top of page

Berzahın Gözleri

alevlenmiş dağlardır, berzah denizinin kıyısına vuran

o gün

boynu bükük dururlar

ikiyüzlüler

eriyip giden buz sarkacı 

azap şimşekleri: kan çizgisi ufku

onlar, tiftiklenmiş kabir tozu 

büyük hesaplaşma günü öncesi, kesilmiştir sesleri…

 

dalından koparılmış filiz gibiler 

sevgimiz yok, sararıp solanlara

göksel buyruğun inişinden ürperenlerin feryadı 

kuzey yıldızından bir yankı

kavurucu çöl ikliminin kum fırtınaları

dünlü günlerden vurgun yemiş hayatların berzah akşamı…


yaratılışa dönüşümdür bahar

ilk yaratılışa

nefretler saçıp yürürken gül kokulu sokaklarda

bir ilgi var akıp giden gri ruhunla

batıp gitmiş güneşin ve senin aranda…


ay doğmuş 

sen uzanmışsın toprağa

sessiz bir çığlık

tam da elimizin sana uzandığı yerdesin

elim, sonsuz aşk okyanusunun alınyazısı damlası

elim, yeşil ellilerin yağmur demeti

bir tek senin gözlerine değmemiş, günahkâr gözlerine

göksel çağrının adak ışığı

bahar mevsimlerini içerken dünya sarhoşluğuyla

sizi soğutuyorlar bak, berzah ateşinin gözlerinde…


ayın çekimine uğrarız, Nil’in kuruyan dudaklarında

çalkalanıp dururuz, Allah denizinin sonsuz aşk dalgalarında

siluetten bir kentin izbe sokaklarında

umutlar yeşerirken kalbimizin bahar yamaçlarında

yürürüz Allah’a tüm gözlerden uzakta…


sevgili gibi özler, karşımızdaki dağlar bizi

çağ ki savurup attım onu fizikötesi bir dünyaya

gölgesi düşmüş bir heykeli sarmalayan  

yüreğimin kartal kanadı

bak, kanat çırpıyor şimdi 

berzahın beyaz bulutlarında…


ilk sevi, yağmurda ıslanan altın tüylü bir tavus kuşu

bizi çarpan elektrik çiçekleri

kan gülleri sabırsızlığı

acıma fırtınalarını estiren

yanıp sönen deniz fenerleri

ve intikam şimşekleri çakar

sulara aksi yansıyan bir ay gibi ellerimde

ölümün topal ayaklarıyla yürüyen 

pek çok kadın heykeli…


buralarda hatıralar yağmura ve rüzgâra bakar

donmuş olan ruhlar, cennette kanat çırpar

kışı bırakmak, yeniden yaratılmak 

var olmak, fizikötesi duyarlık

şeytan, umutlarının ötesinde

çığlarla, şimşeklerle yazılmış alınyazılarıyla

bizi çevreleyen sırlı metafizik kale duvarlarını aşamazsın

bulamayacaksın bizi sonsuza kadar

siyah berzahın kahredici hasret gecelerinde…


kabriniz, düşük çocuk doğurganı 

nereye savrulup gittiniz?

sizi soyutun metafiziğinde yakalamış yakalayanlar

depremi gökyüzünde değil kabrinizde arayın

ölümü bir ayna gibi kullanamazsınız

ölüm aynasında aksiniz mi kaldı?

tekdüze bir dünyanın sevi kapısına koşardınız

şeriatı gırtlağında taşıyanları evliya sanıp 

simgelerle oynardınız 

yalın gerçeklere bak

ikiyüzlülüğün Orfeus ve Panlarını bırak

çırpınmaların bir işe yaramaz

katlan, azaptan alınyazısı virtüözlerine

yalnız ölüm mezar kazmaz

mezarlara da ölüm kazarlar bu yerlerde…


cehennem ve cennet yakının yakını 

gözünün siyahıyla akı 

birbirini kovalar nurla zulmet

bir haykırış feryattan öte 

pişmanlıklar sağanak imge

yön, bir kapı 

ölüler içindedir ikiyüzlü, yalancı, sahtekârlar

açılmıştır o gün ateşten sayfaları

tepki ve dürtü yönsemesine aykırı

tüm gri ve siyah renkler

berzahta, hep pişmanlığa akıp gider…


sonbahar uyanışında işe yaramaz hiçbir şey

kalplerinde dünyayı bir muska gibi taşıyanlar

taş kesilmişler

ruhlarının azap akustiği yankılanıyor berzahta

kızgın ateş, bir çağrıdır buralarda…


görüntü görüntüyü, ses sesi siler

ah, aşkım diye sarıldığın eş 

bir kurtarıcı değilmiş meğer

herkes gibi olmak, olunamayacak bir şey

herkes gibi ölmek, ölünemeyecek bir şey

bak,

Leyla’yı aklından çıkarmaya her yeltendiğinde

suçtan ve günahtan

uçuruma yuvarlanıyor kendini “adam” sananların heykelleri…


berzahınız simsiyah  

arşa yükselen feryatlarınız kristal bir bıçak

azap, bir yılan gibi dolanmış boynunuza

dünyada veliler çıkarıldı karşınıza

onlara kılıç salladınız

kırağı tozundan ikiyüzlü kalkanınız da vardı

berzahta günler

sanki yaralara basılan tuz

cehennem yakınlaşıyor, şanlı bir azap için

ruhunuzun öz eleştirisi burada neye yarar?

utançtan heykel heykel yontulmuşsunuz

pişmanlığınız dağları sarmış

feryat eden edene, ağlayan ağlayana

siz, kendi kendinizi soldurmuşsunuz…


siz öykü, dinler gibi dinlerdiniz elçileri

bir aşkınız vardı sahi

hani nerede canım eşiniz?

sen fosfordan bir umut

o, çarpılmış iskeletten bir hayalet

kabir başka, dünya başka

başka bir görünüşte buralarda insanlar bambaşka

yılan, çıyan, köpek, kurt, maymun, domuz… 


yalvaran gözlerle bakma bize öyle

feryat etme boşu boşuna

azap sağanağı, helak ateşleri yağıyorken üzerine

Lut’a iman etmedi eşi

geriye dönüp baktı ve helak oldu

feryat et, seslen, canım aşkım eşine 

o dönüp baksın 

bakabiliyorsa berzahta senin yüzüne…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

 



bottom of page