Allah Esmasının Zikrinde Yaşanan Haller
Nakşibendi geleneğine bağlı olarak Allah esmasının zikrinde yaşanan haller ve bunlarla ilgili olası sorulara cevaplar
Sorularla Gavs’ul-sakaleyn Es- Seyyid Şeyh Osman Nuri-yi Bağdadi Hazretlerinin Tarikatı ve Güncel Konular
Allah Esmasının Zikrinde Yaşanan Haller
(Bilgi notu: Aşağıdaki sorulara verilen cevaplar; herhangi bir kitapta yer alan bilgilere ya da birilerinden işitilen sözlere dayanılarak yazılmadı. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın velayet yollarında bize yaşattığı hallerin “gönle doğan” özgün cevaplarından ibarettir. Bizlerle aynı yolun yolcusu olan güzide kardeşlerimize ve bacılarımıza yararlı olması dileğiyle…)
Nakşibendi usulünce günde ne kadar Allah esmasını zikretmeliyiz? Her gün belli sayıda örneğin -bin ya da üç bin defa- zikir yapmamız uygun olur mu?
Her gün belli sayıda Allah esmasını zikretmek Şeyh Osman Nuri hazretleri tarafından önerilmemiştir. Sayı vermeden Allah’ı çokça zikretmenizi salı veriyoruz. Bazen yüz, bazen üç bin, bazen on bin… Ama kendinize şöyle bir hedef koyabilirsiniz: Her gün en az yüz defa Allah esmasını zikredeceğim. Gerisi de ne olursa… Bu, oldukça harika bir fikir. Bunu yapabilirsiniz, bunda her hangi bir sorun yoktur. Nakşibendi usulünce yapılacak Allah esması zikir sayısı, sufilerin özgür iradelerine bırakılmış. Gün içinde gönül huzuruyla dilediğiniz kadar Allah esmasını zikretmede tamamıyla özgürsünüz.
Nakşibendi usulünce Allah esmasını çokça zikretmeye bağlı olarak cinlere kapılanları, çıldıranları duyup işitiyoruz. Allah esmasını bir gün içinde –örneğin- elli bin defa zikretsek cinlere kapılıp cinnet geçirme riski söz konusu olur mu?
Bu tarz riskler; derecesi, manevi mertebesi düşük olan şeyhlerin müritlerinde söz konusu olur. Bundan dolayı bu tarz mürşitler; günlük zikir sayılarını sınırlarlar, zaman içinde, aşama aşama zikir sayısını artırma yoluna giderler. Çünkü risk vardır. Şeyh Osman Nuri hazretleri; on iki hak tarikatın tümünde “gavs’ül sakaleyn” makamındadır. Yani cinlerin ve insanların gavsıdır. Kıyamete değin tasarrufu hep devam edecek olan yüce bir gavstır. Onun tarikatında kesinlikle böyle şeyler olmaz. Yani müritleri bir günde otuz, kırk, elli bin defa Allah esmasını zikrederek cine şeytana kapılmazlar, çıldırıp delirmezler. Hızır aleyhi selamı görebiliyor muyuz? Hayır. Hazreti gavs hayatta olduğu gibi batından müritlerine tasarruf edip kol kanat germektedir. Tıpkı Hızır aleyhi selam gibi… Rahat olun, güven içindesiniz, dilediğiniz kadar Allah esmasını zikrediniz. Hiçbir sorun yoktur. Silsile hattıyla güçlü bir koruma kalkanı içindesiniz. Dünden bu güne; Şeyh Osman Nuri hazretlerinin yolunda olup da cinlere kapılan, çıldıran bir mürit gösteremezsiniz. Hiçbir risk yoktur, dilediğiniz kadar Allah’ı zikredebilirsiniz.
Zikir yaparken nefesi içimizde hapsederek mi dil damağa yapışık olarak nefes alıp vererek mi Allah esmasını zikretmeliyiz? Hangisini önerirsiniz?
