50. Mezmur
Siyah beyaz yansımalarında hayatın
Tutsak edilmiş özlemlerin gelgitlerinde
Gümüş beyaz aynalarda hep kirli gölge oyunları
Hayatlar eriyip akmakta
Kutsal mağaralarda, zaman sarkacı
Damla damla
Kabaran denizlerin ellerinde çırpınan kader
Özgürlüğe hasret
Eleğimsağmaların altından geçememiş umutlarla
Nedendir, asırlık nasırlı ellerinde bu prangalar?
Tekin olmayan düzenlerin, karanlıktadır sesleri
Kelimeler ülkesinden yansımalar
Kelimeler ülkesinde evrensel çarpılmalar ve iyilerin yası
Bir kıpırdanış...
Ne olur,
Çarmıha gerilmiş
Hayatlara ses ver!
Yası tutulmadık mevsimlerden
Uzatıver asırlık ellerini
Doğ, karanlıklara
Yeniden...
Yalnızlık yağıyor saçlarına, gözlerin Süleyman’ın mührü
Hüthüt kuşu,
Âdil görünüyor bugün dağlar
Ağır başlı ve kararlı, yanılsıyorken dünler
Biçiliyorken insanlar kuru, yaş demeden
Yeni bir kutlu çağ doğuyor ötelerden...
Saçların yağmurda uzayan bir turkuaz
Gözlerin parıldar bengisu pınarlarında
Yeraltı sarnıçlarında, ılıcalarında hasretin tutuşur
Yakamozda ışıldar, tutkularda yanar
Neden ellerinde prangalar?
Katedrali savururken İsevî soluklu bir fırtına
Dağları sarsan depremlerle gelirken sesin
Anımsanırsın dualarla...
Ve,
Her düze çıkışta, unutma düzeni
Öper günahkâr alınlarından
Şehrin pınarlarını kutsamak, yasasız bir yasa
Günahkârlar onu yalan yanlış sezer
Katedrali savururken İsevî soluklu bir fırtına...
Yeraltından kudret levhaları çıkmadı
Sizi hatırlamadı çarmıha gerilenler
Gökten indi sayfa sayfa bir nur,
Ki hayata anlam veren, can verip gülümseten
Münzevi ezan çiçeği yalnızlığında
Kara kara aynalardan geçme süreği kurt izinde
O ışık bizdendir
O ışık, o zuhur ki nurdandır kandili...
Aldatan bir serap gibidir dünya
Yasasız, tasasız insanların, günahkâr kentlerin
Hırçın evlerin ellerinde çağrılardır
Kış bakışlılara inat
Virane bağlar yeşermeli yeniden
Kederli trenler geçmemeli hep siyah bulutlar üzerinden...
Bu kenti zaman oymağında tutsak edenler
İhanet boyalı düşüncelerle harmanlanmış
Virane sesliler
Türediler ve tünediler bin asırdır
Aynı karanlıktan geçip, boy sürerek
Bu kenti karanlıklara sürgün ettiler...
Ezanlar yükselince kızgın çöllerin şafaklarında
Nasırlı, kutlu, asırlık eller dalınca vakti geldiğinde toprağa
Kara bulutların arkasından nurdan bir güneş doğdu
Suya hasret kalmış bu kurak topraklara
İlk damla: Tuana...
Üşüyen, titreyen, yoksul, cumbalı kerpiç evlerin buz sarkacını
Bir muştu gibi eritir
İlk cemre, buzları
Akar gözyaşı sevinçten mabedin gözlerinden
Bahar gelir her yere, yeniden...
Göğsünde üç gül, habercisi posta güvercinleri barışın
Gözle görülmeyen Doğulu bir meltem rüzgârının
Poyrazı, savurur şato kapılarını
Zincirlere vurulu tutsaklar
Kurtulurlar prangalarından, ulaşırlar özlenen güne
Ölü kalpleri dirilten bir nur ki
Denizleri yara yara
Ulaşır kıtalara...
Gül muştusu
Ata yadigârı kutsal bir asa, biriktirilmiş feryatlardan kandiller
Tutuşur, yanar alev alev,
Bir tütsü gibi kentin üzerinde
Şimşek gibi çakar, titretir sır saklama ayinlerini
Özlenen bir mevsim gibi doğar yeniden
Rahmet dolu günler…
Zeytin ağacından yükselen anıt bir meşale gibi
İçimizi ısıt doğuşunla
Fısılda bize hep yeni umutları
Kırpıştır büyüyen siyah akşamların ateşten gözlerinde kayan yıldızları
Kandil gibi üzerimize ağsın
Aydınlığa hasret kirpiklerin arasından
Hep bahar bahar bakıver bizlere...
Ferhat Saul Aaron
Hizirlayolculuk.com