top of page

VELİ SANILAN SUFİLER VE ZINDIK GÖRÜNEN RİCALÜL GAYP VELİLERİNİN “ZINDIKÇA”SINAVLARI…

“Allah sana bir yüz vermiş ve sen, kendine ikinci bir yüz daha yaratmışsın…”

-William Shakespeare


Halk; Hakk’ın gerçek velilerinin değerini bilmekten yana hep mahcup düşmüştür. Halkın bir kimseyi veli sanmaktan yana ölçüsü şudur: Veli keşif keramet söyleyip olağanüstü haller ortaya koyup velayetini ispatlamışsa o kimse velidir…


Halk; keşif keramet söyleyen sufileri veli olarak niteler ve onları kemal mertebesinde bir veli bilip kendilerine saygı gösterir. Büyük evliyalar, mürşitler hariç; kalp gözü açık olan, keşif keramet söyleyen kimi sufileri, halk; veli sanmakta ve kendilerine rağbet etmektedir. Halkın büyük bir kısmı velileri şunun için ararlar:


“Sorunlardan nasıl kurtulurum? Kiminle evleneceğim? Sevdiğim insana kavuşabilecek miyim? Maddi sorunlardan nasıl kurtulabilirim? Hastalık ve dertlerden nasıl kurtulabilirim? Ve benzeri şeyler… Şayet veli olarak ön görülen kimse; bu başlıklarda kendilerine bilgi vermişse o, gerçek bir velidir ve her türden saygıya ve övgüye değerdir… Hâlbuki gerçek hiç de öyle değildir… Halkın veli sandığı, kalp gözü açık sufilerin kahır çoğunluğunun velilikle hiçbir ilgileri yoktur… Keşif, keramet söyleyen bu tarz sufiler; çeşitli riyazetler, halvetler yaparak kalp gözlerinin açılması için uğraş vermiş olan zavallılardır... Böyleleri; Allah’ın rızasını değil; kalp gözlerinin açılmasını asıl amaç edinerek riyazet ve halvet yapmışlardır. Söz konusu sufilerin keşifleri “korunmuş” da değildir… Bunlardan birçoğu; Hakk’ın mekrine uğrayarak keşif yollu delaleti boylamışlar… Riyazetle, halvetle keşif elde etmek, Muhammedi velilere özgü bir davranış değildir… Çünkü kâfirler de riyazet ve halvet yaparak böylesi keşifleri elde ediyorlar… Hatta o sufilerden daha da ileri keşif ve kerametleri var… Allah; böylesi keşif kerametleri; yalnızca Müminlere değil, kâfirlere de veriyor…


Halk; ateş alma, şiş vurma gibi olağanüstü burhanlar gösteren sufileri de veli sanmakta… Oysa ateş alma, şiş vurma gibi burhan gösteren sufilerin velilikle uzaktan yakından hiçbir ilgileri yoktur. Çünkü bu taraz burhan göstermek; yalnızca Müminlere özgü değildir… Kâfirler de buna benzer burhan gösteriyorlar… Hatta o sufilerden daha da ileri… Örneğin; Budistler, Şamanlar, Yogistler, Kabala bilginleri, Medyumlar da böylesi burhanlar göstermekteler… Oysa söz konusu kimseler veli değil kâfirler… Burhan göstermek; yalnızca Müminlere özgü değil…


Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın gerçek velileri; “ölmeden önce ölme” sırrını yaşarlar… Hatta daha da ötesini… Muhammedi veliler; riyazet, halvet yoluyla, kalp gözlerinin açılması için kesinlikle uğraş vermezler… Çünkü bu, Allah’ın rızasının dışında bir iştir… Allah; vakti geldiğinde kendiliğinden o kimselerin kalp gözlerini açar ve kalplerine “ilham” bilgi ağı bağlar… Allah; söz konusu o nurani bilgi hattıyla, Kuranı Kerimin, esmayı Hüsna’nın, hadislerin, dünya olay ve olgularının vb. birçok şeyin hakikatini ve sırrını söz konusu velilerin kalplerine doğrudan yansıtır… Söz konusu veliler; bu ilimle, akıl sır erdirilemedik üstün yazılar yazıp sohbetler ederler… Bu; yalnızca Muhammedi meşrep velilere özgü bir durumdur. Kâfirlerin, fasıkların, münafıkların bu bilgiden yana; okyanusta damla misali de olsa kesinlikle nasipleri yoktur… İşte böylesi kimseler, Hakk’ın gerçek velileridirler, veli onlardır...