Dil damağa yapışık, nefesi hapsederek yapılan zikir oldukça etkilidir. Ama sürekli olarak bu tarz zikir yapmaktan yorulabilirsiniz. Çoğu insanın aklına şöyle bir soru gelebilir? Neden nefesi hapsediyoruz? Allah esmasının nuru nefesle birlikte içe dolar. Nefsin kötülüğü emreden sıfatlarını; Allah esmasının nefesle içeri hapsedilen nuru güçlü bir şekilde yok etmeye başlar. Nefiste, olumlu anlamda değişim dönüşüm başlar. Nefesi hapsederek yapılan iki bin Allah zikri, nefes alıp verilerek yapılan on beş bin zikirden daha etkilidir. Dilediğiniz şekilde, nefes tutarak ya da nefes alıp vererek zikir yapma seçkisinde özgürsünüz. Her iki yöntemi de zikirlerinizde kullanabilirsiniz. Yöntem seçkisi sizin özgün iradenize bırakılmıştır.
Önemli uyarı: Bu tarikata intisap etmemiş, dışarıdan kişilere, kendi başlarına bu zikir uygulamalarını yapmaları kesinlikle önerilmez. Şayet kendi başlarına bu zikir uygulamalarını yaparlarsa; çaresiz bir hastalığa yakalanıp helak olmaları, cine ve şeytana kapılıp çıldırmaları kaçınılmaz bir sondur.
Gözlerin zikir süresince kapalı olması şart mı?
Gözlerin zikir süresince kapalı olması Allah’ın nuruna daha iyi odaklanmak, daha yoğun nur almak içindir. Zikir anında gözleri kapamak olmazsa olmaz bir koşul değildir. Ama önerilir. Yolda, işe giderken, çarşıda pazarda kısaca her yerde Allah’ı zikretmeniz önerilir. Bu tarz zikir oldukça bereketlidir. Hem o gün işyerinizde herhangi bir terslikle karşılaşmazsınız, şeytan sizden el çeker, huzur ve güven içinde olursunuz, işiniz rast gider, gönlünüz ilahi aşkla dolar…
Dışarıda zikir yapmak için birkaç “zikirmatik” almanızı öneririz. Ev dışında, sosyal hayat içinde Kalben Allah’ı hatırlayıp gözünüz açık bir şekilde, fırsat buldukça Allah’ı zikrediniz. Göze çarpan her şey Allah’a aittir, her şey Allah’ın kontrolündedir, diyerek tefekkür edip dilediğiniz kadar Allah’ı zikrediniz. Bu zikir tefekkürlü bir zikridir, akıl almaz dereceler getirir. Şehirde, gözünüze uygunlu uygunsuz kişiler ilişecektir, onlara ilişmeyin, onları kınamayın her şeyin hesabı Allah’a aittir, onlar benim nefsimden daha değerlidir gibi telkin ve tefekkürlerle, gözünüze çarpan her objeye sevgi ve saygı duyun, karışmayın. Kimseyi kınamayın. Dil damağa yapışık, nefes alıp vererek bu usulle dilediğiniz kadar Allah esmasını zikredin. Şahsen kendim günlük zikrin %85’ini bu şekilde yapıyorum, oldukça da faydalı oluyor. Yaşamınızın her kesitinde, uygun olan her mekânda zikir yapmanız önerilir…
Yalnızca günlük tarikat virdini yapmayla yetinsek Nakşibendi usulüyle Allah’ı zikretmesek herhangi bir sorun olur mu?
