top of page

Michelangelo’nun Pieta’sı umutlar

Gök gürlüyor

Birazdan anıların şimşeği çakar

Bir yıldız kayar

Al onu gri harmanili kayalardan

Yalnız derinliğiyle sezilen metafizik kayalardan

Kayalar kapatır onu ancak

Som kayalar

Yürek burukluğuyla şekillenen

Eriyen mevsimlerde Van Gogh’su bir kızıllık

İğdelerin ve güllerin kokusu

Yusuf kuyusu yalnızlığı

Hayat merdivenlerinde yürürken

İki avucunda deniz

Çevrene toplanan adak ağaçları

Ardın sıra gelen yeni günler

Mevsimlere bakar

Oluşa, dudak büker

Sonlanan ve ulaşılmayana

Güvercinlerin bir başka biçimi olan çocuklara

Ki senin ellerini görmek

Bir umuttur onlara…


Senin gözlerinde

Aziz bir Nil nehri yalnızlığı

Bütün incir yangını akşam çocuklarını andıktan sonra

Mevsimler ötesinden dönersin

Yeniden kentin sokaklarına

Her gece alırsın üstüne rengârenk

Tozpembe günleri

Ağaç kavı renginde

Tabiat seninle

Dört bir yana koşup

Dünyayı elde etmeye çalışırsın…


Ey, bitip tükenmeyen isteklerin telaşlı sesi

Sen hayatı ürkütmüş

Kendini büyütmüşsün

Gözlerindeki ışık bir başlangıçtır

Eski zaman leylaklarına

Bir vakit gelse yeniden adım atsan

O güzelim

Gençlik yıllarına

Gökkuşağının üzerinden geçirebilsem seni

Güzel bir rüya gibi yorumlasam

Umutlarını Michelangelo’nun Pieta’sı gibi taşlara yontsam

Çağırsam çiçeği

Arıyı ve gökyüzü yıldızlarını

El ele tutuşurlar belki zaman üstü çocuklar

Kentin sokaklarında…


Ve dağlar

Atalardan miras kalan dağlar

Boydan boya uzayıp giden

Topraktan gelen sabırsız seslerle

Son mevsimlerin yazgılarını

Birer birer silmiş

Yüzyıllardır dolup dolup boşalmış kentler

Boynu bükük

Asırlık çınar ağaçları

Uçurum kenarlarında

Dolunay çağında

Ömür gelgitleri

Güneşsever hayatların tasasız yüzleri

Tabiatla konuşmaya başlama çağı

Gökyüzü derinliği

Yitirirsiniz birbirinizi

Göz gözü görmedik bir siste

Fizikötesi duyuşlar

Hatıraların paslı sesinde…


Yağar

Kent akşamlarının üzerine sicim gibi gündüzler

İyot kokulu bir yalnızlık

Hayat panayırlarında

Takvimlerde tükenen yıllar

Peri masallarında

Sen

Akan mevsimlerde hercai bir kelebek

Devredilen bir nöbet

Gelip geçiyorken yıllar

Öbek öbek…


Dünlü günler

Gül atar pencerenden

Bahar oluyor sanırsın

Yeniden

Ansınır gençlik günleri

Gökyüzünde kızıl şafağın derinliği

Sen ise

Yüzünden gözünden gül akan

Eğilirsin

Mor menekşeler gibi

Kıyamazdın

Altında salındığın

Ömür leylaklarına bakmaya

Kalbinin özlemleriyle yanarken

Alın yazısının şavkı vurur

Sulara, dağlara, yıldızlara

Bulutlar yağmur indirir dört bir yana

Ve yalnızlık damıtan çeşmeler

Unutulmuş çeşmeler

Akar

Gizemli bir yalnızlığa…


Ruhun

Ve yazgının saat tik takları

Eski zamanlardan bir çağrı

Tükenmek çağı

Gece öğretisinde gümüş tüylerle bezeli

Beyaz inci dakikaları

Hayat bahçelerinde

Güllerin aydınlığı

Bağrımızdaki karanlık

Sonbahar

Bıçkın bir ses

Kadını ve erkeği törpüleyen

Gecelerin bakır dövmelerini işleyen

Mevsimlerin duyarlılığı

Geçip giden yıllar ateş yiyen

Ateşin yiyemediği bir semender

Zekeriya'yı sinesinde saklayamayan

Ulu bir ağaç

Bahardan sonra sonbahar

Dokuz Buyruk Levhası Musa’nın,

Tanımsız bir mutluluk

Kar altında kalan beyaz kentin bulanıklığı

Ufala ufala pul olmuş

Kentlerden arta kalan

Sürgün akşamlar

Beşinci mevsimin senfonisi

Gibi hayatlar

Shakespeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası…


Bir esin getirir tanyeli

Kentlere doğru çöl iklimlerinden

Hızma gölge

Su düşleri, rüzgâr

Hayata tutunabilmek için insanlar

Fırsat arar

Bir ses kenti süpürür

Bir ses

Yükselen baca dumanlarından

Göğe ağar

Paslı, zehirli bakır sahanların

Kalay özlemi

Eskimiş, yıpranmış kerpiç evler

Mevsimler değişime gebe

Taşlar yontulmuş

Sütunlar alın yazılarından devşirme

Her gece

Ömrümüzü tüketen gece

Ve güneş düşürürken üzerimize

Yeni günleri

Havayı soluyan ciğer

Düşüncelerde uçarı hayaller

Ellerimiz

Göğsümüzde gül açan ellerimiz

Aya gül fırlattığımız

Bahar mevsimlerimiz

Sırları ifşa edilemedik dolunay akşamları

Kır çiçeklerinin yalnızlığı

Sıradağlar gibi uzayıp giden yıllar

Ufku çevrili kelimeler

Ömür

Fırat’la Dicle arasında bir anıt şehir

Ki cennet titremesi

Hayat merdivenlerinde

Hep kısılır

Mevsimlerin sesi…


Gün olur

Toprakta bir gül olur açarsın

Dallarında filiz verir

Umut çocukları

Sessizlik bir lisandır

Duymasını bilene

Dört mevsim

Dünyanın güneş etrafında dönmesinde

Beşinci mevsim senfonisi çalıyor

Bak ötelerde

Gündüze, geceye, hayata veda

Buralarda

Bir gül gibi taşınamaz göğüste dünya

Yalnızlığın yakut gözlü köşesinde

Şehrin mazi aynalarında

Senden geriye kalan gri gölgeler

İnsan denen meçhulün gerçekliğini

Göksel buyruğun aydınlığında ara…


Ferhat Saul Aaron

İzirlayolculuk.com

bottom of page