Ricalül gayp velileri; Allah’tan aldıkları ilhamla çoğu zaman sevdikleri sufileri sınarlar… Bu sınamanın iki nedeni vardır:


Ya sınadıkları sufilerin kalbi, velayet sırlarını almaya uygun yaratılmıştır. Söz konusu kimselerin velinin ilminden nasiplerini alabilmeleri için “sadakat” ve “itaat” sınavından başarıyla geçmeleri gerekir… Böylesi durumlarda, Ricalül gayp velileri, söz konusu sufiyi genellikle ya şeriata aykırı bir şeyleri yapmakla ya da nefislerine ağır gelen bir şeyle sınarlar… Örneğin, “Eşinden boşan desek ne yaparsın? Ahlaksız film izle desek ne yaparsın? Namazı bir günlüğüne terk et desek ne yaparsın? Tarikat tespihini bir hafta terk et desek ne yaparsın? Tesettüre gir desek ne yaparsın?” Ve benzeri… O sufilerden kahır çoğunluğu “Yaparım!” diye kendilerine yanıt verirler… Gün gelir o veli “Yap!” der ve sonra da olanlar olur…Sınanlardan, yüzde doksan dokuzu bu sınavı kaybederler ve ikiyüzlü, yalancı mührü yerler…


Hakikat şudur ki: Ricalül gayp velileri, kendi başlarına hiçbir kimseyi sınamazlar… Bu sınav, hep ötelerden gelir… Ricalül gayp velileri; sınavı geçemeyen söz konusu kimseleri kesinlikle “sadık” ve “itaatkâr” biri olarak ön görmezler ve kalplerinde onların sevgisine kesinlikle yer vermezler… İsterse dünlü günlerde, o kimselerle Leylayla Mecnun olsunlar, değişen hiçbir şey olmaz…


Türkiye’de yaşadığım yıllarda sosyal hayattan tanıdığım biri; ricalül gayp velilerini arayan bir gençle bizi tanıştırdı ve o gence, ricalül gayplarla ilgili yaşadığı olayı bize anlatmasını söyledi… Yirmi altı, yirmi yedi yaşlarında bir genç… Elektronik eşya satıyormuş… Ricalül gayp velileriyle ilgili yaşadığı ilginç hatırayı şöyle anlattı:


“Ricalül gayp velilerini görmeyi ve onların arasına katılmayı çok arzu ediyordum… Ricalül gayp velileriyle ilgili epeyi yazı okumuştum… İslam Şeriatına; sımsıkı bağlı bir itikada sahiptim… Bir gün dükkânıma orta yaşlarda bir adam geldi… Bana selam verdi… Selamını alıp kendisine “Buyurun ne alacaktınız? Yardımcı olayım.” Dedim… Bana; bir şey almayacağını, fazla vaktinin olmadığını, ayaküstü biraz konuştuktan sonra gideceğini söyledi ve konuşmasını şöyle sürdürdü…


“Ricalül gayp velileriyle tanışmayı ve aralarına katılmayı çok arzu ediyorsun… Haftaya İstanbul’a git… Ricalül gayp velilerinden biri senin yanına gelecek… Senden muhtemelen bir şeyler yapmanı ister… Söylediklerini yaparsan ne ala…” dedi… Şok olmuştum… Çünkü Ricalül gayp velileriyle tanışmak ve onların arasına girmek düşüncemi, Allah ile benden başka bilen yoktu… Heyecandan elim ayağım birbirine dolaştı… O adama “Koca İstanbul’da sözünü ettiğiniz kişi beni nasıl tanıyıp bulacak?” diye sordum… O tuhaf adam “O seni bulur!” Dedi… Kendisine daha fazla bir şey sormama fırsat vermeden dükkândan çıkıp gitti… Kalbime öyle bir sevinç ve aşk düştü ki sormayın…