Hiçbir bir sorun olmaz. Yol insanı olarak ötelere göçersin ve manevi âlemden faydalanırsın. Ancak nefis mertebelerini geçemezsin, öteki hayatta da son derece düşük bir makamın olur. Ömür boyunca Allah esmasını hakkıyla zikretmek “şehit düşmekten” daha değerlidir. Hayat senindir. Düşüp kalkarak, acısı tatlısıyla bu hayatı sen yaşayacaksın. Ne kadar zikredeceğin senin seçkine bağlıdır. Nakşibendi zikrini yapıp yapmamanız, ne ölçüde zikredeceğiniz tümüyle özgür seçkinize bırakılmıştır. Hiçbir zorlama yoktur. Çoğu sufiler nefis ve şeytanın dürtmesiyle naza çekilip kendilerini ağırdan satarak şöyle düşünürler: “Danışmanımız zikir için peşimize düşse, hadi biraz gayret edin deyip bizi uyarsa, biz de biraz ağırdan alıp naz etsek ne güzel olurdu...”
Bu tarz düşünceler; eşine az rastlanılacak türden bir saçmalıktır. Danışmanlar; kesinlikle sufileri zikir yapmaya teşvik etmezler, zikir yapıp yapmadıklarını da kesinlikle kontrol etmezler. Onların böyle bir sorumluluğu yoktur. Danışmanlar; yolla ilgili her şeyi anlatır, kenara çekilirler. Çokça zikretmeleri için kendilerine baskı yapmazlar. Sufiler zikir yapıyorlar mı yapmıyorlar mı kesinlikle bununla ilgilenmezler. Çokça zikir yapmaları için kendilerine herhangi bir telkinde de bulunmazlar. Çünkü zikrin kontrolü Allah’a aittir, bunun karşılığını da yalnızca O takdir edecektir.
Allah esması, güçlü ve kararlı bir şekilde her gün on bin ve üzerinde zikredilse on yirmi yıllık bir süreçte fiziksel dünyamızda ne türden etkiler açığa çıkar? Bu etkilerin, insan sağlığına herhangi bir zararı olur mu? Bağlı bir soru, velayet konağına adım atıldığının izi ve işareti olarak fiziksel dünyada neler yaşanır?
Her insana Allah tarafında verilen on letaif – ulvî ilahi enerji merkezi- vardır. Bunların, beşi halk, beşi de emir âlemine aittir. Halk –dünya-âlemine ait latifeler (hava, su, toprak, ateş ve nefistir).
Emir âlemine- Arş- ait latifeler (kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ) şeklindedir. Nakşibendi’ye tarikatında seyrüsülûk- ruhun Allah’a yolculuğu- emir âlemiyle başlar. Daha sonra da halk âlemine yolculuk sürdürülür. Bir sufinin bu kavramları, bu yolculuk aşamalarını bilmesine hiç gerek yoktur. Çünkü çokça zikredilince ön görülen ruhani yolculuk Allah tarafından kendi kendine gerçekleştirilir. Yani size düşen helal kazancınızla yemeğinizi yemeniz suyunuzu içmenizdir. Bunlar boğazdan mideye nasıl gider, midede nasıl sindirim olur, bu besinler nasıl hücrelere taşınır?, türünden şeyleri bilmenize hiç gerek yoktur. Allah bunları yaptırır, bedeniniz neyi yapması gerekiyorsa onu yapacaktır.
Allah esmasını günlük on beş bin ve ötesinde yirmi yıl otuz yıl çalışırsanız “rüya âleminde cennet yağmurları altında sırılsıklam ıslanırsınız.” Yani ruh makamına gelirsiniz. Cennet yağmurları altında ilahi aşkla ıslanıp kendinizden geçersiniz. Yani velayet konağına adım atmış olursunuz.
