TÜRBE ZİYARETİNDE GÖRDÜĞÜM HIZIR ALEYHİ SELAM…
Bir arkadaşımla birlikte, zamanın Kutbu olan bir evliyanın türbesini ziyarete gitmiştik. Aylardan Temmuzdu, Kayısıların hasat mevsimiydi. Değişik illerden gelmiş olan Kutbun ihvanları büyük bir neşeyle kayısı bahçesinde çalışıyorlardı. Arkadaşım öğretmendi, kendi dedesini tarikatın halifesi olarak ön görüyor, onu rabıta ediyor, o kutbu evliya olarak ön görmüyordu. Söz konusu kutbun zamanında yaşamış olan yaşlı bir derviş “Sizler memur insanlarsınız, kayısı işi size göre değil, bahçeye gidip kayısı yiyin, keyfinize bakın.” demişti. Biz de öğretmen arkadaşımla birlikte kayısı bahçesine girdik. Oldukça büyük bir bahçeydi. Kayısı ağaçlarından kayısı koparıp yerken gözümüz az ötedeki bir adama ilişti. Yetmiş yaşına yakın, oldukça zayıf, koyu esmer tenli, sakalsız, bıyıklı, başında eski bir kasket şapka, kıyafeti toz toprak içinde, ayakkabısı eski ve yırtık bir tuhaf adam…
Adamdan pek de hoşlanmamıştık, oldukça itici görünüyordu. Kendisine selam vermeden kayısı toplayıp yerken o tuhaf adam bize seslendi:
“Hocalarım, sizler kimden izin aldınız da kayısı toplayıp yiyorsunuz?” Biz de “Yaşlı bir derviş amcadan izin alarak kayısı yiyoruz.” dedik. O tuhaf adam “Ben günlerdir buralardayım, bana kimse kayısı ye demedi, aç mısın tok musun diye de sormadı, hürmet ve ikram memurlara… Bizim gibi garibanları kim ne yapsın? Bu bahçenin varisleri şeyhin ailesidir. O derviş şeyhin mirasçısı değil ki yediğiniz kayısı helal olsun.” dedi. Bu söz üzerine kayısı yemeyi bırakıp tuhaf adama doğru yaklaştık. Tuhaf adam öğretmen arkadaşa dönerek: “Sana nereye gittin diye soranlara, bir evliya türbesini ziyarete gittim, diyeceksin. Oysa sen bu zatın evliya olduğuna inanmıyorsun. İnanmadığın bir evliyanın türbesinde ne işin var? Senin bu türbede görüp göreceğin beton ve taşlardan ibaret.” dedi. İçimden bir his bu tuhaf adamın Hızır aleyhi selam olduğunu haykırdı… Kalbim, yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Tuhaf, mistik bir atmosfer içine girmiştik. Tuhaf adam ayağını uzatmış, kayısı ağacının altında öylece oturmaya devam ediyordu. Kendisinin Hızır olup olmadığını sınamak istedim. “Birkaç hafta önce elimde bir kitap vardı, hiçbir gerekçe yokken elim anahtar halkasına takıldı, boydan boya çizildi. Çiziğin acısı günlerce sürdü. Acaba bunun nedeni neydi?" diye sorup tuhaf adamı sınadım.
Tuhaf yaşlı adam “Elinde dini bir kitap vardı. O kitabın içinde ayetler ve Allah’ın esmaları vardı. Kitabı belinden aşağı tuttuğun için bağlı olduğun tarikatın bir evliyası ikaz ve uyarı için senin elini yırtmış.” deyince şok oldum. Gerçekten de elimde ayetlerin, esmaların sırlarını anlatan bir kitap bulunmaktaydı. Tuhaf adamın Hızır aleyhi selam olduğunu anlayınca edep ve terbiyemi takındım. Akşam ezanı yakındı. Dergâhta yemek verilecekti. Kendisinden destur alarak dergâha geldik. Yüzlerce dervişle birlikte akşam namazını kıldık, sonra da Kadiri tarikatının geleneğine uygun bir şekilde topluca Allah’ı zikrettik. Zikir esnasında defler çalındı, ilahiler söylendi… Zikir bitince gözlerimizi açmıştık. Aman Allah’ım, bir de ne göreyim? Bahçede gördüğüm tuhaf adam sağ yanımda oturmuyor mu?
Bana “Ne oldu şimdi, bu insanlar ne yaptılar?” diye bir sual sordu. Ben de “Allah’ı zikrettiler.” dedim. O tuhaf adam kulağıma eğilip "Hayır, Allah’ı zikretmediler, şarkı türkü söylediler.” dedi. Bu sözler karşısında oldukça irkilmiştim. Çünkü zikir halkasında def çalıp ilahi söyleyerek Allah’ı zikretmek, manevi âlemde bidat olarak ön görülen işlerdendi. O tuhaf adam sağ yanımda oturuyordu. Akşam yemeği vaktiydi. Sofralar serildi. Yemekler, ekmekler, ayranlar geldi. Tuhaf adama “Buyurun, birlikte yiyelim.” dedim. Tuhaf adam “Siz buyurun yiyin, ben yemeyeceğim.” dedi. Yemek servisi yapan bir delikanlı “Bir eksiği, bir isteği olan var mı?” dedi. Delikanlıya “Amcaya bir bardak ayran getirir misin?”, dedim. Yemek servisi yapan delikanlı “Olur abi.” diyerek dergâha gitti. O tuhaf adam bana “ Ayrana gerek yok, ben ayran içmiyorum. O delikanlı dergâha gidip bir bardak ayran istediğinde kendisine şöyle diyecekler: “Maalesef ayran kalmadı.” Loş bir ışıkta oturuyoruz. Yemek servisi yapan delikanlı yanımıza gelip “Maalesef ayran kalmamış abi.” deyince sağımda oturan tuhaf adama dikkatlice baktım. Tuhaf adam bir anda gözümün önünden kaybolup gitti. Sağa baktım, sola baktım. Tuhaf adam yoktu… Aylardan temmuzdu, dışarda insanın ruhunu okşayan güzel bir meltem rüzgârı esiyordu…
Bizzat yaşadığım bir olayı naklettim.
Rumuz: Gökdoğan