Aileme; bir işimin çıktığını, haftaya İstanbul’a gideceğimi, işlerimi hallettikten sonra döneceğimi söyleyip İstanbul için otobüs bileti aldım… Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul Anadolu Yakasındaki otogarda indim. Yanıma ne gelen ne de giden oldu… Sahile doğru yola koyuldum… Sahil kenarında biraz dolaştıktan sonra, bir banka oturup denizi izlemeye koyuldum… Ansızın saçı sakalı birbirine karışık tuhaf bir adam yanıma gelip bana selam verdi ve “İstanbul’da aradığın kişi benim!” dedi… İkinci bir şok daha yaşamıştım… Heyecandan elim ayağım birbirine dolaştı… O tuhaf adam; ışık saçan gözleriyle beni bir müddet süzdü ve sonra da “Sana porno film izle desem, ne yaparsın?” diye sordu… Ben hiç tereddüt etmeden “Asla bunu yapmazdım; çünkü bu, İslam’a, şeriata tümüyle aykırı olan günah ve haram bir iştir!” dedim… O tuhaf adam, bana hiçbir şey söylemedi… Bir müddet yüzüme dikkatlice baktıktan sonra çekip gitti… Gidiş o gidiş… Adamın arkasından bakakaldım… Adam, kalabalığın içinde gözden kayboldu… Ben, sahilde yapayalnız kalmıştım… Çaresiz; aynı günün akşamı, otobüs bileti alıp eve döndüm… Bir daha da ne dükkânıma ne de yanıma ricalül gayp velilerinden gelen giden oldu… Bu nasıl bir işti? Hâlâ anlayabilmiş değilim.” Dedi…


Söz konusu genç; aslında “zındık” gibi görünen esrarlı ricalül gayp velilerini görmüş; ama “yaptıkları zındıkça sınavı” kaybetmiş… Bir daha da o ricalül gayp velilerini görmesi olanaksız… Mahşerde bile… Aslında bu hadiseler; Kehf Suresindeki Hazreti Musa ve Hıdır aleyhi selamın hikâyesi gibi… Hazreti Musa, Hıdır aleyhi selamdan ilim öğrenmek istedi ve Hıdır aleyhi selama tabii oldu… Ancak, Hıdır aleyhi selam; şeriata aykırı işler yapınca Hazreti Musa dayanamayıp kendisine soru sordu ve Hıdır Aleyhi selamın ilmini alamadan Hıdır aleyhi selamla yolları sonsuza kadar ayrıldı… Söz konusu hadise Kuranı Kerimin Kehf Suresinde şöyle anlatılıyor:


66. Mûsâ ona, "Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?" dedi.


67. O kul, şöyle dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin."


68. "İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?"


69. Mûsâ, "İnşallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim" dedi.


70. O da şöyle dedi: "O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe hiçbir şey hakkında bana soru sormayacaksın."


71. Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde o kul gemiyi deldi. Mûsâ, "Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın." dedi.


72. Adam, "Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi.


73. Mûsâ, "Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!" dedi.


74. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, o kul hemen o çocuğu öldürdü. Mûsâ, "Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Ant olsun ki çok kötü bir iş yaptın!" dedi.


75. Adam, "Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?" dedi.


76. Mûsâ, "Eğer bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme. Doğrusu, tarafımdan dilenecek son özre ulaştın, bu son özür dileyişim." dedi.


77. Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, "İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın" dedi.


78. Adam, "İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir" dedi. "Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım."dedi.


79. "O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı."


80. "Çocuğa gelince, anası babası Mümin insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk."


81. "Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik."


82. "Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.