Fiziksel dünyanızda garip şeyler olmaya başlar. Ansızın kalbinize bıçak saplanmış gibi şiddetli sancılar girer, olduğunuz yerde iki büklüm kalırsınız. Bunlar bir doğum sancısıdır. Nefsin elinde esir olan letaifler nefsin elinden kurtuluyor, ruhun doğumu başlıyor demektir. Bu kalp sancıları yıllar boyu devam eder. Sonra şiddetli kalp çarpıntıları patlak verir. A-ritmi gibi kalbiniz çarpıp durur. Bu hal senelerce devam eder. Uykuya dalarken kalbinizde tuhaf şeyler olur. Kalbi durmuş insanlara kalp aletiyle şok verilmiş gibi yerinizden fırlarsınız. Bu hal, belli aralıklarla seneler boyu devam eder. Kalbinize şok yapılmış gibi yataktan havaya sıçrarsınız. Ve bu hadiselerden sonra kalbinizin gümbür gümbür çarparak “Allah, Allah, Allah” diye haykırdığını işitirsiniz. Dönemsel olarak yıllarca kalbin bu şekilde zikrine tanık olup sevinirsiniz. Bu, Allah’ın size çok büyük bir müjdesidir. Velayete adım attığınızı Allah size haber vermektedir. Kalbin “Allah, Allah, Allah” diye bağırarak zikrettiğini duymanız ve bu zikir anında ilahi aşkla yanmanız “veli olduğunuzun” değil, “velilik konağına adım attığınızın ” bir müjdesidir. Mübarek olsun.
Kimi zaman tam uykuya dalacakken, bir ilahi enerji sizi kuşatır, “vınn” diye sizi havaya fırlatır. Bu sıçramalar senelerce devam eder, bazen yavaş bazen orta bazen de çok şiddetli olur...
Fiziksel dünyada açığa çıkan bu etkilerin, insan sağlığı için herhangi bir zararı yoktur. Bu etkiler gelip geçicidir, hasta oldum zannıyla doktora gitmenize hiç gerek yoktur. Aksine, bu etkilerin sağlığınız için çok büyük faydaları vardır. Rahat olun, manevi bir dünyanın güvenli ellerindesiniz. Gözetim altındasınız, korunuyorsunuz, kendi başınıza değilsiniz… Herhangi bir sorun yoktur.
Nakşibendi usulünce Allah esmasını zikrederken ruhsal dünyamıza hangi türden yansımalar olur? Hangi ruhsal belirtiler ortaya çıkar?
Ruhsal dünyaya yansıması iki şekilde olur: Şiddetli bunalım ve şiddetli sevinç hali.
Kabz- şiddetli bunalım- hali; Bipolar ruh hastalarının depresif dönemlerindeki ruh haliyle aynıdır. Durgunluk, bunalıp daralma, düşük enerji, özgüven eksikliği, çok az konuşma, cinsel istekte azalma, sosyal ortamlardan kendini çekme, öz bakımdan kaçınma, içe kapanıklık hali, mutsuzluk, yoğunlaşma düşüklüğü, odaklanamama, moral bozukluğu, bitkinlik hali, tükenmişlik hisleri birbirini takip eder…
Ruhsal dünyanızda çok şiddetli kabz halleri -bunalım- olur. Böylesi durumlarda üzerinize büyük bir ağırlık çöker. Her şeyden nefret edersiniz, canınız hiçbir şey yapmak istemez. İç dünyanızda, Allah’a, mukaddes değerlere, silsiledeki evliyalara küfürler patlak verir, onlardan nefret edersiniz. Bu hale “tarikat küfrü” denmektedir. Bu bir küfür konağıdır ve bu konağa mutlaka uğrarsınız. Bunalıp küfretmek, sizin elinizde olan bir şey değildir, tasalanmayın imanınızdan olmazsınız. Yolunuzdan da atılmazsınız. Bu haller gelip geçicidir, birkaç saatten fazla sürmez. Siz, bu haldeyken çeşitli musibetler muhtemelen bir bulut gibi sizi sarıp sarmaladığından ve işleriniz pek de iyi gitmediğinden, silsiledeki