Zikir: İlahi Hakikatin Kapıları
Zikir, göğün derinliklerinden süzülen bir sır, denizlerin fısıldadığı ezeli bir çağrıdır. Kainatın her zerresi O’nun adını zikrederken, insan bundan nasıl geri kalır? Her nefes, her titreyiş, her damla, o büyük ismin yankısıdır.
Ey yolcu, bil ki O’nu zikretmek için bir mekâna ihtiyacın yoktur; ne zamanın bağları, ne de yönlerin hudutları seni kısıtlayabilir. Ayaktayken, otururken, yürürken, gecenin koynunda yahut gündüzün aydınlığında, her an O’nu anabilirsin. Ne abdest seni tutar, ne kıbleye dönmek şart koşulmuştur. O’nu anmak, bir damlanın okyanusa kavuşması gibidir; kalbin hangi mekânda ise orada yankılanır bu davet.
Kuran, müminler için bir şifa, bir rahmettir. İnsan bu dünyaya sınanmak için gönderilmiştir; her nefes, yazgısına kazınmış bir imtihandır. Bu yolculukta en büyük azık, Allah’ı zikretmektir. Nefis, insanın önüne perde çeker; aşılması gereken vadiler, geçilmesi gereken köprüler kurar. Zikir, bu yolların ışığıdır, yolcuyu menzile ulaştıran rehberdir.
Zikir üç katmandan yükselir; dua için zikredilir, sevap ve manevi mertebelere ermek için zikredilir ve nihayet, hakikat kapısını aralayarak ilm-i ledün ve velayet sırrına erişmek için zikredilir. Dua ile başlayan, kalpten dilden dökülen her zikir, ruhun çağlayanlarıyla buluşur. İnsan, dileklerini Rabbi’ne arz eder; nazardan, hasetten, hastalıklardan korunmak için, güzel rızka kavuşmak için, saadeti ve hikmeti bulmak için… Lakin her dua, sırdan nasiplenmez. Duanın anahtarları vardır; her bir esma, her bir ayet, kendi frekansıyla âlemleri titretir. Havassa vakıf olanlar, bu frekansları bilir ve dillerinden bir ilahi şifa gibi akıtır.
Öyle dualar vardır ki, yalnızca gönülden yükselmekle kalmaz, belli kaideler içinde tertiplenerek çekildiğinde semanın kapılarını aralar. Bir nazara uğrayan, yalnızca “Allah’ım beni nazardan koru” diye niyaz ettiğinde, bu yetmez. Sırlar, sır sahipleriyle paylaşılmıştır. Sihirden, kem gözlerden, kötü kaderlerden arınmak için havassa başvurulmalı, bu sır ehlinin yordamı ile ayetler, esmalar tertip edilmelidir. Kuran şifadır; ancak her ilacın bir ölçüsü, bir dozu, bir usulü olduğu gibi, esmaların da bir anahtarı vardır.
Nice gönüller, O’nun adını, sevabını artırmak için dillerine mühürleyerek her an tekrar eder. Ancak dikkat et! Öyle sınırlar vardır ki, aşılmamalıdır. Beş binlerce kez çekilen esmalar, ehli olmayana ağır bir yük olur. Güneşe çıplak gözle bakmak nasıl gözleri kör ederse, mürşitsiz, desteksiz çekilen zikir de sahibini yakar. Dil damağa yapışık, Nakşibendi yoluyla zikretmeye yeltenenler, bu sırra vakıf olmadıklarında bedelini ağır öderler. Zikrin yolu vardır, ehline teslim olmadan alınamaz.
Tıpkı evradın, hiziplerin sırlı olduğu gibi… Kenzül Arş, Celcelutiye, Berhetiye, Evrad-ı Kutsiye, Evrad-ı Bahaiye gibi duaları kendi başına okumaya kalkanlar, pek çok musibetle yüzleşmek zorunda kalır. Bu dualar, velilere verilmiş mührü taşıyan kelamlardır; onların ruhsatı olmadan, onların izni alınmadan okunmaz. Yedi günü aşan bir zikrin, ruhu dengesizliğe sürüklediği söylenir. Çünkü sır, ehline emanettir, yanlış ellerde fitneye dönüşebilir.
Varlık sahnesinde hakikatin peşine düşenler, nefislerini aşarak velayet kapısına dayanmak ister. Lakin bu kapı, yalnızca tarikata intisap edenlere, bir mürşidin elinden el alarak yola çıkanlara açılır. Kendi başına yürüyen, levvame mertebesinden öteye geçemez. Nefsin kendini kınadığı o eşik, yalnız yolcuların son durağı olur. Yavuz Sultan Selim’in, Fatih Sultan Mehmet’in, İbrahim bin Ethem’in bir mürşide tabi olmayı seçmesi boşuna değildir. Hakikat yolunun sonu, ehline teslimiyetle açılır.
Ama zaman, zamansızlığa karışmıştır… Ahir zamanda hak ile batıl birbirine dolanmış, tarik yollar sahte mürşitlerin istilasına uğramıştır. O ki, bir mürşit arar, kendisini batılın karanlığında kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Gerçek veliler, halkın arasına karışmış, kendilerini perdelemiştir. Gözünü aç, kulak kesil, kalbini temizle… Çünkü aramak, bulmanın yarısıdır.
Saat, kıyametin eşiğine doğru akmakta… En büyük fitnelerden biri, velayet yollarına düşen sahte şeyhler, sahte mürşitlerdir. Ahmet Yesevi, bu çağın yozlaşmış hakikatini asırlar öncesinden görmüş ve hikmetlerinde anlatmıştır. Bugün nice dergâhlar, gerçek nuru taşıyan velilerden yoksundur. Ancak ışık her zaman vardır. O’nu bulan, yolunu bulur.
Tarikatın nur ocağını bulmak isteyenler, sabırla, dikkatle ve içlerindeki hakikat arzusuyla yürümelidir. Gerçek zikir ehli, kendini belli eder. Hak olan, sahte olanın gölgesinde kaybolmaz. Zikri bir ibadet, bir içsel aydınlanma olarak görenler, onun ehliyle buluşmalı, sırlarına vakıf olanlardan el almalıdır.
Ve iş… İnsan rızkını ararken de O’nu zikretmeli. Her alın teri, her emek, her gayret, Allah’a doğru bir yürüyüştür. İş yerinde, evde, yolda, uykuda… Dilin susarken bile, gönlün O’nun adıyla çarpıyorsa, iş de ibadettir. Zikir yalnızca kelimeler değildir, yaşanan her an, atılan her adım, derin bir zikir olabilir.
Sana tavsiyem… Zikrini nurla taçlandır, sırlarını ehline teslim et, sahte olanın aldatmacasından sakın. O’na açılan kapılar, hakikatin ardında durur. Kim ki, O’na ulaşmak için doğru yolu seçerse, ışığa varacaktır… Yol uzun, yol meşakkatli…
Saul Aaron