Bu açıklamadan sonra Hıdır Aleyhi selam, Musa peygamberle yollarını ayırdı… Musa peygamber; Hıdır aleyhi selamı sonsuza kadar kaybetti ve Hıdır aleyhi selamın ilminden hiçbir şey öğrenemedi…


Ricalül gayp velileri; genellikle sınadıkları kişilerden, nefislerine ağır gelen ya da şeriata aykırı olan şeyleri yapmalarını isterler. Örneğin tesettürlü bir sufiye “Sana başını aç desek ne yaparsın?” diye sorarlar. Karşılarındaki kişiler de çoğunlukla “Yaparız!” derler… Çünkü “Yapmayız.” deseler, zelil ve perişan olacaklarını bilirler… Aradan epey bir zaman geçer… İtaatkâr bir kimse olduğunu sanan o kişiye veli, “Tesettür kıyafetini çıkarıp açık saçık gez!” der ve olanlar olur… Velilerin yapmalarını istedikleri şey, karşılarındakilerin ya nefislerine ağır gelir ya da şeriat damarlarına… Böylesi durumlarda, sınanan kişiler, bunu yapamayacaklarını nazikçe ifade ederler… Oysa önceden “Yaparım.” demişlerdir. Böylece o kimselerin gerçek yüzleri ortaya çıkar. O kimseler; beklerler ki veli kendilerine bir açıklama yapsın:


“Aa, canın sağ olsun… Seni anlıyorum, altmış yaşında başını açarsın, sorun değil…” gibi… Heyhat ki o ricalül gayp velisi kendilerine hiçbir açıklama yapmamıştır ve sukut edip onlarla bütün iletişimi kesmiştir… İşte bu durum, onlarla manevi yolculuklarının sona erdiğinin bir göstergesidir… Tıpkı Hıdır ve Musa Peygamberin öyküsünde olduğu gibi… Neden böyle oluyor? Çünkü o kimseler; “ikiyüzlü, yalancı ve münafık” bir tutum sergileyip “Yaparım.” dedikleri bir şeyi yapmamış ve yalan söylemişlerdir de ondan… Böylesi kimselerin üzerinden; bütün ilahi yardımlar kesilir ve onlar, iki cihanda da kendi nefisleriyle baş başa kalarak sudan çıkmış balığa dönerler… Onların manevi âlemdeki unvanları şudur: “İkiyüzlü, yalancı münafık…”


Böyleleri; söz konusu veliyle Leyla Mecnun dahi olsalar velinin nefretine uğramaktan kurtulamazlar… Çünkü ricalül gayp velilerinin nefreti de sevgisi de ellerinde olan bir şey değildir… Ve Allah; “yalancıları, ikiyüzlü, münafık” kimseleri sevmez… Allah’ın sevmediği kimseleri, veliler hiç sevmezler… Elli yıl geçse dahi kendilerini arayıp sormazlar… Şayet; hatalarından dönüp pişman olmuş, Allah’a tövbe etmişlerse o başka bir şeydir.


Ricalül gayp velileri; kendi rızasıyla zarara giren kimselere asla merhamet etmezler ve onların peşlerine düşmezler… Hiçbir açıklama yapmadan; sessiz sedasız, kendileriyle bütün irtibatı sonlandırırlar… Bu tutum, tarikat velilerine değil; ricalül gayp velilerine özgü bir tutumdur. Yani: “Sus, uzaklaş ve unut…”


Ricalül gayp Kırklar evliyası Opr. Dr. Münir Derman, bu bağlamda ne güzel söylemiş…


“Gündüz cismani, gece ruhani işlerimizle meşgulüz biz… Bizi görürler… Bulamazlar… Zira gaflet ve şüphe bulutlarıyla örtülüyüzdür… Binbir renkte görünmeğe mecburuz… Vazifemiz çok ağırdır… Afatları bahane ile biz önleriz… Biz, yeryüzünde bahane arayıcısıyız… Biz bahane ile Kırk kişi olduk… Bizi bazen “veli”, bazen “meczup”, bazen “zındık” görürler… Bu hal bizim sükûn ve huzurumuzu bozmamak için Allah’ın bir vergisidir… Bu kadar çeşit içinde sebat edip şüpheyi silen, elinde bahane bulunan bizden fayda görür… Bizden fayda gören şükrün tadını bilir…”


Anlattıklarımızın en iyisini; yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah bilir…


FEHAT SAUL AARON

KANADA

bottom of page