evliyalara, Allah’a mukaddes değerlere küserek yolu terk etmeye karar verirsiniz. Tarikat tespihini bırakırsınız. Bunalımlar, bazen çok şiddetli ve dayanılmaz boyuta ulaşınca, elinizdeki tespihi duvara fırlatıp “Nasıl evliyasınız, sizin gibi evliya olmaz olsun, biz bunalım ve felaketlerin altında kalıp can veriyoruz, sizler keyif çatıyorsunuz ve sizlerden hiçbir manevi destek gelmiyor… Ben böylesi yolun da böylesi evliyaların da ta…” dersiniz. Şeytan hemen yanaşır: “Sen mukaddes değerlere, evliyalara küfrettin, dinden imandan çıktın, tarikattan kovuldun, sen kâfirlerden oldun…” Şeytan oldukça başarılı bir hamle yapmıştır, zaten de o, hep mükemmel hamleler yapmaktadır. Şeytanın söylediklerinin tümü safsatadır. Bu konakta, böylesi küfürlerden dervişler mesul değildir. Asıl, tarikat küfür konağına girip de böylesi küfürlerin olmayışı şaşılacak bir durumdur. Bu etkiler birkaç saat sürer. Yıllarca bu etkileri dönemsel olarak sıklıkla yaşarsınız. Böylesi durumlarda yapacağınız tek şey bir kenara çekilip çıldırtan bunalımların geçmesini beklemek bir yere uzanıp yatmaktır. Bu hali en az hasarla atlatmak ve bundan kurtulmak için “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil âliyyil azîm” ayetini zikredin. Bu ayetin nuru ve enerjisi sorunu ortadan kaldırıp yok edecek tek çaredir. Daha yüz adet zikretmeden bunalımın etkisi kara bulutlar gibi üzerinizden kalkmaya başlar. ( Şiddetli vesvese anında, bu ayeti beş yüz defa zikretmenizi öneririm. Daha yüz sayısına ulaşmadan vesvesenin söndüğüne, yok olduğuna tanık olursunuz.)
Diğer yansıma; genişlik –aşırı sevinç- halidir. Bipolar ruh hastalarının “manik” –sevinç-dönemlerinde yaşadıkları ruh hallerinin benzerini yaşarsınız. Son derece neşelilik, yüksek enerji, özgüvende artış, gülme ve güldürme isteği, çok konuşma, konudan konuya atlama ve bunda zorluk çekmeme, cinsel istek artışı, iyimser bir bakış açısı, aşırı hareketlilik, dinçlilik, hızlı düşünme ve seri karar alma, kahkaha atma, mutluluktan adeta bulutların üstünde uçar gibi olma ruh halleri birbirini takip eder. Bu ruh halindeyken Allah aşkınız, tarikat ve evliyalar sevgilinizdir… Bu haller, birkaç saat sürer, sonra bir bahar bulutu gibi üzerinizden kalkar…
Yıllarca abartılı, aşırı, sevinç halleri yaşarsınız. Yerinizde duramazsınız, bir ergen gibi sağa sola koşup durusunuz. Tanımsız bir gençlik enerjisi açığa çıkar. Bu haldeyken, hiçbir hayat sorunu umurunuzda olmaz. Çeneniz açılır, hızlı hızlı konuşup durusunuz. Arkadaş çevrenize takılıp sulu şakalar yaparsınız. Neşe içinde çok garip davranışlar yaparsınız. AVM’nin yukarı çıkaran yürüyen merdiveninden aşağı inmeye yeltenirsiniz. Hızlı hızlı sağa sola koşarsınız, kahkaha atarsınız… Âşık olursunuz, cinsel arzular zirveye çıkar…
Bu ruh hallerindeyken bir psikiyatriste gitmeyi önerir misiniz? Hayır. Çünkü size Bipolar tanısı koyup ilaç tedavisine başlarlar. Bu tedaviler de sizin sorununuza çare olmaz. Bu durumlar Allah zikrine bağlı olarak ortaya çıkan ruhsal duygu durumlarıdır, gelip geçicidir, bu konağı geçince her şey kendiliğinden yerli yerine oturacaktır.
