisselam, bir diğeri de Lâdikli Ahmet Ağa idi… Hızır as beni atın terkisine aldı…


Hıdır Hocam ve Lâdikli Ahmet Ağa beni Hastaneye götürüp yatırdılar… Hastane, çadırdan kuruluydu, çok büyük bir Türk hastanesi idi… Hastaneye yattığım gün, iki gedikli doktor gelip benim yaramı temizleyip sardılar. Ben bu sargıyla, on iki gün yattım. Bu on iki gün içinde, bir doktor gelip de; “Bu askerin yarası ne oldu?” diye soran olmadı.


Gün geçtikçe sancılar artı, bacağım morarmaya başladı. Ancak, Mevla’mdan sabır ve şifa istemekten başka hiçbir çarem de kalmamıştı…


Düşman top mermileri, hastanede yatan yaralı askerlerden bazılarının iki bacağını birden koparmış… Bazılarının kolları kopmuş, sade gövdeleri kalmış… Adeta dalları budanmış ağaç gövdesi gibi öylece uzanmış yatıyorlardı. Yaralılar, arının kovanında inlediği gibi inim inim inliyorlardı. Ben ise bunların hallerine bakıyor, halime şükredip kendime moral veriyordum.


Hastaneye yatışımın on ikinci günü, bir doktor yanıma geldi. Bacağımdaki sargıyı çözdü. Hiçbir şey yapmadan, bana bir şey söylemeden, sargıyı bacağımın üstüne bırakıp gitti. Doktor, tekrar gelip bakacak diye beklerken; Hıdır Hocam geldi ve bana “Halis bacağını kesmeye karar verdiler! Bu hastanenin diğer bölümünde çalışan Konyalı Sıhhiye asker İsmail var. Hemen İsmail’e burada olduğunu ve bacağının kesileceğini haber ver. Doktor beye haber versin. Size o ikisi yardımcı olacaklar, ben yine gelirim!” deyip gitti…


Hemen, Konyalı hemşerim sıhhiye askeri İsmail’i çağırttım… Onu durumumdan haberdar ettim… İsmail ve Mehmet Bey’le daha evvel tanışmıştık. Kendisi Kazım Karabekirli hemşerimiz idi… Hocam söyleyince hatırıma gelmişlerdi. Türkiye'den Kore'ye giderken gemide beraber yolculuk yapmış, gemide tanışmıştık. Sıhhiye İsmail Bey bana; “Eğer yaralanıp hastaneye gelirsen, beni sor, ara!” diye beni tembih etmişti…


“Ben birkaç hastanede birden görev yapacağım. Senin geldiğin hastanede beni göremeyebilirsin; ama beni muhakkak ara. Bana hangi hastanede olduğunu bildirirsen ben seni bulurum!” demişti. İsmail Bey, benimle görüştükten sonra hemen devreye girip Mehmet Bey'i Yallanpo Hastanesi'nde bulup benim durumumdan haberdar etti… Mehmet Bey gelip bana; “Geçmiş olsun hemşerim… Niye daha evvel haber vermediniz!” diye darıldı. Kalçalarımdan iki iğne yaptı. Arabasına aldı Sovil Havaalanına götürüp Amerikan ordusuna ait bir uçağa bindirdi. Uçak içinde, her devletten beş yüz kadar yaralı asker vardı. Bu yaralı askerlerle birlikte, Japonya'nın Tokyo şehrinde Birleşmiş Milletlerce, Kore'de yaralanan askerlerin tedavisi için kurulan Amerikan Hastanesi'ne gittik…


Tokyo'da bir ay tedavi gördüm. Tedavi sırasında, Hıdır Hocam ile Ahmet Ağa, iki kere ziyaretime geldiler. Bir ay tedaviden sonra iyileştim ve Kore'ye dönüp birliğime katılıp cephede savaştım. Mevlâ’mdan şehit olmayı çok istedim; ama Mevlâ’m Kore'de şehitlik mertebesini bize nasip etmedi. İnşallah bundan sonra nasip eder!


Japonya Tokyo Hastanesinde yatarken, Hıdır Hocam ve Lâdikli Ahmet Ağa ziyaretime gelip gittikten sonra; “Bir daha gelecekler mi? Acaba ne zaman gelecekler?” diye yollarına bakarken Kore'deki askerliğimiz 1953 senesinin sekizinci ayının sonunda tamam oldu. Türkiye'ye, Konya’ya döndüm.


Köyümde yine koyun gütmeye başladım. Bir gece koyun güdüyordum. Avdul köyü ile bizim köy arasında bir merada gece yarası saat 01:30 sıraları idi. O gün hava çok soğuktu… Sırtıma kepenek giyip oturdum. Bu halde tesbihle Kelimeyi Tehvid çekerdim, koyun da yayılırdı. Ben bu haldeyken yanımda aniden iki kişi belirdi. Yanıma geldiklerinden hiç haberim olmamıştı. Benimle hiç konuşmadan göğsüme elleriyle bastırıp beni sırt üstü yere yatırdılar. Bağrımı açtılar, kalbimi dışarı çıkarttılar. Ellerindeki leğenin içinde, kalbimi yıkadılar ve tekrar yerine koydular… Hiç acı duymadım. Ben onlara “Siz kimlersiniz de kalbimi yıkadınız?” diye sordum. Hiç konuşmadan gittiler. Onlar gittikten birkaç gün sonra; akşam olunca yeşil bir bulut benim üzerime gelirdi. Şemsiye gibi üzerimde durur, benimle beraber sabaha kadar dolanırdı. O yeşil bulut, o ıssız gecelerde adeta bana arkadaş olmuştu. Bu hal, ben Konya’ya gelene kadar devam etti…”


Seyyid Muhammed Necmeddin

Hizirlayolculuk.com

bottom of page