Bu ruhsal durum dalgalanışlarında sakın korkuya kapılmayın. Bunları dert etmeyin, güvenli ellerdesiniz, manevi âlemden harika bir şekilde kontrol ediliyorsunuz, bu haller gelip geçicidir. Mevsimlerin gelip geçmesi gibi, bunalım ve sevinç halleri hep gelip geçer…
Allah esmasını çokça zikredip velayet konağına adım atarken “Ölmeden önce ölme” halleri yaşanıyor mu? Bu hali yaşayan kişilerde neler olup bitiyor?
“Ölmeden önce ölünüz.” beyanı Peygamber Efendimize sav ait bir hadis-i şeriftir. Zahir âlimleri bu hadisi şöyle yorumlarlar: “Dünya zevklerinin gözden düşmesi, dünya zevki karşısında ölü gibi hissiz kalma.” Âlimlerin bu tevili, hadiste ön görülen manalardan yalnızca birisidir. Ancak bu hadiste asıl vurgulanan şey; Allah esmasının çokça zikrine bağlı olarak velayet konağına adım atılması ve gerçek anlamda “ölmeden önce ölme” hallerinin yaşanmasıdır. Allah daha iyisini bilir.
Ölmeden önce ölme halini velayet konağına adım atanlar yaşar. Bu haller, on yıllar boyu sürer. Ölüm döşeğinde can veren birinin yaşadığı duygu durumlarının aynısını yaşarsınız.
Bağlı olduğunuz tarikat silsilesindeki mürşitler, bu halleri yaşarken sizi gözetirler. Siz onları göremeseniz de bu anda, ruhaniyatlarıyla çevrenizde olurlar. Allah, günüz gözüne, rast gele bir ortamda, kesinlikle size bu hali yaşatmaz. İşyerinde, alışverişte, çarşıda pazarda ölmeden önce ölme halini yaşama riskiniz % 0’dır.
Uykuya dalacakken ve uykuda bu halleri yaşarsınız. Allah nurani silsile hattıyla sizin kalbinize teveccüh eder. Bu teveccühün ilahi nur enerjisine bağlı olarak “bilinciniz yok olur”, sizi siz yapan tüm bilinciniz kaybolur. Kendinizi kendiniz yapan her şey yok olur. Beyni çıkarılmış bir güvercin gibi olursunuz. Hiçbir şey düşünemezsiniz ve kendinizi yok olmuş bir halde bulursunuz. Nefes almaya bağlı hayati fonksiyonunuz ortadan kalkar. Ölmemek için telaşla nefes almaya uğraş verip çırpınırsınız. Tam ölüp yok olacakken nefesinizi tekrar alıp canlanırsınız. Bu durumda, çok büyük bir korku yaşayıp şoka girersiniz. Hızla nefes alıp yeniden can bulup olduğunuz yerde havaya sıçrayarak büyük bir kâbustan uyanır gibi kendinize gelirsiniz. Bu olay on beş saniye kadar sürer. Aynı gün içinde birden fazla ölmeden önce ölme hali yaşayabilirsiniz. Korkunç bir haldir; ama çok müjdeli bir şeydir. Yaşadığınız bu halleri ailenize, yakınlarınıza, çocuklarınıza, sosyal çevrenize anlatmayınız. İçinizde hep sır olarak tutunuz. Bu hallerden dolayı uyumaktan korkup çekindiğiniz süreçler olacaktır. Ama korkunun ecele faydası yoktur, bu haller mutlaka sizi yakalayacaktır. Bu halleri yaşadığınız zaman dilimlerinde, ölme riskiniz yoktur. Ecel ne bir saniye ileri ne de bir saniye geridir. Zamanı gelince olanlar olacaktır. Bu halleri yaşamak size ölümü erken getirmez, aksine sizi ölüme alıştırır. Ölmeden önce ölme halleri manevi bir doğumun sancısıdır. Bilene, dünyada eşi benzeri olmayan ilahi bir müjdedir. Allah en iyisini bilir.
Zikir halkalarında, namazda, günlük yaşamda kimi sufilerin saralı gibi çırpınıp“ Allah” “Hu” diyerek sayha atmaları cezbe midir?
Bu hallerin iyi yönü şudur ki “manevi bir silsileye bağlısınız, kaydınız var.” anlamını içermesi… Bu yönüyle umut vericidir. Sorun şudur ki bu halleri, kimi sufiler “cezbe” sanıyor. Bunları sahipleniyor, önemsiyor, özlüyor… Sürekli olarak bu halleri yaşamak istiyor… Gerçek şu ki bu hallerin “cezbeyle” uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Olup biten şudur: Dervişlere ilahi bir teveccüh olmuştur, dervişlerin kalpleri bu nuru tümüyle içine alacak yetkinlikte değildir, bundan dolayı nurları sağa sola saçıp dökmüşlerdir. Yani nurlar; tümüyle bedenin olamamış, sağa sola dökülerek zayii olmuştur. Tazyikli akan bir suya bir bardak uzatırsanız, suyun yüzde doksanı dışarı taşar; ama büyük bir kova tutarsanız, su tümüyle kovada kalır. Bu durum da böyledir…
Bu halleri önemsememek ve sahiplenmemek gerekir… Yolcu yolunda gerek, diyerek Allah’a âşık olmaya devam etmelisiniz, üzerinizde açığa çıkan hiçbir hali, rüyayı önemsemeyip kararlı, güçlü bir şekilde zikrinize devam etmelisiniz. Halleri, rüyaları, her şeyi Allah’a bırakıp bir hiç olarak yaşamayı kendinize ilke edinmelisiniz.
İlahi aşk beni yakıyor, ilahi aşk beni kuşattı, gibi söylemleri duyup okuyan biri haklı olarak şöyle der: “Bu ilahi aşk nedir acaba, neye benziyor, yeniliyor mu içiliyor mu?”
Peki gerçek cezbe nedir?
Cezbe sözcüğü Arapçadır. Cezbe, bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırı ölçüde coşup kendinden geçme hali, olarak tanımlanır. Bu tanıma bakarak “ilahi cezbe”yi anlamak mümkün değil tabii… Aşk anlatılmaz yaşanır, dedikleri türden bir şey…
Dünya hayatında cezbeyi ilişkilendireceğiniz tek şey; iki eşin tutkulu ve ateşli sevişme sonrasında cinsel ilişki anında orgazm yaşama zevkidir. Şayet orgazm zevki bir saat sürseydi eşlerin her ikisi de cansız giderdi. Çünkü fiziksel beden bunu kaldıracak kudrette yaratılmamış. Cezbe hali, en az elli kişinin orgazm zevkinin toplamı kadardır. Cezbe anında Allah bir sufiye teveccüh eder, aşkla ruhunu kendine çeker. Bu çekim anında sufinin bütün bedeni hatta tüm hücresi ilahi aşkın hazzıyla yanıp kül olur. Bu çekim anında kimi sufiler, aşkın hazzını kaldıramayıp saatlerce baygın düşerler. Cezbe anında müziğin etkisiyle transa girip aşkla salınan kişiler gibi salınırlar. Yüzlerinde ilahi bir nur açığa çıkar. Bu hali yaşayanları görenler, senelerce cezbe halini yaşayan kişiye âşık olurlar. Bir sufi; başkalarının on yıl boyunca her gün yirmi bin defa Allah esmasını zikrederek alacağı dereceyi, makamı o cezbe anında alır. Çok büyük derce elde eder. Cennette Allah’ı görmek haktır. Cennettekiler o anda, 70.000 bin kişinin orgazm anında aldıkları zevkin toplamı kadar zevk alır, aşktan erim erim erirler. Cezbe sufiler için çok büyük bir ilahi ihsandır…
Anlatılanların en doğrusunu hakkıyla Allah bilir…
Şefik Bora Yurdagül
Hizirlayolculuk.com